CHP’ye Bel Bağlamak Antifaşist Mücadeleyi Zayıflatır

Gezi Haziran ayaklanmasından sonra, Erdoğan/AKP diktatörlüğüne karşı antifaşist birlik arayışı haklı olarak yeniden alevlenmişti.

Birincisi, Gezi Haziran ayaklanmasıyla devasa kitle potansiyeli açığa çıkmıştı. Ayaklanmaya katılan halk, özellikle gençlik örgütsüzdü ve antifaşist birliğin biçimleri içerisinde örgütlenmesi ihtiyacı vardı.

İkincisi, bu gerekliydi de. Çünkü sürecin sonraki gelişimi kanıtladı ki, Erdoğan, rejimin faşist politik islamcı restorasyonu yolunda tüm devrimci ve ilerici güçlere ve örgütlere sınırsızca saldırıyor. Faşist politik islamcı diktatörlüğünü, siyasal, kitlesel temelleriyle inşa etmek ve “kalıcı” kılmak istiyor.

Sonra, 2014 sonu ve 2015’te, seçim ittifakları tartışması antifaşist birlik çalışmasının bir alt başlığı olarak yoğunlaştı.

HDK, zaten Haziran ayaklanması öncesinden beri vardı. 2012’de kurduğu HDP’yle, seçimler döneminde EMEP, demokratik Alevi hareketi, BHH (Birleşik Haziran Hareketi) başta gelmek üzere, başkaca demokratik güçlerle ittifaklarını genişletmeye çalıştı.

CHP’nin MHP’yle ittifakı (cumhurbaşkanlığı seçimi) ve hükümet arayışı (7 Haziran öncesinden başlayarak), emekçi sol saflara sirayet etmiş CHP’yle ittifak hayalini zorunlu olarak söndürdü. Özellikle HDP’lilerin parlamentodan tasfiyesi saldırısına CHP’nin devlet mutabakatıyla katılması, halen beklentisi olanlara CHP’yle ittifakın olamayacağını daha net gösterdi.

Erdoğan faşizminin kanlı saldırılarının tırmandığı koşullarda, HBDH (Halkların Birleşik Devrim Hareketi) kuruluşunu ilan etti.

15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesinde, emekçi sol hareketin bir kesiminde CHP’yle ittifak isteği yeniden alevlendi. CHP’nin İstanbul Taksim ve İzmir Gündoğdu mitiglerine emekçi solun andığımız kesimi daha bir heveslenerek ve umutlanarak katıldı. CHP ise, Yenikapı MC’sine (Milliyetçi Cephe) katılarak, bu umudu yeniden kırdı.

Bütün bu süreçlerde, emekçi solun bir kesiminde CHP’yle ittifak eğilimi bazen açık, bazen örtük olarak sürdü. Kürt özgürlük hareketiyle ittifaka mesafeli durma yönelimi ise bu eğilimin ikiz kardeşi olarak aynı biçimde devam etti.

CHP Kendi Pratiğinin Bilincine Sahiptir

CHP’yle ittifak peşinde koşan ÖDP, HTKP, EMEP, Halkevleri ve bazı demokratik kitle örgütleri, elbette CHP’nin merkezi yönetiminden çok kitle tabanı, yerel örgütleri ve bazı milletvekilleriyle ittifakı önemsiyorlar.

Fakat kendi kitlesel zayıflıkları nedeniyle, CHP tabanı ve alt örgütlerini amaçladıkları ittifaka çekemeyince, CHP’yle tepeden ittifak yoluyla bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Burjuvazinin bir partisi olarak CHP, sosyal demokrat partilerin neoliberal partilere dönüştükleri ve emperyalist işgalciliği daha kabaca savundukları 1990 sonrası dünya koşullarında ve Kürt ulusal özgürlük ayaklanmasının gerçekleştiği somut durumda, benzer bir karşıdevrimci çizgide çok daha ileri gitti.

Dönemin MGK’sının en bağnaz izleyicisi ulusalcı faşist Baykal çizgisi bunu ifade ediyordu. Ulusalcı çizginin burjuva parlamenter başarısızlığından sonra, CHP yönetimi 2010’dan itibaren burjuva pragmatist bir çizgiye geldi. Demirel’in DYP’sinden bazı kadroları da alıp “merkez sağ ve merkez sol”u birleştirme iddiasıyla, AKP’ye alternatif ve hükümet olma tahteravallisinin bir kanadı olarak yeniden şekillendirildi.

Yeni dönemde Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığına getirilmesiyle amaçlananlardan biri de, izlenegelen faşist ulusalcılıktan kopma eğilimine giren Alevi halkın partiden kopmasını önlemekti.

CHP, AKP’ye alternatif olarak seçim kazanma başarısı gösteremedi. Ancak Alevi yoksullarını ve bir bölümü demokrat olan laik kesimi etrafında tutabildi. Kılıçdaroğlu, başlangıçta Kürt sorununa ilişkin yeniden rapor hazırlatarak ve sonradan Avrupa Yerel Özerklik Şartı’nın imzalanması gerektiği görüşünü dile getirerek, Kürt halkının haklı tepkisini yumuşatmak ve oy almak istedi. Ama, bireysel haklar dışında, Kürt ulusunun kolektif kimliğini ve demokratik özerkliği reddetmekte ısrarı sürdürdü. Kürtçe eğitimi de reddederek, CHP’nin tavrını devlet okullarında Kürtçe seçmeli dersi kabulle sınırlandırdı.

CHP “bölücülük”e karşı, katı şoven bir duruş sergiledi. Savaş tezkerelerini, Medya Savunma Alanları için her zaman onayladı. Cerablus-Azez-Bab işgaliyle sonuçlanan Rojava ve Suriye’ye savaş tezkeresine, AKP ve MHP ile birlikte evet oyu verdi.

Erdoğan, rejimin faşist politik islamcı restorasyonu yolunda yürürken, Kürdistan’daki soykırımcı saldırılara bağlı olarak, HDP'li vekilleri burjuva parlamentodan tasfiye etme ve zindana atma hamlesine girişti. CHP MYK’nın buna karşıt kararı olmasına rağmen, Genelkurmay Başkanı Akar’la görüşmesinden sonra Kılıçdaroğlu, anayasaya aykırı olmasına rağmen evet diyeceklerini belirterek, AKP’nin koltuk değneği oldu. HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması kararının bozulması talebiyle başvuru yapmak için yeterli sayıda vekilden imza toplama girişimini engelledi.

CHP, Aralık 2016’da sözümona Erdoğan faşizmine karşı başlattığı mitingleri, “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” adı ve sloganıyla düzenledi. Erdoğan’a muhalefeti bile Kürt düşmanlığında onunla yarışarak yapmaya çalışan CHP yönetiminden elbette demokrasi mücadelesi beklenemezdi. “Teröre karşı ne istiyorsanız destekleyeceğiz” sözü, Kılıçdaroğlu’nun en çok sarf ettiği söz oldu.

CHP, Erdoğan faşizmine karşı, faşist MHP’yle ittifak arayışına daha çok yöneldi. Bu politikası, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP’li Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermeye vardı. Yerel seçimlerde pek çok yerde MHP’yle işbirliği yaptı.

CHP, son dönemlerdeki, kritik anlarda da, Erdoğan-AKP faşizmiyle işbirliği yapmaktan geri durmadı. Bunlardan biri olan 15 Temmuz darbesinden sonra Yenikapı MC'ye girerek, krize yuvarlanmış devleti toparlama çabalarına dayanak oluşturdu. Bu yolla faşist saray iktidarının ayakta kalmasına can simidi oldu.

Demokratik duygulara ve Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadele isteğine sahip tabanının önemli bir bölümünü, böyle kritik anlarda AKP’yle işbirliği yoluyla ve parlamentodaki lafızlarıyla frenledi.

Kürt ulusal özgürlük ayaklanmasına Türk işçilerinin ve ezilenlerinin büyük bölüklerin katılmasını, böylece birleşik devrimin tutuşmasını engellemek, CHP’nin güncel rolünün öne çıkan yanını oluşturuyor.

CHP’nin bu rolü ve işlevi, Türk burjuvazisinin iktidarını ve onun siyasi aygıtı olan devletin çıkarlarını korumak amacıyla bağlıdır.

ÖDP: “Olması Gereken CHP, HDP Ve Sol’un Birliğidir”

CHP’yle ittifak yanlıları içinde ÖDP, Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş’ın demeç ve röportajlarıyla, bu görüşünü daha açıktan dile getirdi:

“CHP’nin, HDP’nin ve sosyalistlerin yan yana geldiği bir seçim ittifakı AKP’yi geriletebilir.” (www.diken.com.tr, Can Bursalı, Alper Taş röportajı, 06.01.2015)

Alper Taş, böyle bir ittifakı CHP’nin çizgisi veya seçim programı üzerine değil, demokratik reformlar programı üzerine öneriyor olsa da, CHP’den antifaşist beklentisini ortaya koyuyor.

Nitekim Alper Taş'ın seçimle ve mitingle ilgili olmak üzere iki kez CHP yönetimiyle görüşmesi bu beklentinin pratik işaret ve kanıtı. Alper Taş birinci görüşmeyi 7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesi yaptı. CHP yönetimi, BHH’nin liderlerinden biri olmasından hareketle Alper Taş’ın CHP listesinden meclise girmesini önerdi. ÖDP’nin, CHP-HDP-Sosyalistler seçim blokunda birleşme siyasetinin meyvesi buydu. CHP, Alper Taş’ı seçim listesine almayı önererek, BHH’nin gücünü ve olası etkisini kendi arkasına bağlama taktiğini denedi.

Seçim sürecinde antifaşist parti ve kitle örgütlerinin güçbirliği gerçekte HDP etrafında gerçekleşti. BHH bileşenleri ise HDP’yle seçimde güçbirliği yapmada görüş ayrılığına düştüler.

EHP, seçimde HDP cephesinde birleşmek gerektiğini gecikerek de olsa ilan etti. Tabanı BHH’yle geçişken olan ve BHH’yle ortak hitap ettiği kitle üzerinde etkisi bulunan Halkevleri çok önceden HDP'yle seçim ittifakı yapmak gerektiğini kamuoyuna açıklamıştı.

HTKP, seçimden bir gün önce, 6 Haziran 2015’te şu açıklamayı yaptı:

HTKP, “bağımsız adaylarla seçimlere girmesini de bir seçenek olarak ortaya koymuş, buna rağmen HAZİRAN’ın birliği ve geleceği açısından ortaya çıkan ortak karara saygı duymuştur.” (www.ilerihaber.org)

Anlaşılan HTKP, eski yoldaşı KP gibi, sözüm ona seçime bağımsız adaylarla girme ama gerçekte HDP’yle seçim ittifakına darbe vurma tavrını benimsemiş. Fakat BHH’nin ortak tavrına göre hareket etmek zorunda kalmıştı.

ÖDP’nin daha etkin olarak şekillendirdiği politika BHH’nin tavrında belirleyici oldu. ÖDP, demokratik talepler programı üzerine CHP ile HDP’yi seçim ittifakında birleştirmeyi başaramayınca, politikasında belirsizliği yüceltti ve bunu BHH’nin 7 Haziran seçim görüşü haline getirdi: “toplumsal talepleri inandırıcı biçimde sahiplenen güçlerle seçim sürecinde dayanışma içinde olacağımızı da kamuoyu ile paylaşıyoruz.” (BHH’nin açıklaması, Cumhuriyet, 03.03.2015)

Bu, pratikte, CHP’ye de HDP’ye de oy verebilirsiniz anlamı taşıyordu ve HDP eksenli seçim ittifakına katılmaktan kaçmaktı. ÖDP ve HTKP sonuçta bunu başardılar.

Haksızlık olmasın, ÖDP, Amed HDP mitingindeki katliamdan sonra bütün üyelerine sandık gözetmenleri olarak görev alma ve HDP’ye karşı yapılacak hileleri önleme çağrısı yaptı, bu sınırlar içinde kalan bir destek sundu.

7 Haziran seçim sonucunu tasfiye etmek isteyen faşist politik islamcı saray cuntası, HDP’ye, demokratik barış güçlerine, Kürt ulusal özgürlük hareketine ve Türkiye devrimci hareketine karşı katliamları ve linç saldırılarını yoğunlaştırdı.

Bu koşullarda yapılan 1 Kasım seçimlerinde, BHH bileşenlerinden bazıları, HDP’yi destekleme kararı aldı. Örneğin, HTKP açık biçimde tavrını değiştirdi:

“Halkın Türkiye Komünist Partisi 1 Kasım seçimlerinde, halkımızı HDP’ye oy vermeye çağırmaktadır.” (1 Kasım’da Saray Yenilecek Halk Kazanacak, www.htkp.org.tr, 31.10.2015)

Fakat ÖDP ve kurumsal olarak BHH tavrını değiştirmedi. BHH, 6 Eylül’de duyurduğu şu kararında tavrını yineledi:

“HAZİRAN ittifak arayışında olmayacak... bağımsız siyasal hat ve gücünü... bu seçimlerde de hayata geçir”ecek. “Önümüzdeki 1 Kasım seçimlerinde seçim güvenliğinin sağlanması için komisyonlar kurulacak, dost örgüt ve platformlarla çalışmalarımız birleştirilecektir.” (Birgün gazetesi)

ÖDP’nin bu tavrına yol açan başlıca iki nedenden biri Kürt ulusal demokratik hareketiyle yan yana durmama politikası, diğeri CHP’yle ittifak beklentisiydi.

Kürt özgürlük hareketiyle yan yana durmama politikası, BHH’de soruna ilişkin, “halkların birlikte yaşaması” gibi Kürde linçe karşı çıkan ama anlamlı bir demokratik çözüm önermeyen sosyal şoven tavra dönüşmüş durumda.

Oysa seçimde HDP eksenli kurulacak en geniş çaplı ittifak, faşizme karşı mücadele odağı yaratmak bakımından ezilenlerin daha geniş kesimlerine özgüven ve kararlılık kazandırıcı olurdu.

ÖDP’nin seçimler için CHP ile Kürt ulusal özgürlük hareketini birleştirme politikası, sağ oportünist ve liberal bir politika olduğu gibi, gerçekçi de değil.

Bu, her şeyden önce, CHP’nin parti olarak, ÖDP’nin önerdiği ve içinde demokratik özerklik de bulunan demokratik reformları benimsemekten kaçındığı gerçeğine ters. Çünkü CHP Kürt ulusunun kolektif kimliğinin ve kolektif demokratik haklarının tanınmasını reddeden inkarcı sömürgeci katılığa sahip, Kürt ulusal özgürlük savaşımının bastırılmasını savunan ve halkların birleşik devrimine dönüşmesini engellemeye çalışan bir parti.

HDP ise Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin, devrimci ve demokratik güçlerin birleşik demokratik cephe partisi. Kürt sorununda demokratik özerkliğin, Türkiye’de demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasını hedefleyen bir mücadele birliği.

CHP program hedefleri ve pratik amaçları açısından HDP’yle ve devrimci-demokratik güçlerle karşıt kutupta yer aldığı için, iki parti arasında seçim ve eylem ittifakları gerçekleşmiyor ve gerçekleşmez. Bu gerçek, yalnızca seçimde değil sonrası süreçte de, en basitinden CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasını veya savaş tezkeresini destekleyen tutumunda kendisini gösterdi.

Aynı şekilde, CHP’yle ittifak uğruna en asgari demokratik ilkelerden dahi ödün verilmeden, CHP’ye irade teslim edilmeden, kısacası “CHP’nin solu” siyasal pozisyonu kabul edilmeden CHP ile ittifak gerçekleşmez, ki böyle bir taviz düzeyi de ÖDP, BHH ve diğerlerinin iddia ettiği geniş antifaşist cephenin oluşumuna hizmet etmez. Nitekim EMEP'li Levent Tüzel’in CHP ile görüşme yapması, bu görüşmede ise Kılıçdaroğlu’ndan ala ala Binali Yıldırım ve AKP ile de görüşmesi gerektiği nasihatini alması, ibret verici bir örnektir. CHP emekçi sol güçler için köprü olma beklentisini seve seve yerine getirecektir, ancak kitlelere uzanan bir köprü değil, faşist rejimin burjuva partiler sistemine uzanan bir köprü olarak!

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP saflarından gelen ve CHP’li Rıza Türmen’e adaylık teklif eden bir öneriyi bile katı biçimde reddeden CHP, MHP’yle MHP’li aday üzerinden ittifaka gitti. Bu tesadüf değil. Kürt ulusal özgürlük ayaklanması sürdüğü müddetçe, CHP, Kürdistan'da sömürgeci sistemin korunması için, HDP’ye ve devrimci-demokratik güçlere yakınlık gösteren politika ve taktiklerden kaçınacaktır.

Türkiye emekçi sol hareketinin güçsüz olduğu bahanesiyle Kürt hareketiyle ittifaka gitmemek gerektiğini ileri süren ÖDP ve benzer düşüncedeki BHH, bahaneleştirilen aynı durum veri olduğu halde, CHP ve HDP’yi seçim ittifakında birleştirmeye çalışarak kendi gerekçesini de boşa düşürmüş oldu. Böyle bir ittifakın liberal rüzgarı altında Türkiye sosyalist hareketinin güçlenmesi beklenebilir mi?

ÖDP’nin biraz da geçmişe bakarak ama onyılların deneyine rağmen halen devam ettirdiği görüş, sosyal demokrat hareketin kitle tabanı üzerinden devrimci hareketin gelişmesini sağlama bakış açısı ve siyasal stratejisidir. Bu sağ oportünist bir beklenti yaratmaktadır. ÖDP'nin ideolojik-siyasi liderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçirilişi sırasındaki röportajında, bir biçimde bunu dile getiriyordu:

Devrimci sosyalist hareketlerle sosyal demokrat hareketler en azından bizim ülkemizin bugünkü koşullarında birbirini olumsuz değil olumlu yönde etkiliyor.” (Yeniden Devrim’den aktaran eşitlikçiforum.net, 23.06.10)

Bu tamamen yanlış bir görüştür. CHP ile ittifak eğilimini üreten temel görüş açısı, yani CHP'nin sol bir siyasi akım olduğu, emekçi sol güçlerin ancak CHP’nin geliştiği ve tabanını genişlettiği zemin üzerinde gelişebileceği fikri, kitlelerin ancak kademe kademe solculaşabileceği şeklinde özetlenebilecek bu aşamalı gelişim anlayışı yanlıştır. CHP, kitlelerin demokrasi eğitiminden geçeceği, mücadele eğilimlerini biriktirebileceği bir havuz, bir tür sendika veya dolaylı kitle örgütü olarak görülemez. CHP bir siyasi partidir ve programı da halklarımızın birleşik devriminin gelişeceği temel siyasi eksenlerin tümünde sömürgeci faşizmin bayrağını yükseltmektedir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin demokratik ve ilerici birikiminin bir kısmını tabanında biriktiriyor olması, onların bilincini ileri çekiyor olmasından değil, halklarımızın kendi yaşam deneyleriyle gösterdikleri ilerici eğilimlere emekçi sol güçlerin örgütsel ve siyasal olarak yeterli yanıtı veremediği koşullarda, bu eğilimleri burjuva düzen saflarına emiyor olmasındandır. Yani CHP, saflarında bulunan ve demokratik eğilimlere sahip olan kesimi emekçi sol güçlerin etkisine daha açık değil, daha kapalı hale getirmektedir. Üstelik hiç değilse 7 Haziran deneyimi göstermiştir ki, kitlelerin ilerici eğilimleri pekala halkçı demokratik bir program etrafında örgütlenebilir. HDK/HDP’yle özdeşleşen halkçı-demokratik değişim programı etrafında biriken kitle enerjisini CHP ittifakı arayışıyla sulandırmak ve bulandırmak, potansiyel tabanını emekçi sola kanalize etmez, olsa olsa burjuva siyaset ve ideolojiden kopuşunu yavaşlatır veya engeller.

ÖDP ve BHH’nin CHP tabanı üzerinden gelişme görüş açısı devam ettiği sürece, CHP’yle ittifak beklentisi de sürecek, uygun koşullarını bulduğu her anda yeniden nüksedecektir.

Seçimlerde HDP’yle veya HDP etrafında ama çok geniş antifaşist kesimlerin ittifakını/cepheleşmesini -ki bu, kitleler nezdinde önemli ölçüde gerçekleşti- içine sindiremeyen ve karşı çıkan ÖDP ve BHH, “önemli olan seçimler ve düzeniçi mücadele değil” içerikli bir gerekçe de sundu.

Eğer sahiden seçimleri önemli görmüyorsa, ÖDP ve BHH bileşenleri, CHP-HDP-Sosyalistler seçim ittifakı için neden onca çaba sarf ettiler acaba? Neden seçim imkanının büyük bir antifaşist ve antişovenist birleşik kitle çalışmasına dönüştürülmsenin, düzen dışı güçlerin büyütülmesi eyleminin öznelerinden olmadılar, bunun gerçekleşmesi için çaba harcamadılar? Neden CHP'yle ittifak sevdasıyla, böyle bir imkanı boşa çıkarmaya çalıştılar?

CHP Mitinglerinden Umutlanmak

Emekçi sol hareket bünyesinden çok sayıda parti ve kitle örgütü, 15 Temmuz başarısız askeri darbe girişimi sonrası CHP’nin Taksim ve Gündoğdu mitinglerine katıldı ve umutlandı.

Başta BHH bileşenleri bu tavrı takındılar. BHH yönetimi mitinge resmi katılım çağrısı yaptı:

“Olumlu görüşmeler yaptığımız CHP’den bu temelde bir yanıt bekliyoruz. Beklentilerimizin karşılandığı koşullarda, HAZİRAN 24 Temmuz Pazar günü kendi kimliğiyle ve tüm kitlesiyle Taksim Meydanı’na yürüme kararlılığındadır.” (BHH’nin 24 Temmuz Mitingine İlişkin Duyurusu, www.birleşikhaziranhareketi.org, 22.07.16)

Bir gün sonra mitingi selamlayarak, AKP’nin oluşturmak istediği “milli mutabakata” karşı bir irade ortaya çıktığını umutla vurguladı. (Bkz. aynı web sitesi, 25.07.16)

EMEP ve Halkevleri de aynı tavrı takındı. İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu kortejiyle emekçi solun bu güçleri, CHP Taksim mitinginde yerlerini aldılar. EMEP de, BHH benzeri bir mantıkla, CHP’nin Taksim mitingine dair umutlu değerlendirmeler yaptı:

Bu mitinge İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu’nun da katılımının CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının içeriğini de olumlu anlamda etkilediği kanısındayım. Kanımca Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının eksik yanı OHAL’e adını koyarak açık bir eleştiri yöneltmemesiydi.” (Fatih Polat, www.evrensel.net, 24.07.16)

Emekçi sol saflardan azımsanmayacak bir gücün bu mitinglere katılımı, darbe-dikta çıkmazına karşı, halkçı-demokratik bağımsız bir yol aramak yerine, antifaşist güçlerin CHP’nin kanatları altında derlenmesi hayali peşinde koşmaktı.

Bu katılım, öncelikle, faşizme karşı mücadelede CHP hegemonyasını kabul anlamına geliyordu. Bazıları, bunu sendikaların düzenlediği mitinglere katılıma benzeterek, “meydandaki kitle ayrı sloganlar atar, kürsüdekiler farklı” izahıyla kabul edilebilir kılmaya çalıştı. Oysa kanıt gerektirmeyecek ölçüde açıktır ki, sendikalar ve kitle örgütlerinin düzenledikleri mitingler, partilerin düzenlediklerinden farklıdır. Partiler söz konusu olunca, devrimci ve tutarlı antifaşist olanlarla olmayanlar arasına kalın çizgi çekmek ve burjuva düzen partilerinin mitinglerine katılmamakta ısrar etmek gerekir. Çünkü bu onların hegemonyasına girmek veya onların kitleler üzerindeki hegemonyasını güçlendirmek demektir.

İkincisi, bu mitinglerde, CHP darbecileri hedef aldı ama 20 Temmuz’da OHAL ilan etmiş Erdoğan AKP’sini hedeflemedi. Faşist politik islamcı saray cuntasının kendisini güçlendirmek için kurmaya çalıştığı “darbeye karşı milli mutabakat”ın inşasına katkıda bulundu. CHP’nin manifesto diye ilan ettiği metinde basın özgürlüğü dışında demokratik hakların lafı bile edilmediği dikkate alınsa, kitlelere gösterdiği istikametin “milli mutabakat” olduğu daha rahat görülebilirdi.

Nitekim Gündoğdu mitinginden sonra, Kılıçdaroğlu Yenikapı mitinginde boy göstererek Milliyetçi Cephe’nin inşasına katıldı.

Öyle bir “milli mutabakat”/sınıf işbirliği ve Erdoğan/AKP faşizmiyle uzlaşma havası esti ki, bir bölüm liberal solcu, darbe girişimi sonrası Erdoğan’ın mitinglerine katılmayanlardan demokrasi adına hesap sormaya bile kalkıştı. Bu şahıslar, sanki Temmuz 2015’ten Temmuz 2016'ya uzanan süreçte, katliamları ve faşizmi yoğunlaştıran Erdoğan değilmiş havasını yayma cesareti buldularsa, bunda, CHP mitinglerinin “milli mutabakat” havasını büyütme çabasının da katkısı vardır. Devrimcilerin ve tutarlı antifaşistlerin görevi, bu havayı yaymaya katkıda bulunmak değil, bu havayı dağıtacak ve faşizme korku yaşatacak bağımsız halk hareketini büyütmektir.

Sonuçta, CHP mitinglerine yedeklenenler hayal kırıklığı yaşamak ve kitlelerin CHP mitiglerine AKP diktatörlüğüne karşı mücadele için katıldıklarını kızgınlıkla dile getiren açıklamalar yapmak zorunda kaldılar. Ama bu kitleyi CHP’den bağımsız tarzda antifaşist mücadelelere seferber etmenin yolunu bulamadılar.

CHP mitiglerine katılımdan umutlananlardan BHH, bu mitinglerden birkaç ay sonra Emek ve Demokrasi Güçleri Birliği’nin düzenlediği barış mitinglerine, mitinglerde kendisine eşit katılımcı olarak yer verilmediği bahanesiyle katılmama deklarasyonu yayınladı:

“Ortaklaşa eylem koşullarını karşılamayan ve HAZİRAN’ın ilkelerinin ve politik hedeflerinin içerilmediği bir çağrı metnine sahip olan 1 Eylül mitinglerine anılan sebeplerden ötürü HAZİRAN katılmayacaktır.” (www.birleşikhaziranhareketi.org, 02.09.16)

CHP mitinglerine çağrı metninde BHH’nin amaç ve ilkeleri yer alıyor muydu? Ortaklaşa eylem koşulları karşılanıyor muydu? Hayır! Böyle olduğu halde, CHP mitinglerine katılan BHH, hiç olmazsa içte ve dışta kirli ve işgalci savaşı hedeflemiş olan barış mitinglerine katılmamakta sakınca görmedi. Üstelik barış mitinglerini düzenleyen Emek ve Demokrasi Güçleri Birliği içinde yer almasına rağmen.

CHP öncülüğü altında olmayı kabul etti, fakat Kürt ulusal özgürlük hareketiyle omuz omuza görünmeyi kabullenemedi. Bu, meselenin bir yanı. BHH, esasen CHP’yle birlikte yapacağı eylemlerle Türkiye’de demokratik güçlerin büyüyeceğini umuyor. Fakat Kürtlerle birlikte olunursa demokratik güçlerin gelişmeyeceğini düşünüyor. Böylelikle, demokratik güçleri geliştirmenin büyük emek, çaba, politik yetenek ve kararlılık gerektirdiği bir dönemde, aslında kendi siyasi sorumsuzluğunu ve kararsızlığını yansıtmış oluyor.

BHH Ne İş Yapar Ya Da Faşizme Karşı Mücadele

BHH, Türkiye’deki sol güçleri birleştirmeden ve güçlendirmeden Kürt hareketiyle ittifak yapmamak gerektiği mantığıyla kuruldu. Ve HDK’ye başlangıçta gözlemci göndermekle yetinen, sonra buna da son veren ÖDP ile TKP’nin her iki kanadının inisiyatifiyle gerçekleşti.

BHH'yi kuranlar, Türk burjvazisinin Kürt ulusal özgürlük devrimine karşı Türk halkına empoze ettiği şovenizmle uzlaşma yoluyla, Kürt ulusal özgürlük hareketinden uzak durarak gelişebileceklerini sandılar. Bu sosyal şoven oportünizm, onları önce Türkiye’de güçlenip sonra Kürt hareketiyle ittifak kurmayı gündeme almak gibi ucube bir politik söyleme götürdü.

BHH’ye katılanlar 90’lı yıllarda Kürt ulusal özgürlük hareketiyle özellikle seçim ittifaklarına giriyorlardı. Fakat değindiğimiz politikayı benimseyince ittifaklarına son verdiler. Kendi aralarında da anlamlı ittifak ve cephe birlikleri kuramadılar.

Gezi Haziran ayaklanmasından sonra, Erdoğan faşizmine karşı açığa çıkan çok geniş kitle potansiyelini kazanma isteğiyle BHH’yi kurdular. Haziran ayaklanmasına katılan kitlelerin önemli bir bölümü, gerçekten de Kürt ulusal özgürlük mücadelesine görece mesafeli duran, laiklik hassasiyeti yüksek emekçiler ile Alevi halkın geniş kesimleriydi. BHH’ni örgütleyenler, bu durumun gerici basıncı altında kalarak, Kürt özgürlük hareketinin dışta tutulduğu bir antifaşist birlik kurdular. Haziran’da çok dövüşmediler, ama adını alarak kitlesini kolayca kendilerine çekebileceklerini zannettiler.

BHH’nin bugün yaygınca örgütlemeye çalıştığı tek eylemsellik, saray faşizminin eğitimi politik islamileştirme saldırısına karşı mücadele kampanyasıdır. Onda da “anadilde eğitim” talebine yer vermekten kaçınmıştır.

Erdoğan faşizmi, Türkiye kentlerinde devrimcileri katlederken, Kürt halkımızın kentlerini yerle bir edip vahşet bodrumlarına imza atarken, Cerablus işgaline girişirken, BHH yazılı protesto açıklamaları ve zayıf bazı kitle eylemleriyle yetindi. Bu kitle mitingleri de, esasen yine HDK’li ve diğer güçlerin içinde yer aldıkları Emek ve Demokrasi Güçleri Birliği sayesinde gerçekleştirildi.

Pratik bir kez daha gösterdi ki, Türk ilerici kitleleri arasında Kürtlere mesafeli durmak şeklindeki sosyal şoven eğilimle uzlaşarak, CHP’yle ittifak beklentisiyle oyalanarak, devrimci ve antifaşist hareket gelişme imkanına kavuşamaz.

BHH’nin başta ÖDP olmak üzere pek çok bileşeni, bu hataları çizgileştirmekle antifaşist mücadelenin ve birliğin inşasına darbe vuruyor. Faşizmin sert saldırıları karşısında, PKK’ye silahlı mücadeleye son verme çağrısı yapıyor ve faşist vahşetin suçlusu polise yönelik haklı eylemleri “halk düşmanı” ilan ediyor.

Erdoğan faşizminin gaddarlıkta sınır tanımaz saldırıları karşısında ve politik islamcı faşizmin kitlesel, siyasal temelleriyle kalıcılaşmasının zorlandığı koşullarda, en örgütlü ve direnişçi güç Kürt ulusal özgürlük hareketidir. Bu hareketten uzak durarak ve Erdoğan faşizminin koltuk değneği CHP’den beklentiye kapılarak faşizme karşı direniş güçlerinin birliği zayıf bırakılırsa, bundan yalnızca Erdoğan faşizmi yararlanır. BHH’nin politikalarının vardığı ve varacağı yer budur.

Erdoğan faşizmine karşı, başta Kürt ulusal özgürlük hareketi olmak üzere, komünist ve devrimci hareket, demokratik Alevi hareketi, kadın özgürlük mücadelesi, demokratik gençlik hareketi, işçi hareketi, lgbti hareketi, yaşam alanlarını savunma hareketi birleştirilerek seferber edilirse, ancak o zaman CHP’nin halk tabanı parti yönetiminin Erdoğan faşizmine yamaklık yapan çizgisinden kopartılıp antifaşist birliğe çekilebilir.

O koşullarda bile, CHP tabanının hangi düzeyde ve hangi hızla antifaşist birliğe katılacağı önceden mutlak bir belirlemeyle kestirilemez. Her halükarda, CHP’nin onyıllarca işlediği Kürt düşmanı ulusalcılığın şekillendirdiği şoven bir bilinç biçiminin parti tabanı üzerinde küçümsenemez bir etkisi olacaktır.

Gelinen aşamada durum nettir:

Erdoğan diktatörlüğü, dizginsiz faşist devlet terörüyle devrimci, anfaşist, antişovenist ve ilerici güçleri teslim almaya çalışırken, koşulları sertleşen antifaşist mücadele hem silahlı direniş biçimlerinin, hem de direnişçi kitle militanlığının artmasını gerektiriyor. Öncülük iddiasındaki emekçi sol parti ve örgütlerin güven ve kararlılık aşılamasına ihtiyaç duyan daha geniş kitlelerin antifaşist mücadele sahnesine çekilmelerinin yolu da buradan geçiyor.

Antifaşist politik mücadelede ya kararlı ve düzen dışı bir duruş ya da yalpalaya yalpalaya saf dışı kalış! Ara bir yol yok! Bu koşullarda faşizme karşı mücadelenin gerçek ihtiyacı, ÖDP ve BHH’nin, EMEP'in, demokratik kitle örgütleri veya sendikaların yüzlerini CHP'den beklentiye değil, Kürt özgürlük hareketi, komünist ve devrimci hareket ile buluşmaya dönmeleridir. Zira ilki iyice iradesizleşip egemen sınıflara bağlanmaya giden yoldur, ikincisiyse dövüşe dövüşe politik özgürlüğü kazanmaya.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi