Syriza Ve Yunanistan Kitle Hareketinin Geleceği

6 Aralık 2008’de Atina’nın emekçi semtlerinden Eksarhia’da başlayan isyan, Yunanistan’da bir devrimci durumun ortaya çıktığını ilan ediyordu.

Aralık 2008 isyanını izleyen 7 yılda işçiler, yoksullar, ezilenler, kadınlar, gençler ve göçmenler sokaklardan çekilmediği gibi, 2009 sonlarında, kapitalist Yunanistan ekonomisinin borç krizine saplanmasıyla kitle hareketi daha da büyüdü ve ayaklanma dalgalarına dönüştü.

Yunanistan’daki devrimci durum, Syriza’yı (Radikal Sol Koalisyon) emekçi solun reformcu birleşik gücü olarak radikalleştirerek ve ileri iterek hükümete taşıdı.

Syriza’nın 2015 yazında Avrupa emperyalistleri karşısında müzakere masasında yaşadığı büyük yenilgi, burjuva rejimin derin bir ideolojik, siyasi, ekonomik kriz içinde olduğu Yunanistan’da, işçi sınıfı ve ezilenlerin acil ekonomik ve demokratik taleplerinin bile kapitalist düzen sınırları içinde karşılanamadığını gösterdi, “tek yol devrim” eşiğini daha da çıplak hale getirdi.

Syriza’nın Kuruluşu Ve Gelişimi

Syriza, bir ideolojik birlik değil, bir politik ittifak partisi. Yunanistan emekçi solunun ve burjuva liberal solunun, KKE (Yunanistan Komünist Partisi) dışında kalan hemen hemen tüm kesimlerini kapsayan bir kitle cephesi.

Ana gövdesini Synaspismos (Sol, Ekoloji ve Toplumsal Hareketler Koalisyonu) partisinin oluşturduğu Syriza’nın bileşenleri arasında, çeşitli anarşist örgütlenmeler, Troçkistler, KOE’li Maoist devrimciler, ülkenin iki büyük burjuva partisinden biri olan PASOK’un kimi sol bölüntüleri yer alıyor.

Synaspismos, modern revizyonist KKE ile onun avrokomünist bölüntüsü ve PASOK’un solunda bir çizgide yer alan Demokratik Sosyalizm Partisi arasında bir seçim ittifakı olarak 80’li yılların sonunda doğdu. Kısa bir süre sonra, Sovyetler Birliği ve öteki Varşova Paktı devletlerinin çözülüşüyle birlikte, KKE’nin kendi içinde geniş bir ayıklama harekatı başlatarak üyelerinin (daha sonra önemli bir kısmı Synaspismos’la hareket edecek olan) yüzde 45’ini tasfiye etmesi ve ittifaktan çıkışıyla birlikte, 1991’de partileşmişti. Avrupa Sol Partisi’nin kuruluşunda yer alan başlıca partilerden biri oldu. Genel olarak, 90’lardan itibaren, Yunanistan’da belli başlı iki sol siyasi kuvvetten Synaspismos’un, emperyalist küreselleşme politikaları karşıtı hareketler, kadın, gençlik, çevre hareketleri, işsizler, göçmenler ve taşeron işçilerin mücadeleleri hattından, KKE’nin ise geleneksel tabanı olan büyük fabrika işçileri ve geleneksel sendikalar üzerinden geliştiği söylenebilir.

2001’de “Solun Birliği Ve Ortak Eylemi İçin Diyalog Alanı” isimli bir çatı örgütlenmesi, Syriza’nın temellerini attı. Bu örgütlenme, geniş bir sokak eksenli mücadele cephesiyken, 2004 seçimleri çerçevesindeki ittifak tartışmaları, Alan bileşenlerinin az bir kısmının dışında kaldığı, az sayıda da yeni katılımcıların olduğu Syriza koalisyonunun kurulmasıyla sonuçlandı.

Syriza, gelişim süreci içerisinde giderek genişledi ve PASOK’un solunda kalan, KKE haricindeki, irili ufaklı hemen hemen bütün siyasi örgütlenmeleri kapsadı. Daha ötesinde, bileşenlerinin toplam tabanının, üye sayısının çok üzerinde bir kesimi harekete geçirmeyi, saflarında birleştirmeyi başardı.

2013 yılında ise Syriza, bileşeni olan tüm partilerin kendilerini feshetmesi yoluyla daha sıkı bir parti birliğini sağlayacak kararlar aldı. Syriza bileşenleri içerisinde, daha ufak çaplı kimi örgütlenmeler dışında bu karar yalnızca Yunanistan Komünist Örgütü (KOE) tarafından uygun bulunmadı. Örgütsel yapısını tasfiye etmeyen ve Dromos gazetesi aracılığıyla bağımsız propaganda faaliyetini sürdüren KOE, açık kimliğiyle siyasi mücadeleyi ise askıya aldı.

Toplumsal Mücadele Syriza’yı İleri İtti

Syriza’nın kuruluşu başlı başına bir enerji yaratarak, 2004 seçimlerinde yüzde 3.3 olan oy oranını 2007 seçimlerinde yüzde 5.6’ya yükseltmesini sağlasa da, Syriza’nın gerçek ilerleyişi, Aralık 2008’de gelişen halk isyanları dalgalarının eseri oldu.

Syriza, bütün yalpalamalarına rağmen, bu isyanla, direnişlerle güçlü bir ilişki kurdu.

Syriza, belirgin bir toplumsal dönüşüm programına sahip, ideolojik bakımdan homojen ve kararlı, toplumun belirli bir kesiminin ya da kesimlerinin öncülüğüne soyunmuş, stratejisi ve siyasi hedefleri belirgin bir örgütlenme değil. Başından beri de olmadı. Halkçı demokratik karakterde bir siyasi ittifak niteliğinde olduğu için, politikalarını içinde barındırdığı liberal burjuva soldan devrimci kuvvetlere dek geniş bir yelpazenin eğilimlerinin çatışmasıyla şekillendirdi. Siyasi tarzının en belirgin, sürekli, istikrarlı ve güçlü yönü, halk hareketiyle, isyan ve mücadelelerle buluşmadaki, talepleri sahiplenmedeki ısrarı oldu.

Syriza, halk hareketiyle birleşir, taleplerini sahiplenirken, bir yanda halk hareketinin ve hem bileşimindeki, hem de tabanındaki daha ileri siyasal kesimlerinin sol basıncı, diğer yanda kendi içindeki daha liberal kesimlere dayalı olarak, Yunanistan burjuvazisi ve Avrupa emperyalistlerinin sağ basıncı altında yalpalamalar geçirdi. Grevlere, gösterilere mesafe koyduğu, katılmama kararı aldığı dönemler oldu. Tabanı isyanlar döneminde karakolları kuşatırken, “kör şiddeti” kınadı, “polisin demokratik yeniden örgütlenmesi” şiarını geliştirdi. Ancak hareketten kopmaması ve en temel taleplerini burjuva reform programları ekseninde de olsa sahiplenmesi, isyan hareketinin tabanıyla bağlarını güçlü kıldı.

Böylece işçilerin, gençliğin, yoksulların isyanı Syriza’yı ileri itti. Ayaklanma dalgaları, onu daha ileri siyasi tutumlara zorladı. Bu daha ileri siyasi tutumlar ise Syriza'nın, saflarını genişletmesini sağladı.

Yunanistan’da Devrimci Durum

5 Aralık 2008 gecesi Atina’da Eksarhia semtinde, AB dayatmalarının sonucu olan üniversite özelleştirmelerine ve eğitime ayrılan bütçedeki kesintilere karşı sürdürülen eylemler çerçevesinde anarşist gençlerin düzenlediği bir gösteride 15 yaşındaki Alexandros Gregoropulas polis tarafından katledildi.

O akşam başlayan protestolar, ilerleyen günlerde okul boykot ve işgalleri, gösteriler, bankalara ve büyük mağazalara saldırılar, polis merkezlerinin kuşatılması biçiminde sertleşerek bir isyan halini aldı. Başlangıçta isyanın temel gücü, o güne dek kayıp kuşak olarak anılan, burjuva bireycileşmenin ve apolitizmin tutsağı olduğu varsayılan ve asla toplumsal hedefler için harekete geçmeyeceği rivayet edilen ortaokul ve liseli gençlikti. Tıpkı, Türkiye’deki Haziran Ayaklanması dahil, o dönemden bugüne dek dünya çapında süregiden isyan ve ayaklanmaların tümünde olduğu gibi. Protesto eylemleri 10 Aralık’ta yeni bir düzeye sıçradı. Yunanistan'ın emperyalist küreselleşme sürecine göre yeniden yapılandırılması çerçevesindeki saldırı paketine karşı daha önceden çağrısı yapılmış olan 10 Aralık genel greviyle birlikte, işçi sınıfı isyancı gençlikle buluştu. Ayaklanmanın toplumsal tabanı genişledi. Kent yoksulları, emekçiler, kadınlar, esnaflar hızla ayaklanmanın parçası haline geldi. Talepler başkalaşarak, öfke, Kostas Karamanlis’in başkanlığındaki Yeni Demokrasi Partisi hükümetine yöneldi. Emperyalist küreselleşme politikalarına karşı yükseltilen talepler, eylemler karşısında artan polis terörüne karşı taleplerle buluştu. Hükümete ve zenginlere ait binalar, kurumlar ateşe verildi.

2008’deki isyandan sonra da sular durulmadı. Tunus’tan ABD’ye, Hırvatistan’dan İspanya’ya dek sayısız ülkede yoksullar, başta gençlik olmak üzere, kadın erkek işçiler ve ezilenler yeni yeni isyanları ateşlerken, Yunanistan’da da eylemler sürdü.

Borç Krizi

Dahası, Yunanistan’da ekonomik kriz derinleşti. Bir devlet borcu krizi patlak verdi.

Avro bölgesine geçiş, başlangıçta ekonomik gelişimi hızlandırdı, refah düzeyinde göreli bir düzelme açığa çıktı. Yunanistan ekonomisi yeni para sistemi ekseninde yeniden yapılandırıldı. Alman ve Fransız sermayesi ülkeye akarken, Yunanistan tarımı ve kendine yeter tüm üretken ekonomileri yıkılarak, turizm ve deniz ticareti eksenli tek yönlü bir yola sokuldu. Avrupa’nın emperyalist ülkeleriyle arasındaki enflasyon farkı artan Yunanistan'ın, rekabet gücü daha da geriledi. Ancak avro bölgesine dahil olduğu için, tek başına para basma, dolayısıyla develüasyon tedbirleri geliştirme imkanı da yoktu. Borç köleliğine bağlı bağımlılığın derinleştiği bu yılların sonunda, dünya ekonomik kriziyle birlikte AB’nin bağımlı ekonomileri ardı ardına borç krizine yuvarlandılar.

Yunanistan burjuvazisi ve Almanya liderliğinde Avrupalı emperyalistler, burjuvazinin borçlarını Yunan işçi ve emekçilerine ödetmeye girişti. Yunanistan’daki borç krizine IMF, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası’ndan oluşan Troyka’nın el koymasıyla, borç düzeninin sürdürülmesi için toplamda Yunanistan GSMH’sinin yüzde 175’ine tekabül eden yeni borçlar karşılığında kemer sıkma politikaları birbirini izledi. Troyka, Yunanistan’ı ekonomik ve siyasi olarak fiilen yöneten güç haline geldi.

Mayıs 2010’dan itibaren sonraki yıllara taşan yeni bir isyan dalgası Yunanistan’ı sardı. Ulusal gelirin dörtte bir düştüğü, 2008’de yüzde 7.7’lerde seyreden işsizliğin sürekli yükselerek 2013’te yüzde 27.9’a vardığı, yoksulluğun hızla arttığı, sağlık hizmetleri, sigorta, güvenceli iş koşullarının gerilediği, asgari ücretin %14 düştüğü, maaşların kesintiye uğradığı, ücretlerin sıklıkla ödenmediği beş yıl boyunca grevlerin, gösterilerin, meydan işgallerinin ardı arkası kesilmedi.

Toplumsal Devrimin Siyasi Öznesi

Aralık 2008 isyanıyla birlikte Yunanistan’da bir devrimci durum açığa çıktı. Kitle sokaktan yıllarca çekilmedi. İşçi, işsiz ve öğrenci gençlik ile işçilerin başını çektiği, esnafların, kadınların, lgbtilerin ve tüm halk kesimlerinin meydanlarda, barikatlarda, gösterilerde buluştuğu sayısız grev ve direniş gerçekleşti.

Bu isyanla birlikte işçi sınıfı ve ezilenler, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Yunanistan’da en önemli siyasi özne haline geldi.

Devrimci durumun olgunlaşması, Yunanistan’da toplumsal ve siyasi saflaşmanın eksenini kökten değiştirdi. Bu durum en açık ifadesini burjuva parlamentoda gösterdi.

Krizden, yoksulluktan sorumlu burjuva partiler, önce Yeni Demokrasi, sonra PASOK birbiri ardına iflas etti, seçim sandıklarına gömüldü. Yunanistan’ın geleneksel burjuva siyasi çehresi değişti. Onca yıllık geleneğiyle PASOK, gümbürtüyle çöktü. Yunanistan’da 1974 sonrasında oluşmuş olan burjuva partiler sistemi ya da dizilimi bozuldu.

Yunanistan'ın bir devrimin eşiğine varmasına, Yunan gençliği ve emekçi sınıflarının burjuva hegemonyadan kopuş sürecine girmelerine, geleneksel burjuva partilerin bu kitleleri ideolojik olarak etkileyemez, ikna edemez hale gelmelerine karşın burjuva blok parçalanamadı. Çünkü bu kendiliğinden hareketin talepleri antikapitalist niteliğine rağmen nihayetinde burjuva düzen sınırlarını aşmıyordu.

Böylesi bir hareket ancak onu toplumsal devrim hedefine bağlayacak bir siyasi programı ve siyasi mücadele tarzını önüne koyacak, iktidar cesaretine sahip bir siyasi öznenin (hareketin siyasi önderliğinin) oluşmasıyla zafere ulaşabilirdi.

Böyle bir özne ortaya çıkmadı ve hala da görünmüyor. Ancak toplumsal devrim programının ortaya çıkmadığı koşullarda, kapsamlı bir burjuva reform programına sahip, halkçı demokratik nitelikteki Syriza, devrimci durumun hızla öne fırlattığı kuvvet oldu.

Syriza’nın öne sürdüğü şiarların hiçbiri devrimci şiarlar değildi. Ne borçların iptali, ne memorandumun (kredi karşılığı kölelik anlaşmalarının) reddi, burjuva reform sınırlarının ötesine geçen taleplerdi. Ancak Yunanistan’ın somut koşullarında borçların iptali, ucu AB’den çıkışa, geniş çaplı kamulaştırmalarla yeni bir ekonomik ve toplumsal düzenin kurulmasına açılan devrimci bir mücadelenin konusu haline gelmişti.

Çünkü ekonomik-mali sömürgeciliğin cenderesindeki düzen tıkanmıştı, kitleleri iktisadi ödünlerle yatıştırma siyaseti izleyemiyordu. Aynı nedenle burjuva solu, kitleleri devrimden uzak tutmak, burjuva çözüm hayallerine bağlamak çizgisinde de olsa, öne çıkan talepleri sahiplenemiyor, hükümet sorumluluğu aldığında verdiği sınırlı sözleri bile yerine getiremiyordu. Bu koşullarda, kitle hareketi, emekçi sol iddialarla ortaya çıkan reformcu bir partiyi güçlü bir biçimde ileri itme gücüne kavuştu, o parti ve liderliği hiç düşünmedikleri ve önlerine koymadıkları bir rol üstlendiler. “Varış çizgisine” kadar, bu rolü tempo yükselterek oynamaya sürüklendiler.

Bu nedenle Syriza’nın bu talepleri sahiplenmesi de işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesini güçlendiren, ileri iten bir rol oynayabildi. Her türden siyasi parti ve örgütlenmeye mesafe koyan gençliğin politizasyonunu hızlandırdı. Siyasal örgütlenmeye ilgi uyandırdı. Halk hareketinin değişik kesimlerini, sayısız otonom ve yerel örgütlenmeyi toparladı. Politik şiarları, hedefleri somutladı ve belirgin bir siyasi odaklaşma yarattı. Toplumsal dönüşüm ya da devrim için siyasi iktidar fikrini genelleştirdi.

Syriza’nın bir çok bileşeni ile, hemen hemen bütün bir tabanı, halk hareketinin sürekli içinde yer alırken, oy oranı 2012’de yüzde 16.8’e, aynı yıl yinelenen seçimlerde yüzde 26.9’a, Ocak 2015 seçimlerinde ise yüzde 36.4’e yükseldi. Tek başına hükümet olanağını ucu ucuna kaçırdı.

KKE’nin Bürokratik Köhnemişliği

Yunanistan’da devrimci durum ve devrimci olanaklar, kitlelerin özlem ve ihtiyaçlarıyla birleşecek, kitlelere güven temelinde ilerleyebilecek bütün güçler için veriliydi. Syriza bunlara cevap vermeye yönelir ve güç büyütürken, KKE, Yunanistan halkının kahramanca mücadelesinden beslenemediği, bu savaşım içinde anlamlı bir politik kuvvet, bir siyasi seçenek haline gelemediği için zayıflayıp gerileme sürecine girdi.

KKE devrimci durum zemininde ilerleyemedi, çünkü halk hareketiyle birleşmedi. Onun kitlelere tepeden bakışı, tüm “ilkesel” lafazanlıklarına karşın siyasi atılım ve iktidar olma cesaretinden yoksun tutumu, ayaklanma dalgaları karşısında, “gerçek bir halk hareketi bir camı bile kırmaz” sözlerinde cisimleşen köhnemiş bürokratik ve reformist zihniyet ve ruhu, geleneksel kitlesinin de KKE'den kopmasını koşulladı. Kitle içerisinde provokatörler olduğu iddiasıyla polisi göreve çağırmaktan, geniş bir etkiye sahip olduğu PAME sendikasını parlamento binasını göstericilere karşı korumaya almaya yönlendirmesine, devrimci şiddet eylemlerini kınamasına, hükümetin istifası taleplerine sırtını dönerek “yönetici değiştirmek istemiyoruz” gibi en keskin söylemler altında en geri tutumlar sergilemesine, 2008’de 10 Aralık grevini ve daha sonra çeşitli işçi grevlerini erteletme çabalarına dek, PASOK’la özsel bakımdan ayrışmayan bir pratik sergiledi. O nedenle bugün Syriza’nın kırılması karşısında geliştirdiği üstten söylemleri kitleler ciddiye bile almadı.

Çipras’ın Troykaya Teslimiyeti

Syriza’nın 2015 seçim programı Avrupalı emperyalistlere karşı kendi ölçeğinde bir meydan okumaydı. Asgari ücretin artırılmasını, özelleştirmelerin durdurulmasını, yoksul halkın çeşitli kesimlerine sağlık, elektrik, gelir yardımlarını da içeren sosyal harcamaları, işsizlikle mücadelede yeni istihdam alanlarını vaad ediyordu. Nitekim Ocak seçimlerinin ardından hükümete gelir gelmez bu talepleri yerine getirmeye başladı. Reformların arkasının gelip gelmeyeceği ise, en kritik sorun olan borçların ödenmesi meselesinde alınacak tutuma bağlıydı.

“Memorandumu tanımayacağız, borçları ödemeyeceğiz, Avro’dan çıkmayacağız” şiarı Syriza’nın genel eğilimini en doğru yansıtan slogandı. Avro bölgesinden çıkışın dahi göze alındığı mesajları yer yer gündeme gelse de, Syriza, “Avrupa temel değerlerine bağlılık” söyleminden hiç ayrılmadı. Yunanistan halkının yaygın bir AB’den çıkış eğilimi olmadığı gibi, AB’de kalma isteği belirgindi. AB üyeliğinin, Avrupa değerlerinin parçası olmanın Yunanistan’ın tarihi kültürel şekillenmesiyle bağlı ideolojik kökleri de halk içinde derindi. Ancak Temmuz referandumu sonuçları, bunun dahi göze alınmış olduğunu gösteriyordu.

Syriza, ya da Aleksis Çipras önderliği, stratejisini, halk hareketine dayanarak AB burjuvazisinden taviz koparma üzerine kurdu.

Oysa Avrupa’da sınıf mücadelesinin koşulları düne göre daha da sertleşmişti.

Elbette Yunanistan’ın borçlarını ödeyip ödememesi ekonomik açıdan önemliydi. Ama daha da önemlisi, herhangi bir bağımlı AB ülkesinin, hem de burjuvazinin düzeni sürdürme adına süklüm püklüm yalvardığı bir yardım olarak değil de, halk hareketine dayanarak ve onu temsilen elde edilecek bir kazanım, bir meydan okuma olarak, borçları ödememe seçeneğini gündeme alması ve krizlerin faturasını ödemekte olan sayısız ülke işçi ve ezilenlerine de bu yolu göstermesi ihtimaliydi. AB’nin, kendi yolundan yürüyecek, borçlanma yoluyla köleleşme zincirinden kopacak, neoliberal düzenin parçası olmayı reddedecek bir “ortağa” ihtiyacı yoktu. Herhangi bir bağımlı AB ülkesinin taleplerini Alman ve Fransız emperyalistlerine dayatma gücünün bulunduğu fikri, Yunanistan’ın avro alanı dışında kalmasından çok daha büyük bir riskti.

Syriza, tıpkı halk hareketiyle ilişkilenişinde olduğu gibi, Avrupa burjuvazisiyle ilişkilerinde de, temsil etmeyi kast ettiğinden daha fazlasını temsil ediyordu.

Belki, dünya ekonomik krizinin sürdüğü, AB ekonomisi dahil tüm ekonomilerin fazlasıyla kırılganlaştığı koşullarda Yunanistan’ın avro bölgesinden çıkışının etkileri göze alınamayacak kadar büyük olabilirdi, ancak 2015 yazında durum böyle değildi. Bu koşullarda, Avrupa emperyalistleri, reste restle yanıt verdi. Temmuz referandumunda aldığı büyük halk desteğine rağmen Avro’dan çıkışı göze alma belirtisi taşımayan Syriza’nın, “gerekirse avrodan çıkarız” restine karşılık, Almanya başbakanı Angela Merkel ile AB komisyonu yetkileri de Yunanistan’ı avro bölgesinden de, Avrupa Birliği’nden de çıkarma mesajı verdi.

Avro bölgesinden çıkışı hiçbir biçimde göze alamayan Syriza liderliği, borçlar konusunda bir moratoryum ilanına gitmek, borçları ödemeyeceğini ilan etmek yerine, müzakere masasında borç ödemelerinin Yunanistan ekonomisinin büyümesi hedefine bağlı planlanacağı, planlamada Yunan hükümetinin önceliklerinin esas alınacağı bir yeniden yapılandırma arayışına sıkı sıkıya sarıldı.

Başka Seçenek Var mıydı?

Avro bölgesinde kalarak emperyalizme bağımlılığa son vermek ya da borç köleliğini hiç değilse hafifletmek, AB içinde kalarak emperyalist küreselleşme düzeninin, mali ekonomik sömürge zincirinin dışında kalmak imkansız. AB ve avro alanı bizzat bunun için var. Borçlandırma yoluyla sürdürülebilir yağma koşullarının oluşturulması emperyalist küreselleşme düzeninde sermaye birikiminin başlıca unsurlarından biri. Moratoryum ilan edilmediği sürece, borçlar ödenmeye devam edildiği sürece borçlar silinmeyecekti ve silinmedi.

Bağımsız para basma yetkisi bile olmayan bir ülkenin bağımsız bir ekonomik gelişim programına sahip olabileceğini, bunun Almanya başta olmak üzere emperyalist devletler ve uluslararası kurumlarla pazarlık konusu yapılabileceğini düşünmekse ham hayaldi.

Kapitalizmin işçi ve emekçilerin temel sorunlarına çözüm üretemeyeceği gerçeği, sermaye düzeni ile işçi ve ezilenler arası çelişkiler Yunanistan’da öyle keskin hale geldi ki, emekçi kitlelerinin en asgari insani taleplerinin gerçekleştirilmesinin bile devrim sınırına dayandığı, burjuva reform programlarının iflasa mahkum olduğu bir durum açığa çıktı.

Varılan eşik, öncelikle borçların ödenmesinin reddedilmesini ve avro bölgesinden çıkışı gerektiriyordu. Ancak Yunanistan koşullarında bunun ortaya çıkaracağı sonuçların göğüslenmesi için, tekelci ve orta burjuvazinin ağır vergiler vb yollardan sınırlanması da yetmiyordu, ekonomik-mali sömürgecilik boyunduruğunu ve ayrıcalıklarını elde tutan emperyalistlerin buyruklarının reddedilmesini, bundan doğacak sonuçlara meydan okunmasını ve ekonominin halkçı önlemlerle yeniden inşasını gerektiriyordu. Devrim partisi dışında bir siyasi öznenin buna cüret etmesi elbette güçtü. Fakat bu, Güney ve Orta Amerika örneklerinde görüldüğü gibi yine de denenebilir bir yoldu. Yunanistan'ın bazı bakımlardan o ülkelere göre dezavatajları, onların denediğine cüret edilmesinin engeli değildi. Sriza, halk, “ileri” demesine rağmen o cüretten korktu, o korkuyla kendi reformcu sınırlarına çekildi. Kuşkusuz geri çekilmese ve halkın onayladığı yoldan ilerleseydi bu kez de, emperyalist sistemin dışına çıkma ya da devrimle yüz yüze gelecekti.

Venezüella’da, yine halk hareketinin ileri ittiği halkçı demokratik bir hükümet vardı. Ancak siyasi bakımdan, ordu, devlet, bürokrasi ilişkilerinin tarihsel şekilleniş farklılığı, ekonomik bakımdansa petrol olanağı Chavez liderliğindeki birleşik hareket için çok önemli bir avantaj ve dayanaktı. Petrolün kontrolü otomatik olarak ekonomik bakımdan görece çoklu bağımsız gelişim seçenekleri sunuyordu.

Syriza’nın Yunanistan halk hareketiyle ilişkisi, Morales’in Bolivya’daki gelişimi gibi olmadı. Bu bir yana, Bolivya’nın kıtasal manevra olanakları, AB içerisinde sıkışan Yunanistan’dan farklıydı.

Örnekler çoğaltılabilir. Önemli olan, tüm bu dezavantajlara rağmen Syriza’nın ya da iktidar cesareti olan bir başka siyasal kuvvetin, bugün veya yakın gelecekte başka bir yoldan yürümek için gerekli toplumsal dayanaklara sahip olup olmadığıdır.

Bu dinamikler Yunanistan’da mevcuttu ve bugün de mevcut. Syriza’nın siyasi bakımdan da, ekonomik bakımdan da başlıca dayanağı, Yunanistan’ın ezilen, işçi, emekçi tabakalarıydı. Bu güce dayanarak Yunanistan’ın kendi üretici dinamiklerini geliştirme olanağı da vardı. İkincisi, dolaysız yedekleri olarak sınırlı bir dayanak oluşturan, Avrupa başta olmak üzere başka ülkelerin işçi ve ezilenlerinin, siyasi bakımdan ve belki kısmen de ekonomik bakımdan, bir siyasi kuşatma (içten veya dıştan) ve ekonomik ambargoyu hafifletme olanakları ile, kendi ülkelerinde yürütecekleri mücadelelerle emperyalistleri güçten düşürme olasılıklarıydı. Üçüncüsü, dolaylı yedekleri, yani emperyalistler arası çelişkilerdi, ki bu da özellikle Çin, Rusya burjuvazilerinden kredi sağlama olasılıkları anlamında, azımsanamayacak seçenekler sunuyordu.

Karşısında ise, AB’yi, ekonomik olduğundan da fazla, siyasi bir riskten korumaya vakfolmuş alacaklıları, onları temsilen Troyka, Yunanistan burjuvazisi ve onların dayanacakları iç unsurlar (ordu-polis ve sivil faşist örgütlenme) vardı.

Tarih hiçbir zaman siyasal öznelerin önüne ideal koşullar koymadı. Dahası, Syriza’nın bütün bir gelişim seyri de, halk hareketinin taleplerine bağlı kalarak siyasi riskler alma ve yine halk hareketine dayanarak bu riskleri bertaraf etmenin deneyimleriyle doludur.

Şimdi Ne Olacak

Müzakere masasındaki teslimiyetçi tutumunun ardından, Syriza içindeki ve dışındaki emekçi sol güçler yeniden saflaştı. Syriza’nın halk hareketiyle bağları bakımından en dinamik kesimini ve Syriza’yı ileri bir siyasal çizgiye zorlayan iç basıncı temsil eden hemen hemen bütün güçler Syriza’dan ayrıştı. Bu güçler, Syriza içinde kendilerini esasen Sol Platform olarak ifade ediyorlardı. Sol Platform, Syriza Merkez Komitesi'nin yarısı, çeşitli düzeylerde Syriza yerel yöneticileri, kimi devrimci, ilerici bileşenler (Syriza’nın üçüncü büyük bileşeni olan ve gerek Syriza içindeki çalışmaları, gerekse halk hareketi ile kurduğu dinamik ilişki nedeniyle gücünü anlamlı ölçüde büyüten KOE dahil) ittifaktan çekildi. Bir kısmı, Syriza’nın daha solunda bir reform programını savunan Halkın Birliği partisini kurdu. Böylece Troyka’nın da yönelimlerine uygun biçimde, Syriza olası sol iç basınçlardan önemli ölçüde kurtuldu ve burjuva partiler düzenine entegre edilmesinin önü açıldı. Bu faktörler gözönüne alındığında, eğer halk mücadelesi yeniden daha büyük bir basınçla Syriza’nın mevcut bileşenlerini daha ilkeli bir çizgiye, dışında kalan sol kuvvetleriyse yeni bir ittifaka zorlamazsa, Syriza’nın Temmuz’daki kırılmayı aşması mümkün görünmüyor. Çipras çizgisine karşı içte yükselen bu tepki karşısında Çipras’ın istifası ve seçimlerin kısa sürede tekrarının esas işlevi, memorandum karşıtı daha ilerici dinamiklerin istifalar yoluyla tasfiyesinden sonraki Syriza tablosunun stabilize edilmesi, halk nezdinde meşrulaştırılması oldu.

KOE seçimlere katılmadı. Halkın Birliği, kuruluşunu izleyen kısacık süre içerisinde gerçekleşen seçimlerde anlamlı bir başarı gösterme becerisi sergileyemedi. Syriza içerisindeyse bugüne kadarki seyrinden farklı bir yol izleyecek, işçi sınıfı ve ezilenleri daha sert mücadele koşullarına hazırlayacak, iktidar cesareti olan bir politik odak henüz görünmüyor. Sokak hareketiyle ilişki ve yeni çarpışmalar için hazırlık düzeyi, bütün bu güçler bakımından geleceği belirleyecek.

Sonuçta borçlar da, borcu borçla kapatarak faturasını işçi ve emekçilere yıkma düzeni de yerinde duruyor. Kemer sıkma paketleri de öyle. Protestolar şimdiden başladı.

Avrupa’da (ve başkaca bölgelerde) 1990’ların ikinci yarısından itibaren “küreselleşme karşıtı” hareketler biçiminde boy veren, emperyalist küreselleşmeye karşı işçi ve ezilenlerin ilk mücadele dalgası, her çeşit siyasi partiye karşıtlık temelinde gelişiyordu. 2008’den bugüne gelişen ikinci dalgası ise, hem burjuva, hem de sol ve sosyalist siyasi parti ve örgütlere karşı mesafesini kısmen korusa da, temel eğilimi, burjuva solun yerleşik partilerinin dışında kalan bütün siyasi güçleri iteleyerek politik cepheleşmelere zorlaması ve bu cepheleri ileri itmesi oldu. Üçüncü bir mücadele dalgasının, bugüne kadarki birikime dayanarak, tek tek ülkelerde, bağrından devrimci dinamikler çıkaracağını ve ileri iteceğini görmek zor değil. Zira Syriza türü örgütlenmeler pek çok ülkede işçi sınıfı ve ezilenlerin örgütlenme bilincini geliştirdi, hükümet olma şansı bulduğu kimi yerlerde ise, kitlelerin acil taleplerinin burjuva reform sınırına dayandığını görmesine yol açtı.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi