ÖYM'den TMM'ye Değişen Bir Şey Yok

3. Yargı Paketi olarak bilinen “Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun”, alelacele pakete dâhil edilen Özel Yetkili Mahkemeler düzenlemesini de içererek, 1 Temmuz’da Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi ve 5 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Hükümet erkânı paketi, “devrim niteliğinde bir düzenleme” olarak kamuoyuna sundu. Paketteki düzenlemeler ile “çok sayıda kişinin tahliye olacağı” yönünde haberler yapılırken, “uzun tutukluluğun kalkacağı”, “infaza dönüşen tutukluluk sistemi yerine tutuksuz yargılama ve adli kontrol uygulanması yoluna gidileceği”, “tutuklama kararlarının mutlaka gerekçeli olacağı, somut olgulara dayandırılacağı”, “kararlarda uluslararası sözleşmeler ve AİHM kriterlerinin dikkate alınacağı”, “basının sansür edilemeyeceği, yayınların toplatılamayacağı”, “infazın durdurulacağı, soruşturma ve kovuşturmaların erteleneceği”, “denetimli serbestlik hükümlerinin uygulamaya geçirileceği” şeklinde açıklamalar yapıldı. Elbette pakete “devrim” niteliğini kazandıran da “Ceza Mevzuatı Kanunu’nun (CMK) 250, 251 ve 252. Maddelerinin yani Özel Yetkili Mahkemelerin (ÖYM) kaldırılması” oldu.

Yasalaşan 3. Yargı Paketi ve Ekim ayında Meclis gündemine gelmesi beklenen 4. Yargı Paketi etrafında yürütülen tartışmalar başlı başına -özellikle ceza mevzuatı yönünden- Türk hukuk sistemine ve yargı krizine ayna tutuyor. AKP, iktidarının ilk döneminde imza atarak yasalaştırdığı kanunlarda yeniden düzenlemeye girişiyor. Yargı paketleri konu alanları itibariyle Türkiye’de adalet ve yargı sorunlarının boyutları ile ilgili gerçek olgular içermekle birlikte; herkesin birbiri ile Özel Yetkili Mahkemeler, özel yetkili soruşturma ve yargılamalar üzerinden hesaplaştığı politik rejim krizine de ayna tutuyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülmekte olan KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağrılması ile tepe noktasına ulaşan bu kriz, bizzat Başbakan nezdinde hükümeti de “devlet içinde devlet haline gelmiş” bu mahkemeler konusunda düzenleme yapmaya yöneltti.

Bugün gelinen aşamada yapılan değişikliğin bir yanı; ÖYM’lerin hükümetin yönettiği organ olmaktan çıkıp, giderek özerkleşen ve iktidarı tehdit eden yapısıyla ilgiliyken, diğer yanı; işçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı ve değişik kesimlerden mücadele dinamikleri ve bunların birleşik öznelerinin sokaklarda yükselttiği “TMY, ÖYM kaldırılsın” talebi; tutuklama ve “terörist” sıfatı ile tutuklu/tutuksuz yargılama kırımından geçirilen sosyalistler, yurtseverler, aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, hukukçular, sendikacılar, insan hakları savunucuları, öğrenciler ve kadınların zindanlarda ve mahkemelerde bu yargı sistemini mahkûm eden duruşları ile ilgilidir. Egemenlerin bizzat kendi unsurlarını dahi tutukladığı çatışma sahası haline gelen yargı alanı içerisinde, mücadele dinamikleri özgürlükler için sürekli eylem halinde oldular. ÖYM’lerin faşist, şovenist niteliği toplum kesimleri nezdinde açığa çıktı, “terör” suçlaması ve tutuklama durumu caydırıcı etkisini yitirdi.

AKP, yeni yargı paketinde yaptığı revizyon ile “özel yetkileri” kendi durumunu sağlama almak yönünde sınırlarken, “adalet” talebi etrafında birleşen milyonların mücadele gücü karşısında da “ÖYM’ler kaldırıldı” makyajına girişti.

Özel Yetkili Mahkemelerden TMY Mahkemelerine

AKP’nin “ÖYM’lerin kaldırılması”nı içeren değişiklik önergesi yasanın 105. Maddesinde; “CMK 250, 251 ve 252. Maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır” şeklinde yer alırken, aynı yasanın 75. Maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY) 10. Maddesi “Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” şeklinde değiştirilmiştir. 75. madde, TMY ve Türk Ceza Kanunu’nun devlet ve hükümet aleyhine işlenen suçları düzenleyen bölümleri kapsamına giren suçlara bakmakla görevlendirilecek ağır ceza mahkemeleri ve bunların kullanacağı soruşturma usullerini belirliyor. Yine Kanun’un Geçici 2. Maddesinin 7. Bendi; “Mevzuatta CMK’nun 250. Maddesinin 1. Fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerine yapılmış olan atıflar, TMY’nın 10. Maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ağır ceza mahkemelerine yapılmış sayılır” demektedir.

Madde lafızlarının Türkçe meali tam olarak şu; yeni yasa ile yürürlükten kaldırılan CMK 250, 251 ve 252. Maddeleri Terörle Mücadele Kanunu’na aktarıldı. Tıpkı Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kaldırılarak, 2004 yılında değiştirilen CMK’nun 250-252. Maddelerine aktarılması gibi. Şimdi yeni özel yetkili tabela; bölgesel terör mahkemeleri.

Bu kanun kapsamına giren suçlarla ilgili açılan davalar HSYK tarafından belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülecek. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri, başka mahkemelerde görevlendirilmeyecek. Soruşturmalar, şu anda olduğu gibi HSYK tarafından görevlendirilen özel yetkili savcılarca yapılacak. HSYK Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından Adalet Bakanlığı’nın teklifiyle 11 şehirde 13 Bölgesel Ağır Ceza Mahkemesi (BACM) kurdu. Daha önce İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Diyarbakır, Malatya, Erzurum ve Van’da bulunan 8 özel yetkili mahkeme bölgesi, Antalya, Bursa ve Samsun’a da Bölgesel Ağır Ceza Mahkemeleri (BACM) kurularak, 11’e çıkarıldı. Ankara’da iki tane ÖYM varken yeni sistemde BACM sayısı bire indi. İstanbul ve Diyarbakır’da ise sadece ikişer ihtisas mahkemesi kuruldu. Diğer bölgelerdeki mahkemeler ise birer tane.

Bu mahkemelerin soruşturma ve yargılama usullerinin ceza mevzuatının genel kanun ve ilkeleri dışında TMY gibi özel bir kanun içerisinde düzenlenmiş olması kişi güvenliği ve özgürlüğü yönündeki temel, evrensel ilkelere aykırıdır. Hukuk ve ceza yargılamasında kabul gören gerçeklik; yargılamanın kişi güvenliği ve özgürlüğü yönündeki teminat ilkelerini gözeterek, maddi gerçeğe ulaşma ilkesidir. Mahkemelere; geçmiş dönemde eleştiri konusu olan “devletin güvenliği” mahkemeleri olma görevi yüklenemeyeceği gibi, “terörle mücadele etmek” şeklinde bir görev de yüklenemez. Fakat yeni düzenleme özel soruşturma ve yargılama usullerini ve mahkemeleri doğrudan TMY’nın içine alarak, herkesin peşinen terörist sayılacağı bir düzenlemeye kapı açmaktadır.

Yetkileri kaldırılan Özel yetkili mahkemeler, Ergenekon, Balyoz, KCK gibi açılmış davalarda kesin hükme kadar görev yapmaya, TMY 10. Madde kapsamındaki özel yargılama usullerini kullanmaya devam edecek.

Yeni düzenleme ile özel tipte mahkemeler ezilenler ve politik özgürlükler mücadelesi karşısında baskı aracı olarak varlığını sürdürürken; organize suçlar, çıkar amaçlı suç örgütleri, bakan, bürokrat ve belediyelerce yapılan yolsuzlukların tamamı bu mahkemelerin yargılama kapsamından çıkarıldı. Başbakan bu düzenleme ile yolsuzlukların soruşturmasını kendi iznine bağlayarak, bakan, bürokrat ve AKP’li bazı belediyelerce yapılan yolsuzlukların soruşturulma- sının önüne geçmiş oldu. Ergenekon ve Balyoz yargılamalarını kapsayan TCK’nun 313., 314. Maddeleri ve bazı maddelerde “görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet Savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır” demek suretiyle asker yargılamalarının süreceği işareti verilirken, “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. Maddesi hükmü saklıdır” düzenlemesiyle MİT yetkililerine dönük soruşturmalarda izin şartı getirdi.

“Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu maddesi kapsamına giren suçlarla ilgili olarak bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla açılmış olan davalarda, sanığın taşıdığı kamu görevlisi sıfatı dolayısıyla hakkında soruşturma yapılabilmesi için izin veya karar alınması gerektiğinden bahisle durma veya düşme kararı verilemez” diyerek bir yandan devam eden mahkemelerin durmayacağını söylerken diğer yandan da kamu görevlilerinin (ki buna sivil ve askeri görevliler girmekte) hakkında soruşturma açılması izin veya karara bağlanmıştır, demekteler. Bunun sonucu, en güncelde yaşanacak ve genelkurmay, hükümet, asker-sivil bürokratları Uludere katliamının, Kazan kimyasal katliamının ve bundan sonra gerçekleştirecek benzer katliamların hesabını vermeyecek demektir.

AKP yeni düzenleme ile “devlet içinde devlet” tanımını yaptığı, Gülen cemaatinin elindeki ÖYM’leri yeniden biçimlendirirken, Hakan Fidan olayında yaşandığı gibi hükümete karşı tehdit oluşturmasının önüne geçmiş oldu.

Bir İleri İki Geri

Yasa değişikliği bazı noktalarda iyileştirmeler içerirken, iyileştirme olarak sunulan pek çok düzenlemede somut ölçüler koymak yerine “hâkim takdiri”ne yollama yaparak, yorumlama ve kıyas yöntemini yasal düzenleme ve gerekçe haline getiriyor.

Diğer yandan “Ceza Muhakemesi Kanununun 91.maddesinin birinci fıkrasındaki yirmi dört saat olan gözaltı süresi kırk sekiz saat olarak uygulanır” diyerek daha önce kazanılmış olan bir hak geri alınıyor. Yine aynı maddenin 3. fıkrasında “toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir” denmektedir. Gözaltı süresi bu durumlarda 4 günden 5 güne çıkmıştır.

Avukatların dosyadan soruşturma süresince hazır bulunduğu işlemlerle ilgili tutanakları alamayacağını düzenleyen TMY 10. madde değişti. Yeni düzenlemeye göre kısıtlama kararını düzenleyen CMK 153. Madde kapsamında hakkında kısıtlama kararı verilemeyecek emniyet, savcılık, hakimlik ifadeleri, arama, el koyma tutanakları, bilirkişi raporları gibi evraklar savunmadan gizlenemeyecek. Yine yasa, önceki tasarıda bulunan “...kabul edilebilir bir mazereti olmayan zorunlu müdafi yokluğunda karar verilebilir” şeklindeki düzenlemeyi içermeyerek, sanığın ve müdafinin yokluğunda yargılamaya devam edilemeyeceğini düzenliyor. Mahkemenin düzeni bozduğu gerekçesiyle avukatsız ve sanıksız yargılama yolunu açan CMK 252. Madde hükümleri de yeni yasada yok.

Yasanın tutuklamayı düzenleyen 97. Maddesi, tutuklamayı kuvvetli suç şüphesinin varlığına ve tutuklamayı gerektirecek delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesine bağlıyor. 98. Madde ise CMK’nun adli kontrol uygulamasını düzenleyen 109. Maddesinde düzenleme yaparak, adli kontrolün üst sınırını kaldırıyor, “tutuklama sebeplerinin varlığı halinde şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınması”nı hükme bağlıyor. Öte yandan TMY 10. Madde, eski CMK 250-252. Maddelerinin “darbe ve terör suçlarında tutukluluk süresi kanunda gösterilenin 2 katı uygulanır” hükmünü koruyor, uzun tutukluluk da değişiklik yapmıyor.

Yasa, 7 yıllık özel yetkili yargı pratiği içerisinde en çok eleştirilen uygulama alanlarından olan TCK’nin 220/6-7 ve TMY’nın 2/2 maddelerinde de düzenleme içeriyor. Demokratik kamuoyunun “taş atan çocuklar” adı verilen davalar ve Ahmet Şık, Nedim Şener yargılamasında daha yakından tanıdığı ve sorgulanır halde getirdiği, her kesimden ve her türden hak arama eylemini “terör” suçu sayan ve “örgüt üyesi gibi cezalandırma” ile karşı karşıya bırakan bu maddeler karşısında Kanun, verilecek örgüt üyeliği cezasının yarı oranında veya üçte bire kadar indirilebileceğini öngörüyor.

Yasada bu düzenlemenin gerekçesi, eski TCK’nın örgüt üyesi olmak ve yardım etmek fiillerini ayıran ve farklı cezalar öngören düzenlemesine yaklaşmak olarak konuluyor. Oysaki paket bu suçları örgüt üyeliği suç tipinden ayıran bir düzenleme içermiyor. Bu suçlar karşısında yine örgüt üyeliğinin karşılığı olan cezai yaptırımı düzenliyor. Cezaya uygulanacak indirimi ise emredici, kesin hüküm olarak düzenlemek yerine takdirini yargıca bırakıyor.

Bu durumun uygulamada nasıl sonuçlar yaratacağını, yargıçların indirim için hangi kriterleri arayacağını izleyip göreceğiz. Fakat daha önemlisi bu düzenlemenin yeni açılacak kovuşturmalarda gerçek karşılığını bulabilmesi için soruşturma savcılarının önlerine gelen bir dosyada fiilin hangi suç tipinde kaldığı konusunda titiz bir araştırma ve hukuk kriterlerine uygun bir yorumlama ile iddianamelerini hazırlamaları gerektiğidir. Son bir kaç yılın verileri bize davaların TCK 220. madde yerine “örgüt üyeliği”ni düzenleyen TCK 314/2. maddeden açıldığını gösteriyor. Özel yetkili yargı makamları son 3 yıllık pratik içerisinde dosyaları daha baştan itibaren örgüt üyeliği kapsamında ele alarak pakette yer alan indirim koşullarını tartışma olanağını ortadan kaldırmış bulunuyor. Varlığını zaten terörle mücadeleden alacak olan bölgesel ağır ceza mahkemelerinin de aynı yolu izleyeceği açıktır.

Kanun, TMY’nın “açıklama ve yayınlama” başlığını taşıyan 6. maddesinin gazetelerin basımını 15 günden 1 aya kadar durdurmayı içeren 5. fıkrasını kaldırıyor. TMY”nın 13. maddesi kaldırılarak, TMY kapsamındaki suçlarda hapis cezasının ertelenmesi ve paraya çevirme gibi seçenek yaptırımların önü açılıyor. Yasa geçici bir madde ile 31.12.2011 tarihine kadar açılan soruşturma ve süren yargılamalarda da erteleme getiriyor. Yasa bu anlamıyla basın için özgürlük değil, soruşturma ve kovuşturmanın ertelenmesi, cezai erteleme yasasıdır. Temel hak ve özgürlüklerin korunması yönünde, basın ve ifade özgürlüğü yönünde bir düzenleme, özgürlükçü bir yorum içermemektedir.

Yasa haberleşmenin gizliliğini, özel hayatın gizliliğini ihlal edenler hakkında verilen hapis cezalarında artırım öngörerek, caydırıcılık hedefliyor. Fakat CMK da en önemli sorun olarak karşımıza çıkan 135. maddenin 3. fıkrasıyla 140. maddenin 3. fıkrasında düzenlenen ve soruşturma boyunca iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve teknik takip yapılabilmesiyle ilgili özel hayata ve haberleşme özgürlüğüne yapılan ağır müdahaleye son vermiyor.

Aynı Tas Aynı Hamam

3. Yargı Paketi yürürlüğe girmesinin ardından geçen kısa bir zaman diliminde yaşananlar dahi uygulamaya, yeni yargı pratiğine dair sonuçlar elde etmeye yetti.

Yeni yasanın “sistematik tutuklama rejimi”ne ve “uzun tutukluluk uygulaması”na son vereceği şeklinde sunulan, takdiri hakime bırakan, içeriği İçişleri ve Adalet Bakanları’nın “mahkemeler bu kararı umarız doğru okur” şeklinde yorumlanan 97 ve 98. Maddeleri kapsamında yapılan başvurular incelemeye dahi alınmadı. Emniyet’in “Gaye” adını verdiği yasadışı MLKP örgütüne karşı 2006 yılında gerçekleştirilen operasyonla ilgili olarak açılan ve tutukluluk süresinde 6 yılı doldurmak üzere olan yargılamada savunma makamının tahliye istemleri incelemeye dahi alınmadı. Yasanın hemen öngünlerinde tutuklanan KESK üyelerinin tutukluluk durumlarına yapılan itirazlar hiçbir gerekçe gösterilmeksizin reddedildi. Şike davasından yargılanan Aziz Yıldırım yerel mahkeme hükmü ile tutuklu kaldığı 1 yıllık süre gözetilerek serbest bırakılırken, üniversite öğrencisi Uğur Ok yargılandığı davada, yerel mahkeme hükmü karşısında 3 yıllık tutukluluk yeterli görülmeyerek, tutukluluğunun devamına karar verildi.

Yasa adli kontrolde üst sınırı kaldırıp, tutuklama yerine adli kontrol hükümleri ile tahliye kararı verilebilir şeklinde düzenleme getirirken, yetkileri alınmış fakat TMY 10. Madde kapsamındaki yetkilerle yargılamaları sürdürecek olan Diyarbakır özel yetkili mahkemeleri tutuklu milletvekilleri için yapılan tahliye başvurularında, “örgüt üyeliği suçundan yargılanıyorlar” gerekçesi ile ret kararı verdi. Yasa adli kontrol uygulamasında örgüt üyeliği suçlamalarını da kapsayacak şekilde üst sınırı kaldırma yoluna gitmişken, uygulamada takdiri yargıca bırakılan bu maddenin siyasi davalar bakımından geçerli olmayacağı böylelikle ortaya çıkmış oldu.

Yasayla, soruşturma evresinde mahkemelerce verilen yakalama, gözaltı, iletişimin tespiti, teknik araçlarla izleme gibi kararlara itiraz yolu açılarak, bu itirazlara bakacak “özgürlük hâkimleri” ataması yapılırken, ESP Genel Başkan Danışmanları hakkında verilen yakalama kararına karşı avukatların yapmış olduğu itiraz; “yakalama kararına karşı itiraz yolu olmadığından” gerekçesi ile reddedildi.

Yasa ile uzun tutukluluk işkencesi, tutuklama kırımı sürerken; 7 TİP’li genci katleden Ünal Osmanağaoğlu ve Bünyamin Adanalı serbest bırakıldı. Pakete AKP ve MHP tarafından son anda sunulan ortak önerge ile giren, “12 Eylül 1980 tarihinden önce işlenen suçlardan dolayı verilen cezalar, lehe hükümler içeren kanuna göre infaz edilecek” şeklindeki geçici madde ile katliam sanıklarının tahliyesinin önü açıldı. Ankara Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yargılamasına devam edilmekte olan 12 Eylül davasında darbecileri sanık sandalyesine dahi getirme zahmeti göstermeyen, Sivas davasında katliam sanıkları kamu görevlisi olmadığı gerekçesi ile verilen zamanaşımı kararını “hayırlı olsun” şeklinde karşılayan, Roboski katliamı için bugüne kadar hiçbir soruşturma adımı atmamış olan siyasi iktidar ve yargı mekanizması, darbe kıyımlarını cezalarda eşitlik tartışmasına indirgedi ve katliam sanıklarına “af” yolunu açtı.

3. Yargı Paketi’nde “yargı krizi”ni aşacak, yargı reformu anlamına gelecek hiçbir olumlu düzenleme söz konusu değildir. Lehe düzenleme olarak yer bulan kimi düzenlemeler ise kandırmaca, makyajdan, “mış” gibi yapmaktan ibarettir. Tutuklamayı kaldırmış gibi, uzun tutukluluğa son vermiş gibi, dosyada gizliliği kaldırmış gibi yapmak... vb. Özgürlüğü düşman, güvenliği her şey gören anlayış yeni yasada da varlığını korumaktadır. CMK içerisinde düzenlenmiş özel yetkili mahkemeleri TMY içerisine alan anlayış ilerleyen günlerde yine aynı eleştirilerin ve mücadelenin konusu olmayı sürdürecektir.

Uyum Yasaları Demokrasisinden Özel Yetkili Yargı Krizine

Ezilenlerin rejimden kopuş yaşadığı, yönetememe krizinin derinleştiği koşullarda “değişim” argümanını yükselten AKP, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden 2/3 çoğunluk elde ederek çıktı. “Acil Eylem Planı”ndan başlayan AKP hükümetinin önceliği emperyalizme ve işbirlikçi sermayeye güven vermek oldu. Abdullah Gül başkanlığındaki 58. Hükümet faiz ve savaş bütçesini hazırlamakla işe başladı. Yabancı sermayenin önünü açan Doğrudan Yabancı Yatırım Yasası çıkarılırken, 4857 sayılı kölelik yasası burjuva parlamentodan geçirildi. İşçi sınıfı ve emekçilerin haklarını gasp etmeyi hedefleyen Kamu Yönetimi Temel Kanunu da bu hükümet döneminde sıraya kondu.

Susurluk asfaltından AB yoluna çıkarak, yönetememe krizini aşmaya çalışan rejim, AB uyum paketlerini sırasıyla yasalaştırdı. Gül başkanlığındaki 58. Hükümet ve Tayyip Erdoğan’ın parlamentoya girmesinin ardından Başkanlığında oluşturulan 59. Hükümet’in ilk icraatları Uyum Paketleri oldu. Egemen güçlerin çatışma halinin sürdüğü, MGK’nın siyasetteki yeri ve rolü, Kürt sorununa bağlı kültürel haklar kapsamındaki değişiklikler, idam cezasının kaldırılması konularında düğümlenen paketlerde hak ve özgürlükler konusunda sınırlı da olsa kimi adımlar atıldı. İdam cezası kaldırıldı, TCK 159, 312. Madde gibi düşünce özgürlüğünü suç olarak düzenleyen maddeler yerini korumakla birlikte cezai yaptırımlar değişti, TMY’nin propaganda maddesi değiştirildi. Gözaltı süreleri kısaltıldı, gözaltında bulunan kişinin avukatla görüşme ve yakınlarına haber verme hakkı kanuna yerleştirildi, avukat olmaksızın işkence ile alınan ifadelerin mahkemede delil olarak kullanılmayacağı düzenlendi. İşkence davalarının acele işlerden sayılması ve zamanaşımına uğratılmadan sonuçlanması da düzenleme içerisinde yer aldı. Kısmi düzenlemelere rağmen ilerici-devrimci politik kuvvetleri hedefleyen maddeler olduğu gibi korundu.

AB uyum yasaları ile demokrasi havarisi kesilen AKP hükümetinin siciline yazılanlar ise; ezilenlerin eylemlerine saldırı ve insanca yaşam isteyen emekçi memurların terörist ilan edilmesi, Ali Suat Ertosun gibi faşist katillerin 19 Aralık 2000 zindan katliamında oynadığı rolden dolayı “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” ile ödüllendirilmesi oldu.

AKP, AB Uyum Yasaları kapsamında ceza mevzuatında yapılan değişikliklerle düzenlenen hakları 2004 yılında geri aldı. 12.10.2004 tarihinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 17.12.2004 tarihinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 29.12.2004 tarihinde 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun yürürlüğe girdi. Ceza mevzuatında yapılan değişikliklerin hemen ardından 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, 5532 sayılı kanunla yeniden düzenlendi ve 29.06.2006 tarihinde yürürlüğe girdi. Ceza yasalarında düzenlenen 55 ayrı suç tipini ve verilecek cezaların artırımını terörle mücadelede yeterli görmeyen bir anlayışın ürünü olan bu yasa, kapsamı, yasal/ hukuksal çerçevesi belli olmayan bir “terör” tanımı yaratarak, “terör suçu” olarak cezalandırılabilecek suçların yelpazesini çarpıcı biçimde genişletti. “Terör” tehdidine karşı “güvenlik” ilkesini esas alan Terörle Mücadele Kanunu, devlet görevlilerine “terörle mücadele” adına her türlü işlemi yapabilme yetkisi vererek, adli mekanizmaları da bu sürecin bir parçası haline getirdi.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250, 251 ve 252. maddelerindeki “Bazı Suçlara İlişkin Muhakeme” düzenlemesi ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) yürürlükten kaldırıldı. 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren “Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri” göreve başladı. DGM’leri kaldıran 5190 sayılı Kanun’un geçici 1., 2., 3. ve 5. maddelerinde DGM’lerde görev yapmakta olan hakimlerin kurulacak Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’nde görev yapmaya başlayacakları; DGM’lerde görülmekte olan davaların kurulacak Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’nde görülmeye devam edileceği; DGM’lerin arşiv, kalem, emanet gibi birimlerinin kurulacak Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’ne devredileceği; diğer kanunlarda DGM’lere yapılan atıfların Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’ne yapılmış olarak kabul edileceği yönünde hükümler konuldu. Bu yanıyla DGM’lerin sadece isim olarak kaldırıldığı, Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’nin DGM’lerin ardılı olduğu yönlü eleştiriler yapıldı. Bu eleştiri sadece muhalifler tarafından dile getirilmedi; Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemelerini düzenleyen 5271 Sayılı CMK’nın Resmi Gazetede yayımlandığı tarih olan 17.12.2004 tarihinden önce işlendiği iddia olunan suçları yargılamasının Kanuni Hakim Güvencesi’ne aykırı olduğu yolundaki bir itirazı İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesi, “Atılı suç tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemeleri mevcut idi. Biz Devlet Güvenlik Mahkemelerinin devamıyız” şeklinde karara bağladı.

Adalet, hukuk ancak özgürlük ve demokrasi temelinde gelişebileceğine göre; adalet, hukuk, yargı; özgürlüğü savunup, korumaya mı yöneldi, yoksa sözde terörle mücadeleye, yani “güvenliğe” feda mı edildi? Aradan geçen 8 yıl içinde ne oldu? Adalet ve yargı mekanizması nasıl işledi? Hukuk hangi yolu seçti?

İşte Türk yargı pratiğinden kesitler:

KESK binaları ve yöneticilerinin evleri bir sabah vakti “arandı”. Sendikacılar “yakalandı”, yasadışı örgüte üye oldukları, mali destek sundukları gerekçeleri ile “sorgulandı”, “tutuklandı”.

Demokratik Toplum Partili belediye başkanları, parti yöneticileri sabaha karşı evlerinde “yakalandı”, plastik kelepçelerle adliyeye sevk edildi, sorgulandı, tutuklandı. Polis, Savcılık denetimi ve mahkeme izni ile parti binalarını, belediye binalarını dinledi, izledi. Aynı oyun geçtiğimiz sene de Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üye ve yöneticilerine, akademisyenleri ve öğrencilerine karşı sahneye kondu.

Anayasa Referandumu’na 2 gün kala Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) üye ve yöneticileri gözaltına alındı. “Boykotun aktifleşeceği” gerekçesiyle “Emniyet güçleri düğmeye basmışlar”dı.

Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) üyeleri evlerinde “yakalandı”, parti binalarında “aramalar” yapıldı, “çeşitli dokümanlar” “ele geçirildi”. İstanbul Emniyet Müdürlüğü bir video hazırlamıştı, bunu tüm ulusal basınla “paylaşmayı” görev bildi. SDP ve TÖP üyeleri saatlerce “sorgulandı”, “örgüt üyesi oldukları” gerekçesi ile “tutuklandı”.

Hopa’da çayına, deresine sahip çıkan halkın demokratik eylemine gaz bombaları ile saldırıldı. Metin Lokumcu’yu gaz bombası ile katledenler, katliama ve saldırıya karşı çıkan halkı gözaltına aldı. Hopalılar, “özel yetkili” operasyonla Erzurum adliyesine sevk edildi, tutuklandı, “örgüt adına propaganda yapmak” gerekçesi ile yargılandı.

Erzurum’daki “özel yetkili” savcı, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’i gözaltına almak üzere adliyeye geldi. Savcıyı “yakaladı”, odasında “arama” yaptı ve “gözaltına” aldı. Erzurum özel yetkili 2. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimi Başsavcı hakkında “tutuklama” kararı verdi. HSYK Erzurum özel yetkili savcısı Osman Şanal ve diğer üç savcının “özel yetkileri”ni kaldırdı. Yargıtay ve Danıştay, HSYK kararının hukuka uygun olduğunu açıkladı. Adalet Bakanı çok kızdı.

Cami ve cemevlerine dönük bombalamalar ve yargısız infaz planlarının olduğu Balyoz soruşturmasında emekli ve muvazzaf askerler gözaltına alındı, tutuklama istemi ile sevk edildikleri özel yetkili mahkeme “eylemlerin düşünce aşamasında kaldığı” gerekçesi ile tutuklama istemini reddetti. Soruşturma sırasında İstanbul özel yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi; 102 şüpheli hakkında “yakalama kararı” verdi. Karara itirazları değerlendiren üst mahkeme, “tutuklama tedbirdir, esas olan tutuksuz yargılamadır... Şüphelilerin tamamı sabit ikametgâh sahibidir ve kaçma, delilleri karartma şüphesi altında değildir” dedi, yakalama kararını kaldırdı.

Devrimci Karargah militanı Orhan Yılmazkaya; yargısız infazla katledildi. Olay yerinde hiçbir güvenlik emniyeti almayan kolluk güçleri, operasyon sırasında caddeden geçen bir gencinde ölümüne sebep oldu. Yargısız infaz ve ölüm hakkında, “olayın yasadışı örgüt operasyonu sırasında cereyan etmesi” nedeniyle hiçbir işlem yapılmadı.

Ergenekon yargılaması kapsamında tutuklu bulunan Arif Doğan hakkında; “kalp yetmezliği, şeker hastalığı, görme bozukluğu, yürüyememe ve anksiyete bozukluğu bulunduğu” belirtilerek, şüphelinin cezaevi koşullarında tedavi ile şifa bulamayacağı kaydedilen hastane raporu verildi. Arif Doğan rapor üzerine tahliye edildi. Aynı yargı mekanizması DHKP-C davasından tutuklu ve kanser hastası Güler Zere için tahliye yolunu seçmedi. Tutukluluk koşullarında kanserle mücadele eden ve yaşamın kıyısına gelen Zere, bir hastane odasında hayata gözlerini kapamak üzere “tahliye” edildi.

Ergenekon yargılaması kapsamında tutuklu bulunan Ahmet Hurşit Tolon hakkında “delil yetersizliği”nden tahliye kararı verildi. Mahkeme tahliye kararında, “tutuklama kararına esas alınan 29 sayfalık Ergenekon yapılanmasını içeren kitap fotokopisinin gizliliğinin bulunmaması... Bu belgenin fotokopisinin şüphelide bulunmasının tek başına şüphelinin suç örgütüne üye olduğuna veya yönetici olduğuna dair bir delil niteliğinde bulunmadığı gibi şüphelinin yaptığı telefon görüşmelerinin örgütle bağını gösterecek unsur içermediği ayrıca örgütün gerçekleştirdiği iddia edilen eylemlerle şüphelinin bir bağının kurulamadığı gözetlenmiştir” ifadesi kullanıldı.

“İrticayla Mücadele Eylem Planı” isimli darbe planının altında imzası bulunan Albay Dursun Çiçek tutuklandı. TSK’ya karşı “asimetrik psikolojik savaş sürdürüldüğünü” söyleyen Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Belge kâğıt parçası” dedi. Albay Çiçek tutuklanmasının ertesinde serbest bırakıldı.

İstanbul Özel Yetkili Savcılık makamı “MLKP operasyonu” ile 7 farklı ilde izleme yaptı, arama ve gözaltılara karar verdi. Kolluk, “Kongre” yapılacağı iddiası ile arama yaptığı bir evde naylon poşet içerisinde bilgisayar çıktısı ve altlarında şüphelilerin isimlerinin bulunduğu belgeler “buldu”. “Örgütsel rapor” olduğu iddia edilen ve birden bire çıkıp gelen bu “belge”ler iddianamenin temel argümanı olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının konusu ve uzun tutukluluğun gerekçesi yapıldı.

Artık kimse “Olabilir mi?” diye sormuyor, biliyoruz. Bunların hepsi rutin hale geldi ve hatta kanıksatıldı. Yasalar buna elverişli mi? Herkes birbiriyle kavga ediyor ama mevcut “ceza mevzuatı” yapmak istedikleri her şeye elverişli. Elverişli çünkü yorumlanabilen ve yoruma göre uygulanabilen yasalar yazdılar, yaptılar.

Şimdi 60 bin 175 kişi tutuklu. Hatta siyasi partiler, sendikalar, dernekler tutuklu.

Yargı ve ceza sistemi, rejimin kırmızı çizgilerine dokunan, rejim krizini derinleştiren bütün unsurlara karşı egemenlerin elindeki kılıç oldu. TMY ile iç içe geçmiş ÖYM’ler her türlü demokratik tepki eylemini ve örgütlenmeyi “terör” olarak değerlendiren bir yargı sistemi geliştirdi, saldırıları sistematikleştirdi. TMY ve ÖYM’ler hükümetin işçi sınıfı ve emekçileri, Kürt halkını sürgit hapiste tutmak, ordunun denetimini sınırlandırmak ve yıpratmak stratejisine uygun olarak işledi. Ta ki bizzat kendini tehdit edene kadar. AKP, saldırının politik özgürlükler mücadelesinin dinamiklerine dönük boyutunu değiştirmeksizin yeni bir revizyon yapıyor ve yine “demokrasi”, “insan hakları”, “olağan yargılama” söylemlerine sarılıyor. İşte derin demokrasi üzerine oturtulan derin yargı klasiği.

Adalet Mücadelesinin Zemini Ve Kaldıracı: TMY Kaldırılsın!

Mahkemeler ve yasalar, devletin ezilenlere karşı savaş aracıdır. Tüm iktidarların egemenliklerini test ettikleri alanların başında yargı kurumları ve hukuk alanı gelir. Her ne kadar yönetilenler, ezilenlerin yüzyıllar boyu süren mücadeleleri hak ve özgürlükler temelinde kimi ilkeleri hukuk mevzuatına yerleştirmiş olsa da bu ilkeler, rejim karşıtı görülen güçlerin yargılandığı tüm politik yargılamalarda rafa kalkar. Bu tüm devletler de, burjuva özünü gerçekleştirmiş olsun olmasın tüm rejimlerde böyledir. Ortada devletin hassas noktalarına sıkı sıkıya bağlı yargılama, devlet memuru gibi çalışan yargıçlar, sermayenin ya da silahın gölgesindeki adalet, devletin sınıfsal karakterini korumak için her türlü hakkı yok sayan yargılamalar vardır.

Burjuva Türk devleti kuruluşundan bu yana hep özel tipte mahkemelere ve bunlar eliyle yürütülen yargılamalara ihtiyaç duydu. İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler... Kendi hukuk sistemine bile ayrı olarak örgütlenmiş bu mahkemeler olağanüstü yargılamayı sürekli ve sistematik hale getirirler.

11 Eylül’de ABD’deki ikiz kuleler saldırısının ardından geliştirilen önleyici savaş doktrini, hemen hemen her ülkeyi yeni terörle mücadele yasaları oluşturmaya yöneltti. Ülkeler genel bir “terör” tanımında ortaklaşamasalar da “olağanüstü yargılama”, “düşmanla savaş hukuku” olarak genel kabul gören, özgürlüğü düşman şey, güvenliği ise her şey haline getiren bir anlayış inşa ettiler. Düşünen, hareket eden, sorgulayan her şeyi terör olarak gören bu anlayış, her türlü hakkı devlet lehine yok sayıyor. Aynı dönemde yapılan değişiklikle yeniden şekillendirilen Terörle Mücadele Yasası geniş ve muğlak bir terör tanımı yaparak, demokratik ve yasal mevzileri de terör kapsamına alan bir uygulama alanı yarattı. ÖYM’ler eliyle ortaya konan düşman yargı pratiğinin kaynağı, terörle mücadele yasasıdır.

Şimdi “ÖYM’leri kaldırarak” yargı krizini çözmek adına devreye sokulan yeni yasa paketi, TMY’nin yargı sistemi içerisindeki yerini korumakla birlikte özel yetkili yargı düzenlemesini de bu yasanın zırhına büründürüyor. Yine olağan mahkemeler içerisinde özel mahkemeler, olağan yargı içerisinde özel yetkili yargılama.

Devrimciler, yurtseverler, politik özgürlük mücadelesinin tüm dinamikleri 12 Eylül rejiminin yarattığı yasalar, terörle mücadele anlayışı ve mahkemelere karşı sokaklarda oldular. Yargılamalar savunmanın olduğu kadar sokağında eylem alanı oldu. Yargılananlar yargıladı. 1977’de DGM’lerin kaldırılmasını bayrak edinen DİSK’ten, bu öğretim yılını puşiler ve “Tutuklu öğrencilere özgürlük” pankartı ile kapatan Galatasaray Üniversitesi öğrencilerine kadar bu yelpazede herkes yer aldı. Şimdi yıllar boyu süren ve rejimi her defasında yeni koruma mekanizmaları inşa etmeye zorlayan mücadelenin tüm dinamikleri “Toplumla Mücadele Yasası” adını verdikleri TMY’ye karşı seferber olmak durumundadır. Terör mahkemelerinin ve olağanüstü yargılamaların kaldırılması talebi TMY’nin kaldırılması talebi ile iç içe geçmiştir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi