Kürt Sorununda İnkârcı Sömürgeci Misyonerler: AKP ve Cemaat

Şüphesiz, konumuz Türkiye’deki herhangi bir siyasal İslamcı örgütlenmenin Kürt sorunuyla kurduğu ilişki ve genel anlamda siyasal İslamcı akımların Kürt sorununu ele alış biçimi değil. Kürdistan, değişik tarikatların ve bunlara bağlı cemaatlerin yerleşik olduğu bir coğrafya. Bunların bir kısmı Kürt inanç ve kültür yaşamında ideolojik bir motif olmanın ötesinde, doğrudan politika sahnesinde yer alıyorlar. Öte yandan düpedüz hükümet ve devlet eliyle belirli bir amaç doğrultusunda hareket eden örgütlenmeler de var. Ve en başta da onlar, Kürdistan’da iktisadi, sosyal ve kültürel ilmiklerle inkârcı sömürgeci ağı sağlamlaştırmaya yöneliyorlar. Ki, yürüttükleri faaliyet, klasik misyonerlik faaliyetidir. Misyonerliğin tarihi aynı zamanda halkın yoksulluğunun, onu köleleştirmenin aracı haline getirilmesinin, dinin sömürgeci egemenliğin boyunduruğu haline getirilmesinin tarihidir.

İnkârcı Sömürgeciliğin Yeni Partisi Olarak AKP

AKP, kendinden önceki tüm hükümetler gibi, sömürgeciliğin, inkâr ve imha siyasetinin sürdürücüsüdür. Yeni tipte hangi araç ve biçimi devreye koyarsa koysun, Kürt halkına karşı sömürgeciliğin açık terörcü politikalarının uygulayıcısıdır. Çeşitli cemaatler (en başta da Gülen cemaati) bu politikaların ortağıdır. Son on yıllık dönemde, yeni sömürgeci politikaların geliştirilip uygulanmasında AKP ve cemaat işbirliği önemli bir yer tutar.

Diğer burjuva partilerden farklı olarak, AKP, aynı zamanda bir politik İslamcı birleşme odağı ve bu zemindeki geniş bir koalisyonun ana gücüdür. Genel olarak tarikat ve cemaatler, toplumsal tabanlarını AKP’ye yönelttiler, AKP ise onlara hükümet olmanın olanaklarını sundu. Bu karşılıklı ilişki en çarpıcı şekilde Kürdistan’da hayat buldu. Belirtilen özelliğiyle AKP, sömürgeciliğin Kürt siyasasında daha özgün bir rol oynadı. Üstelik yalnızca Kuzey değil, Güney Kürdistan’la kurduğu ekonomik ve siyasal ilişkide de aynı işlevi sergiledi.

Şüphesiz, bütün çelişkilerden bağımsız olarak AKP ve Kürt halkı arasında İslam kimliği ortak noktası, böyle bir politikanın objektif temelidir. Ancak bu gerçeği daha özgün kılan durum Türkiye Müslüman halkları içinde de örgütlenen hemen bütün tarikatların Kürdistan menşeli olmasıdır. Örneğin, 14. yüzyılın başında boy veren Nakşibendi tarikatı Kürdistan’dan Osmanlı topraklarına yayılmış, bugüne kadar toplum yaşamında etkili bir rol oynamıştır. Ya da bugün diğer kolları bir yana Gülen Cemaati’nde etkili şekilde karşılık bulan Nur tarikatının manevi önderi Said-i Kürdi (Said-i Nursi), Kürdistan coğrafyasında etkinlik kurmuş, 1925 Şeyh Sait isyanını karşı çıktığı halde, ulusal başkaldırı bahane edilerek Kemalist rejim tarafından Türkiye’ye sürgün edilmiştir.

Değişik dönemlerde tarikatlar ve bağlı cemaatler belirli düzeyde sömürgeci rejimin politikalarına yedeklendi veya doğrudan rejimin bir gücü haline geldi. Ancak, AKP yönetiminden çok önce de tarikatların Kürt toplumu içerisindeki örgütlü yapısının varlığı, tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin, devlet iktidarını ele geçiren AKP gibi politik İslamcı bir partinin Kürt sorunu politikasına daha hızlı ve kapsamlı bir şekilde angaje olmasına da zemin yarattı. AKP’nin devlet iktidarı üzerindeki gücünün süreç boyunca tedrici şekildeki gelişimi ile tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin Kuzey Kürdistan’daki sosyal-ekonomik gelişimi paralellik gösterdi. Cemaatlerin değişik tipteki örgütlülüklerinin gelişimine bakıldığında son 10 yıllık sürecin, geride kalan dönemlere oranla daha çarpıcı bir veri sunduğu görülüyor.

Sömürge Siyasetini Sürdürmenin Yeni Araçları

Tarikat ve cemaatlerin örgütlenme-kurumsallaşma düzeyinin son 10-12 yıllık dönemde bu kadar yükselişinin birinci nedeni, siyasal İslamcı bir parti olarak AKP’nin hükümette oluşudur. Ancak 1999 yılından bugüne Kuzey Kürdistan’daki ulusal demokratik mücadelenin izlediği evrimler de bir başka etkendir. Nihayetinde değişik türden politik örgütlerin kullandığı araç ve biçimler, mücadelenin alçalma ve yükselme dönemlerine, barışçıl ya da askeri karakterine, kısacası siyasal koşullara bağlı değişkenlikler gösteriyor. Ulusal demokratik hareketin 90’lı yıllardaki gerilla savaşı, serhildanlar, devrimci kitle şiddeti, sömürgeci rejimle yakalanan stratejik denge, inkârcı sömürgeci faşist rejimin kirli savaşın en insanlık dışı yöntemlerini kullanması dönemin tipik gerçekleriydi. Mücadelenin askeri yönünün öne çıkması ve karşıdevrimin örgütlenme tarzı, Kürt toplumsal yaşamını da dolaysız bir şekilde etkiledi. Militarist ve sivil bürokrasinin elebaşlarının sahip olduğu ırkçı-faşist paranoyanın, “ez ve çöz”den ibaret reçetenin başat rolü saklı kalmak koşuluyla, denebilir ki, olağanüstü halin uygulandığı Kuzey Kürdistan’da sosyal, kültürel, ekonomik örgütlenmenin zemini de daralmıştı.

Buna karşılık ‘99 baharından itibaren ulusal hareketin yöneldiği yeni strateji ve taktikler, gerillanın politik mücadelenin dışına çekilmesi, rejimin bekletme-çürütme siyaseti, egemenlere, Kürt halkını yeni tipte araçlarla sömürgeciliğe bağlamanın yöntemlerini geliştirme olanağı verdi. Hiç kuşku yok ki, AKP’nin hükümet oluşu ve Kürt sorununu çözme demagojileri, sömürgeciliği, bu zemini dünden daha fazla kullanmaya yöneltti. AKP’yle değişik konularda her düzeyde dalaşan-çatışan generaller, sıra Kürt sorununa gelince, onunla uzlaştı, politikalarını destekledi. Denilebilir ki, AKP’nin devlet partisi olduğu ilk alan Kuzey Kürdistan oldu. Bu dönem aynı zamanda modern cemaatlerin adeta bir siyasi parti gibi örgütlendiği ve hareket ettiği dönemdir. Gülen Cemaati’nin, bu özelliğiyle benzerlerinden daha fazla öne çıktığını, Kuzey Kürdistan’da daha etkin bir rol oynadığını kimse için bir sır değil.

3 Kasım 2002 genel seçimlerinden itibaren ulusal demokratik hareketin yerel yönetimlere daha fazla ağırlık vermesi, 2004’te yerel seçimlerde yakaladığı düzey, keza 1999-2004 döneminde kültür sanat kuruluşları, akademi, kadın dayanışma merkezleri, ekonomik yardım kuruluşları vb. örgütlenmelere odaklanarak siyasi ve ideolojik etkisini toplum yaşamının daha derinliklerine nüfuz etme yönelimi, rejimin de yüzünü bu alandaki boşluğa dönmesini ve pozisyon almasını hızlandıran bir başka faktör oldu.

“Terörle mücadele”nin yalnızca silahla olmayacağı, sorunun ekonomik, sosyal, kültürel boyutlarının da bulunduğu fikri, cılız da olsa 90’lı yıllar boyunca da dile getiriliyordu. Ancak bunun pratik politika olarak esas uygulama dönemi ‘99 sonrasına rastlar. AKP hükümetleri döneminde bu politikanın somut araç ve biçimleri, yöntemleri uygulandı. Tam da bu süreçte, tarikat ve cemaatler toplumun sosyal ve ekonomik yaşamında daha fazla etkide bulunmaya başladılar. Aynı şekilde, bir kontrgerilla aparatı olan Hizbullah da, anılan yıllarda devlet tarafından sınırlandırıldı, askeri örgütlenmesi esasen tasfiye edildi, yeni düzeyde uygulanacak bu politikayla uyumlu bir örgüt haline getirildi.

Yalnızca Kürdistan’ın kalbi olan Amed’deki dernek, vakıf vb. örgütlenmelerin sayısına bakıldığında bile, inkârcı faşist diktatörlüğün ve hükümetinin bu alana yönelimi çarpıcı şekilde görülecektir.

AKP Ve Tarikat/Cemaat İşbirliği

Devrimci, ilerici uyanış ve gelişmeye karşı politik gerici karakterdeki dini örgütlenmelerin devlet tarafından teşvik edilmesi özellikle 12 Eylül darbesiyle doruk noktasına vardı. Kuzey Kürdistan’da bunun karşılığı 90’lı yıllarda Hizbullah oldu. 28 Şubat postmodern darbesiyle nispeten sınırlansa da, AKP döneminde tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin önündeki yasal engeller önemli kaldırıldı. Söz gelimi 2004 yılında Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle, eski yönetmelikte kapatma gerekçeleri arasında bulunan, “dinin veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek faaliyette bulunmak” gibi eylemler kapatma gerekçesi olmaktan çıkarıldı.

Bu dönemle birlikte başta Diyarbakır olmak üzere Kuzey Kürdistan’ın değişik kentlerinde dernek ve vakıf patlaması yaşandı. Örneğin, politik İslamcı derneklerin yalnızca Diyarbakır’ın Sur İlçesi’ndeki sayısı 120’den fazla. Toplum-Der, Anadolu Gençlik Derneği, Sultan Şeyhmus Derneği, Hira Derneği, Şefkat-Der, İslam Derneği, İrşad-Der, Ay-Der, Seher-Der, Şarkiyat-Der, İhya, Kardeş-Der, İkra, Has-Der, Hayır Kapısı, DİSAV başlıcaları arasında. Bunların dışında aynı ilçede çok sayıda aşevi ve Kuran kursu da bulunuyor.

Geçtiğimiz dönem AKP Diyarbakır Milletvekilliği yapan Abdurrahman Kurt’un kurduğu Gönül Köprüsü Derneği ve Gülen Cemaati’nin Kürdistan’da, Diyarbakır, Urfa, Van, Elazığ, Erzurum, Malatya, Antep, Maraş ve Urfa’da şubeleri bulunan

Kimse Yok mu Derneği, adı kamuoyunda en çok duyulan örgütlenmeler.

“Ekonomik Yardım” Kampanyaları

Hangi tarikata bağlı olursa olsun hemen bütün cemaatlerin kullandıkları yöntemler ve uygulama alanları neredeyse aynı. Geçmişte cami, Kuran kursu ve gizli ya da yarı-gizli temelde kurulmuş tekke ve zaviyelerde örgütlenen cemaatler, son yıllarda yasal dernek ve vakıflar başta olmak üzere çok sayıda “sivil toplum kuruluşu” yoluyla faaliyet yürütüyor. Önemli bir kısmı Diyarbakır olmak üzere, Kuzey Kürdistan kentlerinde yüzlerce dernek ve vakıf ile bunlara bağlı aşevi, okuma salonu, dershane ve öğrenci yurdu mevcut. Bu dernek ve vakıflar iktisadi, sağlık, eğitim ve kültür alanlarındaki faaliyetlerde yoğunlaşıyorlar.

Sömürgeci yağma ve savaşın yıkıma uğrattığı Kürdistan kentlerinde korkunç bir yoksulluğun hüküm sürdüğü biliniyor. “Hoşgörü”, “dayanışma” ve “kardeşlik” söylemleriyle hareket eden politik İslamcı cemaatler, en çok yardım kampanyalarıyla boy gösteriyorlar. Bu faaliyetler bazen dünyadaki kimi ülkelere (örneğin Somali), çoğu zaman ise Kürdistan halkına yönelik bir “yardım kampanyası” tarzında örgütleniyor. Bu kampanyalar seçim dönemlerinde daha görünür kılınsa da, genel olarak sistematik şekilde sürdürülüyor. Gıda, ilaç, kömür, giysi revaçta. Birkaç yıl önce Hayır Kapısı Yardımlaşma Derneği’nin yürüttüğü “bir çocuğu da sen giydir” ve “Kuran okumaya giriş” kitaplarının dağıtım kampanyası bunlardan yalnızca bir örneği. Ramazan bayramı, Kurban bayramı, Kandil geceleri bu dernek ve vakıfların etkin olduğu dönemler oluyor.

Tarikat ve cemaatlere bağlı çalışan vakıf, dernek vd. yardım kuruluşları ile AKP Hükümetinin ekonomik politikaları arasında da dikkat çekici bir ilişki var. Kürdistan halkı AKP’nin sömürgeci ekonomik politikalarıyla daha fazla yoksullaştırılıyor, işsizliğe, açlık ve sefalete mahkûm ediliyor. Tam da bu koşullarda belirli bir ekonomik, mali gücü olan cemaatler devreye giriyor. Kurdukları dernek ve vakıflar yoluyla yoksul mahalle ve semtlerde aileler tespit ediliyor, gıda, giyecek, kömür ve kimi zaman nakit yardımı yapılıyor. Bu bağlar, bağımlılık rotasında ve Kürt insanını sömürgeci örgütlenmelerin bir parçası ya da suç ortağı haline getirme yönünde geliştiriliyor.

Ekonomik alandaki faaliyetin bir diğer adı ise, kadınları hedef alan mikro kredi uygulaması. Uygulama, Türkiye Graamen Mikrofinans Programı’na dayanıyor. Projenin fikir babası ve kurucusu 2006 Nobel Ekonomi ödüllü Bangladeşli Prof. Dr. Muhammed Yunus. Proje, 500 ile 2500 lira arasında değişen ve faizsiz dönüşümlü kredi yoluyla yoksullara iş alanı yaratma iddiasında! Temmuz 2003’de uygulanmaya başlanan projenin ilk alanı Diyarbakır. Diyarbakır, Bismil ve Batman pilot bölgeler olarak seçildi. Projenin Türkiye’deki temsilcisi Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül. Akgül aynı zamanda AKP Diyarbakır 22. dönem milletvekiliydi. Proje kapsamında Akgül’ün kurduğu bağlantılar ilginç. Aziz Akgül, mikrofinans bankası kurulması için 18 milyar dolarlık servetiyle en zengin Arap patronu Prens Al Waleed’in babası Abdulaziz Al-Saud’u ile mutabakat sağladı. Bu, politik İslamcı sermayenin böylesi projeleri ve özel yönelimleri desteklediğinin en açık örneği.

Türkiye metropollerinde de uygulanmasına karşın, bu projenin asıl olarak Kürdistan kentlerini ve Kürt kadınlarını hedeflediği açık. Amed, Urfa, Antep, Mardin, Batman, Van, Siirt, Şırnak ve Bingöl başta gelmek üzere, hemen tüm Kürdistan kentlerinde mikro kredi şubeleri açıldı. 9 yılda binlerce Kürt kadını mikro kredi toplantılarına alındı, bu toplantılarda kurulan ağ ile yeni kadınların sürece dahil edilmesi şartı koşuldu. Mikro kredi toplantılarına katılan kadınların dini konulu toplantılara da çağrılması bu projenin neye hizmet ettiğini gösteriyor. Maraş’ta il müftüsünün bu kredinin caiz olduğunu duyurması ise proje hakkında fikir veren bir başka çarpıcı örnek.

Mahallelerde kurulan aşevleri, yoksul üniversite öğrencilerine yurtlar ya da cemaatlere ait evler yoluyla sağlanan barınma imkânı, kredi ve burslar, kitap, defter vb. kırtasiye yardımları gibi uygulamalar da ekonomik olarak toplumu sömürgeciliğe bağlamanın diğer yöntemlerini oluşturuyor. Mustazaflarla Dayanışma Derneği (Mustazaf-Der)’in rakamlarına göre, geçtiğimiz yıl ortalama 20 bin kişi yardım için başvuruda bulundu!

Hedefte Çocuklar Var

Ekonomik faaliyetlerin yanı sıra eğitim faaliyetleri de cemaat örgütlenmelerinin en çok yoğunlaştığı alan. Bu konuda özellikle Gülen Cemaati öne çıkıyor. Gülen’in desteğinde açılan Fen ve Anadolu liseleri, bir kısmı ücretsiz olan binlerce dershane, adına “okuma salonları” denilen mekânlar, çocuk bakımevi ve kreşler, öğrenci yurtları ve evler bu kurumlar arasında yer alıyor. Cemaat özellikle 10-12 yaş arasındaki Kürt çocuklarını hedef alıyor. Kirayla tutulan kimi evlerde ücretsiz olarak 10-15 arasında liseli, üniversiteli öğrenci kalıyor. Bu evlerde “abla” ya da “ağabey” denilen cemaat üyeleri de sorumlu olarak görev yapıyor.

Eğitimi ve Halkla İlişkileri Geliştirme Derneği (EHİ-DER) adlı kuruluş, eğitim alanında Gülen Cemaati’nin organizasyon şirketi gibi faaliyet gösteriyor. İlk kurulduğu 2004 yılında 650 öğrenciye ücretsiz kurs veren dernek, devam eden yıllarda 5 bini aşkın öğrenciye ücretsiz kurs verdi. Dernek, özellikle açtığı “okuma salonları”yla ismini duyuruyor. Derneğin Diyarbakır’da açtığı 21 “okuma salonunda” binlerce öğrenciye ücretsiz eğitim veriliyor. Okuma salonlarına, özellikle 9-13 yaş arasında kız çocuklarının gitmesi dikkat çekici. “Okuma salonu” projelerine Diyarbakır Valiliği önemli bir destek sunuyor. Kimi mekânların açılışını Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun yaptığı basına yansıdı. Bu tip örgütlenmelere verilen devlet desteği dışında, kimi sermaye örgütleri de yoğun şekilde ekonomik destek sunuyor. Örneğin, EHİ-DER, 1993 yılında kurulan Diyarbakır Girişimci İş Adamları Derneği (DİGİAD) tarafından destekleniyor. Yalnızca Kürt burjuvaları değil, hükümetin ve cemaatlerin yönlendirmesiyle Türk patronlar da bu politikalara mali destek sağlıyor. DİGİAD aynı zamanda Türkiye Sanayici ve İş Adamları Konfederasyonu (TUSKON) üyesi. TUSKON’un Kürdistan kentlerine özel yönelimi oluyor. 2009 yılında TUSKON üyesi 1400 burjuva Diyarbakır’a gelmiş, Kürt ailelerin evlerine konuk olmuştu. Yine Kimse Yok mu Derneği ve Fonda Ajansı da bu tip örgütlenmeleri fonluyor.

Söz konusu eğitim olunca, cemaat mensubu öğretmenlerin özel rollerini de akılda tutmak gerekiyor. Birçok dershanede onlarca cemaatçi öğretmen ücretsiz ders vererek bu politikanın kadrosu oluyor. AKP’nin desteği de hayli fazla. Genel olarak devlet kuramlarında yaşanan kadrolaşmanın dışında, özelde eğitim alanında bir kadro yığınağının yapılması oldukça çarpıcı. Ataması yapılan öğretmenlerin önemli bir kısmı ise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri. 2007 yılında Fen Bilimlerine yapılan öğretmen atamaları yüzlerle sınırlıyken, yalnızca Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmen ataması neredeyse 8 bin. Bunların önemli bir kısmı Kürdistan kentlerine görevlendiriliyor. Öğretmen kadrolaşmasında Eğitim Bir-Sen’in özel bir rol oynadığı biliniyor.

Eğitim alanına yönelik çalışmalar yalnızca kurumsallaşma ve kadrolaşmayla sınırlı değil. Asimilasyona hizmet eden kampanyalar da cemaatler ve resmi devlet kuramları eliyle örgütleniyor. 2004’ten bu yana Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen “Cumhuriyet Gezileri” bunlardan yalnızca biri. Her yıl büyük bölümü Kürdistan kentlerinden seçilen binlerce öğrenci, değişik Türkiye kentlerine götürülüyor. Seçilen kentler ise hayli dikkat çekici: Çanakkale, Samsun, Amasya, Afyon (ve bir Kürdistan şehri olan Erzurum.) Bunların her biri Türk ulusal kurtuluş savaşının sembolleri arasında özel bir yere sahip. Dolayısıyla Türk sömürgeci burjuvazisinin ideolojik değer atfettiği “cumhuriyet” kentleri. Çanakkale’ye her yıl götürülen 10 bin öğrencinin büyük bölümü Kürdistan kentlerinden seçiliyor. Bu gezilere özellikle ilköğretim öğrencileri götürülüyor.

Eğitim alanına yönelik politikaların uygulandığı bir diğer temel araç ise Kuran kursları. Salt devlet destekli kurslar değil, aynı zamanda İslami derneklerin açtığı Kuran kursları da mevcut. Yalnızca Diyarbakır’da Kuran kursuna giden öğrenci sayısı 2530 bin arasında değişiyor.

Gerek AKP, gerekse de cemaat örgütlenmeleri mikro krediden aşevlerine, Kuran kurslarından öğrenci yurtlarına kadar kullandıkları tüm yöntem ve biçimlerde özellikle Kürt kadın ve çocukları hedefliyor. Bu, üzerinde dikkatle durulması gereken önemli bir gerçek.

Özellikle Gülen Cemaati’nin yoğunlaştığı bir diğer alan ise basın-yayın kuruluşları. Diyarbakır’da Nur FM, Siirt’te haftalık yayın yapan Gökkuşağı Gazetesi ve Selam TV, Van’da haftalık yayın yapan Güncel Gazetesi ile Merkür TV ve Esra FM, Batman’da İrfan Çocuk Dergisi, Ağrı’da Ağrı Ekspres Gazetesi, Muş’ta ise Filiz FM Kürdistan’a özel kuruluşlardan yalnızca bir kaçı. En dikkat çekici olansa, Kürt halkına yönelik özel yayın yapan Dünya TV. İlk özel Kürtçe televizyon kanalı olan Dünya TV, bir Samanyolu kuruluşu. Kanal, 24 saat boyunca Kürtçe yayın yapıyor.

Hizbullah Bir Kez Daha Sahnede

Bütün bu örgütlenme yöneliminin bir de Hizbullah kanadı var. Ünlü Lübnan Hizbullah’ı ile isim benzerliği dışında politik hiçbir ortak noktası yok. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında nasıl bir rol oynadığı biliniyor. Kirli savaş yıllarında Kürt halkı bu ismi, gizlenen/perdelenen bir gerçeği açığa çıkaracak şekilde başka bir biçimde tanımladı: Hizbulkontra!

17 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan “Hizbullah Cemaatinin Manisfestosu” yeni dönemde oynayacağı rol hakkında fikir veriyor. Örgütün yayınladığı manifestonun 17 Ocak tarihli olması hayli manidar. Zira 17 Ocak Hizbullah’ı kuran Hüseyin Velioğlu’nun 2000 yılında İstanbul Beykoz’da polis tarafından öldürüldüğü tarih.

Hizbullah, 1979-80 döneminde Diyarbakır’da, Hüseyin Velioğlu’nun İlim Kitapevi ve Fidan Güngör’ün Menzil Kitapevi etrafında toplanan iki ayrı grup tarafından kuruldu. Hizbullah içindeki İlimciler ve Menzilciler ayrışması sembolik olarak bu temele dayandı. Asıl görüş ayrılığı ise mücadele yöntem ve araçlarındaydı. İlimciler silahlı mücadeleyi kabul ederken Menzilciler bunu reddetti. İç mücadele özellikle 1991 yılında Fidan Güngör’ün tasfiyesiyle İlimciler lehine bozuldu. Hüseyin Velioğlu’nun baştan itibaren MİT’le içli dışlı olduğu öteden beri biliniyor.

Hizbullah’ın esas faaliyetleri 90’lı yılların hemen başına denk geldi. O yıllarda, Kürdistan’da sömürgeciliğe karşı büyük başkaldırılar boy vermişti. Bir yanda büyüyen gerilla gücünün ve savaşının, öte yandan yükselen serhildanların inkârcı sömürgeciliği köşeye sıkıştırmasıyla faşist rejim, Kürt halkına karşı bir kez daha “din” silahına sarıldı. Bu politikanın aracı ise Hizbullah oldu. Hizbullah, PKK’ye karşı yürütülen kirli savaşta JİTEM adlı kontrgerilla örgütüne monte edildi. Sayıları binleri bulan kanlı cinayetler, kaçırıp kaybetme, sokak infazları, suikastlar için görevlendirildi. Buna karşılık örgütlenmesi serbest bırakıldı. Silahlandırıldı, eğitildi, korundu. Hizbulkontra, yalnızca yurtsever devrimcileri, ilerici ve demokratları değil, Müslüman yurtseverleri de hedefledi, kıyımdan geçirdi.

1999 yılında Öcalan’ın esir alınması ve hemen akabinde PKK’nin ulusal devrimci stratejiden ulusal reformcu stratejiye geçtiğini ilan etmesi, gerilla güçlerini sınır dışına çekmesi, devletin Hizbullah politikasını değiştirmesine yol açtı. 17 Ocak 2000’de ki operasyonla örgütün lideri Velioğlu öldürüldü, peşi sıra 2000 civarında kadrosu tutuklandı. Hizbullah (İlim grubu) tasfiye edildi.

Bu dönemden sonra örgüt ağırlıklı olarak yasal alanda örgütlendi. Vakıf ve dernek gibi kuruluşlar yoluyla faaliyetini sürdürdü. Mustazaflarla Dayanışma Derneği (Mustazaf-Der) 2000’li yılların ilk yarısından itibaren yürüttüğü “yardım” kampanyalarıyla adını sıkça duyurdu. Mustazaf-Der’in 20 şubesinin 12’si Kuzey Kürdistan’da bulunuyor. Genel merkezi ise Diyarbakır. Derneğin ayrıca 20’yi aşkın temsilciliği de var. Mustazaf-Der’in diğer bir kolu ise Toplumsal Hakları ve Değerleri Koruma, Eğitim, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Toplum-Der). Derneğin Diyarbakır, Antep, Batman, Van, Elazığ’da şubeleri bulunuyor. Dernek, “Müjde” anlamına gelen Mizgin adlı bir yayın organı çıkarıyor.

17 Ocak 2012’de yayınlanan “Hizbullah Cemaatinin Manifestosu”, faaliyet sahasını, “yoğunluklu olarak Kuzey Kürdistan olmakla birlikte, faaliyet alanı tüm Türkiye’dir” şeklinde tarif ediyor. Örgüt, H. Velioğlu’nu “kurucu rehber” olarak ilan ediyor ve manifestoyu onun ölüm yıldönümünde yayınlıyor. Bu daha baştan Velioğlu’nun talimatı ya da bizzat icraatıyla uygulanmış bütün kirli-karanlık eylemleri ve tarihi sahiplenmek anlamına geliyor

Bildirgenin Genel Esaslar başlıklı bölümünün 5. maddesinde “Hizbullah Cemaati... faaliyetlerinde ihtiyaç duyduğu ve çağın gerektirdiği her türlü meşru vasıtayı kullanır” diyor. Alenen ifade edilmemiş olsa da, gerçekte bunun silahlı yöntemleri de kapsadığını düşünmek yanlış olmaz. Namluların halka dönük olacağını söylemek ise hizbulkontra geçmişi sahiplenmesinin doğal bir çağrışımı olacaktır.

24. maddede “Hizbullah Cemaatinin... faaliyetlerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için ana karar organları ve yetkili mercileri, uygun görüldüğü zamana kadar gizli kalabilir” maddesiyle gizli örgüt biçimlerini ve yöntemlerini kullanacağını duyurmuş oluyor. Dünü de, bugünü de devletle temasla karakterize olan Hizbullah’ın, yurtsever Kürt güçlerine ve halkına karşı gizlilik içinde olacağını düşünmek gerçeğe uygun olur.

Bunu tamamlayan bir diğer madde ise “diğer örgüt ve gruplara bakış” bölümünde yer alıyor. Örgüt, yakın vadede çatışmayı esas almayacağını ifade etse de, “ancak İslam’a ve Müslümanlara zarar verilmesini veya varlığına yönelik saldırıları da kabul etmemektedir. Böylesi bir durumda İslam ve uluslararası hukukun tanıdığı meşru müdafaa hakkını kullanarak, gerekli gördüğü her türlü tedbire başvurur” diyor.

Bütün bu veriler, dünün kontrgerilla örgütü Hizbullah’ın reorganizasyonuyla birlikte, ihtiyaç duyulduğunda, elinde zulmedenleri maskeleyen, suçlarını perdeleyen bir din bayrağıyla yeniden inkârcı sömürgeciliğin hizmetine koşacağını gösteriyor.

Sonsöz

Kuzey Kürdistan’da inkârcı sömürgeci boyunduruğun sürdürülmesini hedefleyen güçlerin desteğindeki bu iktisadi, sosyal ve kültürel yönelimin amacının, Kürt halkının inkar ve sömürgeciliğe karşı gelişmiş siyasal örgütlenmesini zayıflatmak, örgütlü gücünü parçalamak, dağıtmak, ulusal demokratik taleplerini bastırmak, özgürlük, adalet ve ulusal eşitlik özlemini yok etmek, Kürt halk kitlelerini, dilsiz köleler veya durumlarının bilincinde olmayan silahsız korucular haline getirmek olduğu şüphesizdir.

Kürdistan’da mücadele eden ilerici, yurtsever ve sosyalist hareketimizin, devletin, hükümetin ve cemaatlerin yönelimlerini, politikalarını, hareket tarzlarını, kullandıkları araç ve biçimleri dikkatle hesaba katması gerektiği ortadadır. İnkârcı sömürgeciliğe karşı yürütülen ajitasyonda bu burjuva din bezirgânlarının, bu sömürgecilik misyonerlerinin sömürünün, zulmün ve ulusal köleliğin temsilcileri olduğu, somut örnekleriyle aralıksız teşhir edilmek zorundadır. Sömürgeciliğin ürünü olan kitlesel işsizlik, kitlesel yoksulluk ve sefaletin yarattığı ağır sonuçları halk dayanışması yoluyla hafifletmeye yönelirken, anadilde eğitim talebi etrafındaki saflaştırma ve sivil Cuma namazları örneğindeki, anti-inkârcı ve antisömürgeci halk Müslümanlığı pratikleriyle sömürgeci din bezirgânlarının hevesleri kursaklarında bırakılabilir ve bırakılmalıdır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi