Partizan'ın Kördüğüm Hali II: Ulusal Sorun, Pazar Sorunu Mu?

Bugün; burjuvazinin bile medet umar hale geldiği Marks'm bütünsel mirasını öğrenmek ve anlamak en devrimci görevlerden biridir. Yazının başından beri vurgulamaya çalıştığımız gibi; O'nun iç dünyası devrimciliği anlaşılmadan düşünsel dünyası da anlaşılamaz. Bu ikisinin diyalektik birliğini ise sadece komünist devrimciler kurabilir.

Partizan ulusal sorun bağlamında gerek ideolojik mücadele düzleminde ve gerekse de pratik politika geliştirme bağlamında kendi durumundan memnun değil. Hatta rahatsız. Bu devrimci ve anlamlı bir duyarlılık. Partizanın kendi durumunu çözümlerken Atılım ve Yürüyüş'ün durumu ile kıyaslamalar yapınca biraz şaşırdığını görüyoruz. Eleştiri ve tartışma konusu yaptığımız yazı şu değerlendirmelerle sonuçlanıyor:

"Gücümüzün yetmezliği doğru fikirlerden uzaklaşmaya, bunların savunulmaz!ığma (savunulmamasma olmalı-TD) neden olmamalıdır. Aksine görülmektedir ki, doğru fikirler nesnel süreç tarafından doğrulanmaktadır. Ancak doğru fikirlerin örgütlenmeye dönüştürülemediği gerçeği orta yerde durmaktadır. Bu da hem darlıklardan, hem de propaganda edememekten ileri gelmektedir. Önümüzde iki örnek var: Atılım ve Yürüyüş. Savunduklarmm yanlışlığı ve hatta Atılım'da göze çarpan pragmatizm ve orta yolculuğu ortadayken hala mücadelede çekingen davranmamız gerçekliğimizi görmememizden kaynaklıdır.

Kendi gerçekliğimizi görmemiz pek mümkündür. Ve ancak gerçekliğimizi gördüğümüz durumda, temel politikaların doğruluğunu kavradığımız durumda atak davranmaya, cüret etmeye hazır olacağız." (s.24)

Partizan, Atılım ve Yürüyüş "yanlışları" savundukları halde, kendi görüşlerini savunmada bu kadar "atak", "cüret"kar davranabiliyorlar, ama biz doğrulan savunduğumuz halde ıdeolojik-teorik mücadelede "atak" ve "cüret"kar davranamıyoruz diyor! Biraz hayret ediyor! Nasıl olur bu, normalde doğruları savunanların daha "atak" ve "cüret"kar davranması gerekmez mi? İşte böyle düşünüyor, böyle akıl yürütüyor. Kendi görüşlerini savunmada ideolojik-teorik mücadelede "çekingen davranma"dan kurtulmak için kendini motive etmeye çalışıyor, kendi kendine propaganda yapıyor.

Fakat bir şey daha var:

"Orta yerde" durduğu saplanan, "doğru fikirlerin örgütlenmeye dönüştürülmediği gerçeği", devrimci bir pratik politik hattın geliştirilemediği anlamına geliyor.

Bu çok önemli ve çok hayati.

Devrimci bir yapı bakımından bunun önem derecesi ile ideolojik-teorik mücadeledeki "çekingenlik", "atak" ve "cüret"kar olamamayı kıyaslamak bile doğru olmaz. Dışarıdan bakıldığında Partizan'ın Kürt ulusal sorunuyla devrimci pratik politika bağlamındaki ilişkilenişini, duruşunu ve durumunu "seyircilik" ve "kaydedicilik" olarak tanımlamak yanlış olmaz. Partizan'dan aldığımız pasajdaki çözümlemelerde bunu kabullenmek ve değiştirme istek ve çabası göstermek anlamında devrimci bir tavır takınma yönelimi anlamlıdır. Fakat Partizan, görüşlerimizin doğruluğunu anlama, bu anlamda gerçekliğimizi görme ve onları savunmada -bunlara göre "yanlış" olan görüşlere karşı mücadelede, "atak" ve "cüret"kar davranmanın, hoşnut olmadığı durumun değiştirilmesinin anahtarı gibi sunarken vurguyu yanlış yere yöneltmektedir. "Orta yerde" durduğu saptanan, "doğru fikirlerin örgütlenmeye dönüştürülmediği gerçeği", çok daha önemli, çok daha acil ve çok daha derin ve büyük bir sorun değil mi? Devrimci teori devrimci pratiğin hizmetindedir, onun önünü aydınlatır, enerji taşıyarak devrimci pratiğe güç ve itilim kazandırır.

"Doğru fikirlerin örgütlenmeye dönüştürülemediği gerçeğini" vurgulayan Partizan, bunun iki nedenine değiniyor:

İlki, "darlıklar" olarak belirtiliyor.

İkincisini ise "doğru fikirleri şartlara uygun olarak savunamamak", "propaganda edememek" olarak saptıyor.

Burada söz konusu edilen "darlıklari'm neler olduğu açıklanmadığı, devrimci eleştiriye konu olmadığı için bu saptamanın bir kavrayış "genişlemesi"ne yol açtığım, değiştirici, dönüştürücü devrimci bir işlev yaptığım göremiyoruz. Böyle olduğu içindir ki, bu saptama somut ve anlamlı görünmüyor. Keza "doğru fikirleri şartlara uygun olarak savunma’nın ne anlama geldiği de belirsizdir, açıklık ve somutluktan yoksundur. Ancak burada yine de var olan görüşlerin propagandasından başka, farklı bir şeyin kastedildiğini-anlatılmaya çalışıldığını anlıyoruz: Eğer burada, örneğin, fikirlerin değişen koşullara uyarlanması kastediliyorsa, böyle bir çabaya da tanık olmadığımızı belirtmeliyiz. Şu soru bize devrimci bakımdan oldukça anlamlı görünüyor. "Ezen ulus milliyetçiliğinin panzehiri ezilen ulus milliyetçiliği değildir" başlıklı teorikideolojik çalışma-yazı, bahse konu "darlıkları" aşmak ve keza "doğru" olduğu vurgulanan "fikirleri şartlara uygun olarak savunmak" bakımından bir gelişmeyi ifade etmekte midir? Bu soruya maalesef olumlu bir yanıt veremiyoruz. Bu analizler Partizan’ın bahse konu gerçekliğini dönüştürebilecek derinlik, genişlik, güç ve yönelimden yoksundur.

"Doğru fikirler" var, bunların "doğruluğu" "nesnel süreçler" tarafından da kanıtlanıyor; ama her nasıl oluyor ise bu doğru fikirler örgütlenmeye dönüştürülemiyor. Ve keza, bu doğru fikirlerin propagandası ve ideolojik mücadelesinde "çekingendik oluşuyor, etkin biçimde savunulamıyor!

Hayır, hayır, burada çok ciddi bir durum, çok ciddi bir sorun var.

Herhangi bir devrimci yapı yüz bin kez "fikirleri'nin doğru olduğunu söylese de bu onun "fikirleri"nin doğruluğunu kanıtlayamayacağı gibi, "fikirleri"ni doğru da yapmaz, yapamaz. Partizan Kürt ulusal sorunu ve ulusal demokratik mücadeleye ilişkin olarak, kendi pratiğine ve bu pratiği yöneten düşüncelere doğru sorular, zor sorular, devrimci sorular ve yeni sorular sormak zorundadır:

Bunlar nasıl doğrulardır ki, "nesnel süreçler" tarafından doğrulandığı iddia edilmekte ve fakat orta yere dikkate değer, olumlu bir politik sonuç çıkartmamaktadır?

Bunlar nasıl "doğru fikirler'dir ki, "örgütlenmeye dönüştürüle"memekledir?

Bunlar nasıl "doğru fikirlerdir ki, herhangi bir devrimci sonuç üretememiş, devrimci bir pratiğin sürükleyici gücü olamamışlardır?

Hem sonra sahi bu "doğru fikirler"in, "doğruluğu"nu hangi devrimci pratik teyit etmiştir, hangi devrimci pratikle doğrulanmışlardır?

Partizan'ın ulusal sorun bağlamındaki seyircilik, kaydedicilik gerçekliği, yeni ortaya çıkmış bir durum da değildir. Özel koşullan nedeniyle 80-90 dönemini bir yana bırakırsak, '90'lardan günümüze süreğenleşmiş bir durumdur. Bu seyredicilik, kaydedicilik, diğer bir ifadeyle devrimci bir müdahale, pratik devrimci politika geliştirememeyi bir tesadüf olarak kabul etmek, politik körlük olur. Devrimci tavır bu duruma neşteri vurmayı, yeni ve devrimci sorular sorarak yüzleşmeyi, köklü biçimde hesaplaşmayı gerektirir. "Zor" dediğimiz sorular, bu gerçek durumun politik önderlik anlayış ve tarzı ile ulusal sorundaki teorik görüşlerle, keza devrim anlayışı ve stratejisi ile bağıntılarının olup olmadığının veya nasıl ve ne kadar ilişkili olduğunun incelenmesi ve açığa çıkartılmasıdır. "Cüret" gerektiren yer tam da burasıdır.

Partizan’ın Kürt ulusal sorunu ve ulusal demokratik hareket-mücadele karşısında, devrimci pratik politik bir hat geliştirmesini önleyen, önünü tıkayan sorunlar, sebepler her şeyden önce onun teorisinde aranmalıdır. Eleştiri ve tartışma konusu yaptığımız yazı bağlamında biz bunu yapmayı devrimci sorumluluğumuz saydık. Partizan diyor ki, "Atılım bu çok önemli konuyu burjuvalar arasındaki mücadelede mazlum olanın tarafını tutmakla sınırlamıştır." (s.17)... Eğer Partizan, Atılım'm ulusal soruna dair, programatik, teorik, stratejik ve taktik (bir bütün olarak) ulusal soruna dair görüşlerini kastederek "sınırlamıştır" diyorsa bu çok yüzeysel, siyasal bakımdan çok hafif, sorumlu olmayan bir tavır olur. Ama eğer yalnızca Yürüyüş'ü eleştiren, "Yürüyüş Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını gerçekten savunuyor mu?" başlıklı yazı için "sınırlamıştır" diyorsa yine de gerçek dışıdır, yanlıştır. Dahası, Partizan’ın ulusal sorunu, ezen ve ezilen ulusların burjuvaları arasındaki "pazara hakim olma" mücadelesine indirgeyen, bildik-tanıdık yaklaşımının görüş açısından bakınca bile, bu "sınırlamıştır" eleştirisi haklı, doğru ve gerçek değildir. Gerçekçi olmak, eleştiride devrimci adalet ve sorumluluğu göstermek, devrimcilerin birbirinden bekleyecekleri değerlerdir... Her neyse, burada daha çok Partizan’ın, ulusal sorunu "burjuvalar arasındaki mücadele'ye indirgeyen mekanik ve kaba materyalist yaklaşımıyla ilgiliyiz. Partizan -bu paragrafın girişinde verdiğimiz satırlardan sonra, devamla şunları yazıyor:

"İlkin ulusal sorunun ne olduğunu, neye dayandığını ve esasta ulusun hangi sınıflarını ilgilendirdiğini veya hangi sınıfların çatışmasını içerdiğini anlamamız olumlu olacaktır." (s. 18) Partizanın sorunu kovuşunun daha iyi anlaşılması bakımından bu bir cümlelik paragrafı bileşenlerine ayırarak daha yakından bakalım.

"İlkin ulusal sorunun ne olduğunu... anlamamız olumlu olacaktır", deniyor. Böylece bizeokura cümlenin girişinde herhangi bir daraltmaya, sınırlandırmaya, indirgemeye gerek duymaksızın dosdoğru ulusal sorunun "ne olduğunun açıklanacağı söyleniyor!

Sonra, ikinci basamakta, "... ulusal sorunun... neye dayandığını... anlamamız olumlu olacaktır" denerek, bir başka şey, farklı bir şey söyleniyor. Ulusal sorunun "ne olduğu" ile "neye dayandığının" bir ve aynı şey olduğu söylenemez. Burada önemli olan önce konu "ulusal sorun nedir" diye konulurken, bunun cümlenin ikinci basamağında bir daraltma işlemine maruz bırakılarak, "ulusal sorun neye dayanıra indirgeniyor.

Cümle ilerledikçe daraltma, sınırlandırma da ilerler. Üçüncü basamakta "...ulusal sorunun... esasta ulusun hangi sınıflarını ilgilendirdiğini .... anlamamız olumlu olacaktır" denilir. Burada "ulusal sorun... esasta ulusun hangi sınıflarını ilgilendirir" denilirken, ulusal sorunun "esasta" ulusun bazı sınıflarını ilgilendirmediği önsel olarak kabul edilmektedir. Partizan'a göre ulusal sorun, ulusun burjuvazi dışındaki sınıflarını "esasta" ilgilendirmemektedir!... Birbirini izleyen daraltma-budama operasyonları, "ulusal sorun nedir'den, "ulusal sorun neye dayanır'a, oradan da "ulusal sorun... esasta ulusun hangi sınıflarını ilgilendirme indirgenmektedir. Üç basamağın her birinde farklı biçimde konmakta, ama her basamakta sistematik biçimde daraltılarak sınırlandırılmaktadır.

Dördüncü adımda "... ulusal sorunun... veya hangi sınıfların çatışmasını içerdiğini anlamamız olumlu olacaktır." denilmektedir. Cümlenin üçüncü ve dördüncü adımları aynı şeyin farklı ifadeleridir. Böylece ulusal sorunun konuluşunu daraltıp sınırlandırarak indirgemede nihai, artık daha fazla indirgenemez noktaya, sonuca ulaşılmaktadır. Konu girişte ulusal sorunun ne olduğu biçimde konurken, sonra ulusal sorunun düpedüz yani bir nesnel gerçeklik olarak "olduğu gibi", kendi aslına uygun biçimde ele alınması, kavranması ve çözümlenmesi yadsınmakta, reddedilmektedir. Devam edelim:

"Burjuvazinin 'pazardaki hakimiyet' kavgasının ürünü olan milli birlik siyaseti günümüzdeki ulusal sorunların da özüdür... Dolayısıyla sözünü ettiğimiz ulusal sorun halen çoğu siyasetin belirttiği gibi salt ("salt"! Neden "salt"!?) demokratikleşme, hatta ezilen halkın kurtuluş mücadelesi değildir, bunu içermekle beraber esas/öz olarak pazar sorunudur. Hangi güce dayanırsa dayansın, amacını ne şekilde belirlerse belirlesin ulusal sorunun özünde pazar sorunu olduğu gerçeğini hiçbir hareketin varlığı değiştiremez." (s. 18)

İndirgemecilik (burada ekonomik indırgemecilik olmaktadır), mekanizm ve kaba materyalizm, bunların toplamını, örneğimizde, "kör teoricilık" olarak tanımlayabiliriz. Bu kör teoricilık, Partizan'ı bir ulusal kurtuluş mücadelesinde "pazar sorununu" görmenin "ezilen halkın kurtuluş mücadele- si"ni görmekten daha önemli sonucuna götürüyor. Devrimci eylem, ancak ve ancak, devrimci imkanlar üzerine kurulabileceği içindir ki, böyle bir sonuç devrimci bakımdan kabul edilemezdir.

Devrimcileri böyle bir sonuca götüren, "ezilen halkın kurtuluş mücadelesini" ikinci plana atan, önemsizleştiren bir "teori", ağzıyla kuş değil balık tutsa bile, devrimci bakımdan doğru olamaz... Hemen belirtelim ki, daha ilk bakışta Partizanın teorisi "sorunun özü"nü sorunun kendisinden daha önemli görmek, sorunun kendisini "sorunun özüne" indirgemek gibi bir tuhaflıkla maluldür. Apaçık söyleyelim, mekanik ve indirgemeci kaba materyalist teori üretim tarzı ile Partizan, ulusal sorunun, "özü", "esası" diyerek bir teori değil bir "teorik" maymuncuk geliştiriyor/ üretiyor! Sonra bu maymunculukla ulusal sorunun bütün kilitlerini açıyor! Fakat ne yazıktır ki, bu maymuncuk Parti- zan'ın kördüğüm halini çözemiyor, derdine derman olamıyor.

Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi vb. Partizan'm, Atılım'm "dışındaki" gerçeklerdir. Bizim onlar hakkında ne düşündüğümüzden ayrı olarak "nesnel gerçeklikler" olarak vardır. Partizan'm "kör teorisi" bu gerçeklere bakarak bize şunu söylüyor:

Filistin ulusal kurtuluş mücadelesine mi bakıyorsunuz, "ezilen Filistin halkının kurtuluş mücadelesinden önce Filistin burjuvazisi ile İsrail burjuvazisi arasındaki "pazar sorunu'nu, "pazarahaki- miyet" sorununu görmelisiniz! Daha önemli olan budur. Çünkü bu, ulusal sorunun "özü"dür, "esa- sı"dır! Zaten ne de olsa "sorunun özü" de sorunun kendisinden daha önemlidir!..

Keza Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine mi bakıyorsunuz, "ezilen Kürt halkının kurtuluş mücadelesinden önce Kürt burjuvazisi ile Türk burjuvazisi arasındaki "pazar sorununu", "pazara hakim" olma mücadelesini görmelisiniz!...

Her görme bir teorik gözlük sorunudur. Teorik gözlüğünüz ya gerçeği aslına-orijinaline uygun, sadık, bağlı biçimde anlamanızı, kavramanızı sağlar ya da gerçeğin aslım bozar, çarpık, eksik, tek yanlı vb. algılamanıza yol açar. Örneğimizde kör teoricılık Filistin ya da Kürt ulusal kurtuluş mücadelelerine baktığında, "ezilen halkın kurtuluş mücadelesfni önemsizleştirerek gerçeği çarpıtmakta, gerçeğin aslına uygun biçimde görülmesini ve kavranmasını önlemektedir. Tarihsel materyalizm bu mudur? Bu nasıl bir tarihsel materyalizmdir ki, ulusal sorunlar ve ulusal kurtuluş mücadeleleri söz konusu olduğunda, "pazar sorunu"nu "ezilen halkın kurtuluş mücadelesinden daha önemli görebilmektedir?!

Partizan’ın işi gerçekten zordur. Kürdistan, Filistin vb. önümüzde sürüp giden ulusal kurtuluş mücadelelerini, "ulusal sorunun özünün", "pazar sorunu" olduğu ve keza "esasen" ezen ve ezilen ulus burjuvazilerini "ilgilendirdiği", bunların "ezilen halkın kurtuluş mücadelesi"nden daha önemli olduğu; hem zaten ulusal sorunun "özü'nden ve "esasi'ndan geriye kalan kısmının ezilen ulusun burjuvazisi dışındaki diğer sınıfları -işçi sınıfı, emekçiler vb."ilgilendirdiği" vb. gerçeklere meydan okuyan bu görüşlerle, öyle "atak", "cüret"kar vb. bir ideolojik mücadele yürütmek çok da kolay değildir. Bütün bu görüşler, tespit ve teoriler, dikkatini devrimci olanaklara yöneltmiş, kilitlemiş de değildir. Dahası bu anlayışlar, ulusal sorun ve ulusal demokratik hareket, ulusal kurtuluş mücadelesi söz konusu olduğunda Partizanın dikkatini devrimci olanaklara yöneltmesini, odaklamasını da önlemektedir... Bütün bunların "ezilen halkın kurtuluş mücadelesfne karşı mesafe ve yabancılaşma yaratması kaçınılmaz değil midir?.. Eleştirmekte olduğumuz görüşlerinden bakıldığında, Partizanın ulusal demokratik hareketle ilişkilenişinde bir türlü kurtulamadığı seyircilik, kaydedicilik tavrı-duruşu ne şaşırtıcı oluyor, ne de tesadüf! Teorinin hazırladığı pratik (yoksa pratiksizlik mi demeli) bu oluyor, bir bütünlük görülüyor.

Milyonlarca Kürt köylüsünü, yoksulunu, işçi ve emekçisini, küçük burjuvasını, aydınım, gencini, kadınını on yıllarca ve on binlerce şehit pahasına harekete geçiren nedir? Pazar sorunu mu? Yoksa ulusal baskıdan, horlanma ve aşağılanmadan, ulusal boyunduruktan kurtulma, diğer uluslarla eşit olma ve ulusal özgürlük özlemi mi? Hadi diyelim ki, Kürt burjuvazini "salt" "kendi ulusal pazarına" "hakim olma" sınıfsal istek ve yönelimi harekete geçiriyor. Peki ya diğerlerini? "İşçi ve emekçilerin pazar kaygısı mı vardır ya da kapitalizmin nimetlerinden faydalanma olanağı mı vardır?" (s. 19) Bu vurgularınızı da dikkate aldığımızda, sahi bu iş nasıl olmaktadır? Nasıl oluyor da ezilen ulusun işçi ve emekçileri, köylülüğü, kır ve kent yoksulları böylesine güçlü biçimde harekete geçiyor?! Bunaltıcı ulusal zulümden, ulusal horgörü ve aşağılamadan, ulusal boyunduruktan kurtulmak ve kendi kendini yönetmek biçimindeki ulusal demokratik istekleri değilse ne?

Sahi bu nasıl bir tarihsel materyalizmdir ki, milyonlarca köylünün, işçinin, emekçinin, kır ve kent yoksulunun, esnafın-küçük burjuvanın, kadının, gencin, çocuğun harekete geçmesini, tarihi yapmasını "esas/öz" olarak "tali" görüyor!

Uluslar kapitalist gelişmenin şafağında tarih sahnesinde belirmişlerdir. Ulusların ve ulusal sorunların tarihi, kapitalizmin gelişimiyle ve, demek ki, kapitalist gelişmenin tarihiyle bağlıdır. Tarihsel gelişmenin bu eşiğinde nesnel ekonomik, toplumsal ve ideolojik-kültürel bir eğilim olarak var olan uluslaşmanın önündeki başlıca engel feodal düzendir. Ulusal pazarın oluşumu ve gelişimi için her şeyden önce feodal parçalanmışlığın aşılması gerekir. Eski düzenin egemen sınıfı feodal aristokrasi ve onun sınıf egemenliği olarak monarşi, kapitalist üretici güçlerin ayağındaki prangadır. Uluslaşmanın motoru kapitalizm ve burjuvazi ise onun gelişimini önündeki duvar da feodal aristokrasi ve feodal parçalanmışlıktır. Kendi nesnel ekonomik toplumsal durumunun bilinci/sımf bilinci veya sınıf çıkarlarının bilinci geliştikçe burjuvazi kendi gelişiminin önündeki engelleri kaldırmaya, gelişiminin elverişli-uygun koşullarını bilinçli ve iradi olarak hazırlamaya-oluşturmaya yönelir. Feodal aristokrasiye ve monarşiye karşı mücadelede öne çıkar, kendi çıkarlarının genelleştirilmiş ifadesi olarak "Eşitlik, kardeşlik, hürriyet" bayrağını, "Adalet" bayrağını açar, tüm ulusun çıkarları olarak sunduğu kendi bayrağı altında halkı birleştirmeye çalışır... Burjuva devrimlerin hikayesidir bu. Burjuva devrimler ulusların siyasal oluşumunun tepe noktalarıdır. Ulusal devletlerin kuruluşu, ulusların siyasal kuruluşları anlamına da gelir. Bütün bunların da gösterdiği gibi "ulusal sorun" hiç kuşkusuz burjuva bir sorundur.

"Ulus'un, "ulusal sorunun tarihi açısından bakıldığında, emperyalizm öncesi dönemde ulusal sorunlar feodal imparatorlukların iç sorunlarıdır. Kapitalist gelişme ve ulusal pazar, "olayın" ekonomik; ulus devlet ve ulusun kuruluşu da siyasal veçhesini yansıtır. Ulus tanımından hareketle ekonomik, toplumsal-sosyal, ideolojik-kültürel, tarihsel, politik ve coğrafi olmak üzere "ulusal sorun'un belli başlı boyutlarının varlığı kuşku götürmez. Çok boyutlu, çok katmanlı bir gerçekliktir bu. Fakat yine de şu vurgulanmalıdır ki, "ulusal sorun" dendiğinde anlatılan ve anlaşılan da ekonomik vb. değil politik düzeydir, politik sorundur.

Stalin, emperyalizm öncesi dönem söz konusu olduğunda, analizlerinde yer yer ulusal sorunun özünün pazar sorunu olduğuna dair tanımlar yapmıştır. Bunu uluslaşma-ulusun oluşum sürecinde, var olan nesnel uluslaşma eğiliminin potası olarak pazarın rolüne ve tabii, ulusun oluşumunda burjuvazinin rolüne yapılan bir gönderme, bir vurgu olarak okumak gerekir. Birbiriyle karşılıklı ilişki içerisinde, belli başlı boyutlan-düzeyleri veya katmanları olan bir gerçeklik olarak, ulusal sorunun "özü pazar sorunu"dur tanımına Marksistler hiçbir zaman Partizan gibi aşırı abartılmış, her derdin devası haline getirilmiş bir anlam, önem ve rol atfetmemişlerdir. Çok boyutlu, çok katmanlı bir gerçeklik olduğu içindir ki, ulusal sorunu "özü pazar sorunudur" diyerek ekonomik düzeyi veya bağlamıyla tanımlamak, sorunun diğer düzeylerini önemsizleştirmek, ihmal ederek bir yana koymak olduğu kadar düpedüz ekonomik indirgemeciliktir de. Böyle olduğu içindir ki, ulusal sorunun kendisi de, eğer gerekiyor ise "özü" de politik düzlemde çözümlenmeli ve tanımlanmalıdır. Zaten Marksistler de böyle yapmışlardır.

Kapitalist gelişmenin 19.yy. sonunda tekelci aşamaya geçmesi, dünyanın emperyalist devletler arasında paylaşımının tamamlanması, dünya pazarının bütünleşerek emperyalist-kapitalist dünya sisteminin oluşmasıyla, ulusal sorunlar ile sömürgeler sorunu birleşerek genelleşmiş, devletlerin iç sorunu olmaktan çıkmış, emperyalist dünya düzenini oluşturan ilişkiler sisteminin bir parçası haline gelmiştir. Görüldüğü gibi bu koşullar altında ulusal sorunlar bakımından da yeni bir durum oluşmuştur. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve onu takip eden Ekim Devrimi'yle yeni tarihi koşullar bütünüyle olgunlaşmıştır. Ekim Devrimi ve sosyalizm 20.yy'a damgasını vurmuştur. Bununla birlikte 20. yy. sömürgelerin ve ulusal boyunduruk altındaki ulusların başkaldırılarına, emperyalizmin sömürge sisteminin tasfiyesine, onlarca yeni ulus devletin kurulmasına tanıklık etmiştir. Bu gerçekliklerin öngörüsü olarak kabul edilmesi gereken 3. Enternasyonalin "Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşiniz" sloganı, ulusal sorunları, sömürgelerin ve boyunduruk altındaki ulusların kurtuluş sorunu olarak emperyalizme karşı mücadele ve yabancı egemenlığinin-boyunduruğunun kırılması ve tasfiyesi sorunu olarak, ulusların ve sömürgelerin özgürlüğü, eşitliği, bağımsızlığı ve kendi kendilerini yönetme sorunu olarak koymaktadır. Eğer ille de ulusal sorunların özünden söz etmek gerekiyorsa bu, ulusların kaderlerini tayin etmeleri sorunundan başka bir şey olamaz.

İbrahim Kaypakkaya, ulusal sorunun özünün pazar sorunu olduğunu savunmuştur. Kuşkusuz emperyalizm ve proletarya devrimleri çağında bu görüş doğru değildir. Fakat 1970'lerin girişi koşulları altında -her şeyden önce Marksist kaynaklar, Marksist birikim, deneyim vb. sınırlılığı böyle bir yanılgı anlaşılabilir ve hatta Kaypakkaya'mn ulusal soruna ilişkin teorik yaklaşımlarının bütünü ve politik duyarlılığı dikkate alınarak bir ölçüde tolore de edilebilir. Ancak bunun Partizan için geçerli olması düşünülemez.

1970'lerde İbrahim Kaypakkaya Kürt ulusal sorununda devrimci harekette en ileri düzeyi temsil ediyordu. 30-40 yıl sonra günümüzde onun mirasına dayanan Partizan, teorik ve politik olarak nereden nereye gelmiştir!... Karşımızdaki adeta bir miras yedi hazırcılığı değil midir?... Evet, İbrahim Kaypakkaya, 1970'lerde ulusal sorunda en ilen düzeyi temsil ediyorken, onun mirasına dayanan yapılardan Partizanın bugün devrimci hareketin geri düzeyini temsil eden yapılar içinde yer alması hem ironık ve hem de trajik değil midir?

Burada önce geniş bir parantez açma ihtiyacı duyuyoruz. Atılım "Ezilen ulusun hangi sınıf ve tabakalarına mensup olduğu tayin edici değildir (ulusal baskıya maruz kalmak için) Kürt olmak yeterlidir" diyor. Bunu aktaran Partizan devamla, "Bu açıklama ulusal sorunun nedeni hakkında bir şey söylememektedir ve gerçeği gizlemektedir" (s. 19) diye, "eleştiriyor."

Partizan’ın bir tuhaflığı daha! Atılım ulusal baskının genel olduğunu, bir bütün olarak, bir tüm olarak ulusu hedef aldığını, ulusa uygulandığını vurguluyor. Partizan’ın buna ulusal baskının "nedeni hakkında bir şey söylemiyor, gerçekleri gizliyor" diye itiraz etmesi, "eleştirmesi" gerçekten garip, tuhaf bir durumdur. Kaldı ki, Atılmadan yapılan alıntı "ulusal sorunun" nedeni hakkında yine de bir şey söylemiş oluyor. Ulusal "baskı", ulusu ezmeyi, bastırmayı, çökerterek boyunduruk altına almayı hedefliyor. Peki, "ezen ulus" bunu niçin yapmaktadır! Neden ulusal baskıya, zorbalığı başvurmaktadır? Ulusal ayrıcalıklarını korumak veya ulusal ayrıcalıklar elde etmek; boyunduruğa vurduğu ulusun ülkesini, yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürmek, beyin gücü ve iş gücü olarak insan kaynaklarını, tarihini, kültürünü yağmalamak, talan etmek, sömürmek, kendi gücüne katmak, öteki devletlerle, rakipleriyle ilişkilerinde stratejik avantajlar sağlamak vb. için. Hal böyle olduğu içindir ki, ekonomik düzlemli "pazara hakim olma" analizi biraz naif kalmaktadır! Partizan'ı okuyalım:

"Atılım Yürüyüş dergisini haklı olarak olumsuzlarken, ulusal baskının esas olarak hangi kesimlere uygulandığı konusunda ondan daha büyük bir hata yapmaktadır. Yürüyüş dergisi ulusal baskının esas olarak ezilen ulus işçi ve emekçileri için geçerli olduğunu iddia ederken Atılım 'hayır' diyor, 'ulusal baskı ezilen ulusun tüm kesimlerine yönelik' diyor." (s. 18) Gerçekten de Atılım'ın hatası "daha büyük"! "Daha büyük'un de lafı mı olur, vahim ki vahim! "Ulusal baskı ezilen ulusun tüm kesimlerine yönelik"miş! Sen misin bunu diyen, vay ki vay!... Partizan’ın buna itiraz etmesine şaşırmıyoruz. Fakat onun çok yerleşik ve geleneksel, artık "klasikleşmiş" bu "esas"lı tartışmasının "esas"lı maymuncuğunun tam da burada ulusal baskının kime uygulandığı bahsinde tarihteki meleklerin cinsiyeti üzerine tartışmayı çağrıştırır hale gelerek kabak tadı vermeye başladığını hatırlatmak zorundayız.

Partizan bir toplumsal-politik gerçeklik olarak karşımızda duran Kürt ulusu üzerindeki baskı, Kürt ulusal sorunu ve Kürt ulusal demokratik hareketi gerçekliğini çözümlemeye dayalı biçiminde tartışmak yerine "esas", "özünde" vb. ifadeler eksenli bıktırıcı, gına getirici, ifrata varan tartışmalar yapıyor. Teorik tartışma ve devrimci teori üretimi olarak kabul edilebilir mi bu?.. Okura sabır dileyeceğiz. Çünkü Partizana kendi durumunu göstermek gibi devrimci bir sorumluluğu yerine getirme yükümlülüğünü duyuyoruz.

Partizan; Atılım, Yürüyüş'ü çarpıtıyor, çünkü diyor, Yürüyüş, ulusal baskının "esas olarak" ezilen ulusun işçi ve emekçilerine yöneldiğini söylüyor. "Esas olarak" ifadesi Partizan için yeterince açıklayıcı olabilir. Ancak gerçekler ifadelerden daha önemlidir. Yürüyüş, "ulusal baskı esas olarak ezilen ulus işçi ve emekçileri için söz konusudur" (sayı 133, 2 Aralık 2007, s.27) dedikten sonra, bu tespitten nasıl bir sonuç çıkarttığı önemli değil mi?

"Ve bu noktada da UKKTH, bu ülkelerde ezilen ulus işçi ve emekçilerinin kendi kaderini tayin hakkı içeriğini kazanmıştır." (s.27, agy.) Yürüyüş bir sayfa sonra ezen ve ezilen ulus işçilerinin birlikte örgütlenmesi birlikte mücadelesini tartışırken de aynı görüşü "esas", "tali" ayrımı yapma gereksinimi duymaksızın tekrarlıyor:

"Ezilen ulusun kendi kaderini tayin etmesinin ezilen ulus emekçilerinin kendi kaderini tayin etmesi muhtevası kazanmış olması..." (s.29) çok açık değil mi, Yürüyüş, ulusal sorun, ulusal sorun olmaktan, Marksist gelenekte yerleşik anlamıyla ulusların kendi kaderlerim tayin etmeleri hakkı ve sorunu olmaktan çıkmıştır, değişmiştir diyor. Bunu da ulusal baskının "esas olarak ezilen ulus işçi ve emekçileri için söz konusu" olduğu saptamasına, diğer bir şekilde de "ezilen ulusun egemen sınıfları(nm), ezen ulusun egemen sınıflarıyla kaynaşarak, oligarşinin içinde yer almışlar'dır (s.27, agy) tespitine dayandırıyor. Burada Yürüyüş için, Partizan'ın tercümesi ile esas olanı "dışlama"dığı "esas olmayanYn devrimci program, strateji ve taktik bakımından ihmal edilebilir, dikkate değer anlamı olmayan bir unsur, bir etken olduğunu görüyoruz. Gerisi sözcüklerle oynamak olur. Demek ki, Atılım'm eleştirisi doğrudur, Yürüyüş un gerçeklerine dayanmaktadır. Partizanın Yürüyüş lehine tanıklığı ise geçersizdir. Yürüyüşün ulusların kendi kaderlerini tayın hakkını, "ezilen ulus emekçilerinin kendi kaderlerini tayin etmesfne indirgemesine Partizanın herhangi bir itirazının olmaması da dikkat çekicidir!... Marksizm adına ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı günümüzde artık ezilen ulus işçi ve emekçilerinin kendi kaderlerini tayin hakkı ("içeriği kazanmıştır") anlamına gelir demek, hem ulusal sorun ve ulusal demokratik hareket gerçekliğinin ve hem de Marksizmin çarpıtılmasıdır. Burada karşı karşıya kaldığımız durum emperyalist ekonomizmdir; yani sosyal şovenizmin teorik temelleridir. Partizan'ın Yürüyüş'ün az çok sistematik biçimde yansıyan sosyal şovenizmini, ezen ulus milliyetçiliğinin etkilerini görememesi dikkat çekicidir ve nedensiz değildir. Bunlar bir yana, tanıklığı ile hayırlı bir iş yapmıyor, Yürüyüş'te yansıyan ezen ulus milliyetçiliğinin etkilerini, yani oportünizmi, sosyal şovenizmi besliyor, tolere ediyor. Partizan’ın bu zararlı tanıklığına eleştiri ve itirazımızı, bir parantez içi parantezle noktalayalım:

Yürüyüş un tavrına binaen, ulusal sorunun özü pazar sorunudur, ezen ve ezilen ulus burjuvazilerinin mücadelelerine dayanır, ulusal baskı esas olarak ezilen ulus burjuvazisine yönelir diyen Partizan, bunlardan, ulusun kendi kaderini tayini hakkı "esas olarak" ezilen ulus burjuvazisinin kendi kaderini tayin hakkı anlamına gelir, sonucuna ulaşıyor mu?

Devam edelim; Atılım diyor ki, eğer "ulusal sorun ezilen ulusun işçi ve emekçilerinin sorunu haline gelmiştir derseniz, esasında ulusal sorunun ulusal sorun olmaktan çıkmış olduğunu söylemiş olursunuz." Partizan buna, "sorunun özgünlüğü hakkında hiçbir şey" söylemiyorsunuz diye itiraz ediyor ve diyor ki, "ulusal baskı, tüm ulusa aynı amaçlar ile uygulanıyorsa bu baskının özgünlüğü nedir?" (s.20)

Sahi ulusal baskının özgünlüğü nedir? Bu çok açık sorun niçin karmaşıklaştırılıyor, adeta anlaşılmaz hale getiriliyor? "Ulusal baskı" kavramı, tanımı gereği zaten öteki/ diğer "baskı" biçimlerinden farklı olarak "ulusal" baskının özgün niteliğini vurguluyor.

Boyunduruk altında tutulan, ezilen bir ulusta -kendi kaderini belirlemiş, ulusal devletini kurmuş, "ulusal sorunu" çözmüş uluslardan, örneğin Türk ulusundan farklı olarakbu ulusun başlıca sınıflarının birbiriyle ilişkilerinde her birinin kendi sınıfsal çıkarlarından -Kürt burjuvazisi Kürt proletaryasının sömürür öyle değil mi!ayrı ve farklı olarak, ortak sorunları vardır. Kürt ulusunun ulusal boyunduruk altında tutulması, kolektif ulusal varlığının reddedilmesi, diline kelepçe vurulması, örgütlenme, ulusal kuramlarını oluşturma, diğer uluslarla eşit, saygın, onurlu ilişkiler kurmasının vb. özcesi kendi kendisini yönetmesi, kendi ülke ve ulusal imkanları hakkında karar vermesi baskı, zulüm ve katliamlarla önlenmektedir. Ulusal baskının özgünlüğünün de ta kendisidir bunlar.

Kadın cinsi üzerinde egemen erkek emsin yerleşik ataerkil toplumsal düzen biçimini almış cinsel baskısı değildir bu!

Ya da örneğin Alevi ya da Hristiyan halklarımıza dinsel-inançsal baskı da değildir bu!

Veya işçi sınıfının sınırsız grev hakkını, sendikal örgütlenme hakkını, emekçi memurların toplu sözleşme ve grev haklarını, kendi sınıf partilerini kurma, sermayenin boyunduruğunu devirme ve kendi iktidarlarını kurma, sömürüyü ortadan kaldırma mücadelesini vb. önleme, bastırma gibi sınıfsal baskı da değildir bu!

Ulusal baskı bir ülkeyi, bir ulusu hedefler, konusu da, içeriği de, biçimi de ulusaldır. Bu özgünlüğü bir de şöyle anlatalım. "Bugün" artık Türk işçi ve emekçileriyle Türk burjuvazisinin temel herhangi bir "ortak sorunu" ve çıkar birliği yoktur. Oysa bütün ezilen uluslarda olduğu gibi "ulusal boyunduruktan kurtulmak", Kürdıstan işçi sınıfı ile Kürdistan burjuvazisinin temel ortak sorunudur. Evet, sorun "ortaktır", her iki sınıfın da sorunudur; fakat "ezilen ulus" burjuvazisi ve "ezilen ulus" proletaryası olmaları onları nesnel ekonomik ve toplumsal durumları farklı, tabii temelden farklı sınıflar olmaktan çıkartmaz. Hal böyle olunca her birini "ortak soruna" çözüm perspektifinin farklı olmasından da bir terslik, şaşacak bir şey veya açıklanmasında bir güçlük yoktur. Partizanın ulusal baskının "özgün" olabilmesi için, ezilen ulusun burjuvazisine yönelmesi gerekir demeye getirmesi tamamen zorlamadır.

"Ulusal soran... esas/öz olarak pazar" sorunudur diyen Partizan, "ulusal baskı"nın kime yöneldiği bahsinin açıklanmasına geçiyor:

"Yürüyüş, ulusal baskının esas olarak ezilen ulusun işçi ve emekçilerine uygulandığını ya da Atılım ulusal baskının ezilen ulusun bütününe eşit ("esas olarak" ayrımını reddettiği için böyle ediyoruz) olarak uygulandığını iddia ederken neye dayanıyorlar? Bunun bir yanıtı yok." (s. 18)

Zorlama tartışmalara başvurmak pek hayra alamet sayılamaz. Atılım, ulusal baskı, adı üstünde ulusal baskı olduğu için ulusal/ ulusun bütününe, bütün sınıflarına yönelir diyor. Fakat bunu anlaşılır bulmayan Partizan, madem ki, Atılım "esas olarak" ayrımını reddediyor, o halde, Atılım'a ulusal baskının ezilen ulusun bütün sınıflarına "eşit olarak uygulandığını iddia ediyor"/ savunuyor dedirtirim diyor ve dedirtiyor! Partizan bu noktada tam bir karikatürizasyon operasyonu gerçekleştiriyor. Sonra mı, bu defa da karşısına geçip kendi imali bu karikatürü "eleştiriyor." Hayra alamet değil, çünkü aslını eleştiremeyince karikatürüyle mücadele etmeye tevessül etmesi Partizan’ın zayıflığını gösteriyor. Fakat bu noktada her şeyin farkında olarak, bilerek, isteyerek yapılması bir entelektüel etik ve düzey sorunu da yaratmaktadır. Atılım, ulusal baskının ezilen ulusun hangi sınıfına ve ne kadar yöneldiğini "esas", "tali" vb. kategorik bir ayrıma tabı tutmayı ve bunun üzerine bir politika inşa etmeyi gerçeklere aykırı ve zorlama buluyor Tabii ki, bunu eleştirebilirsiniz. Fakat Atılım'ın ezilen ulusun bütün sınıflarına ulusal baskının "eşit olarak uygulandığını" savunduğunu iddia edemezsiniz!

"Ulusal baskının özü pazar sorunu ise, bu sorun burjuvazinin gelişimine koşut ortaya çıkıp gelişmişse, kapitalizm dönemine ait bir sorunsa onun esas olarak işçi ve emekçilere uygulandığını nasıl iddia edebiliriz?... Kuşkusuz pazara kimin hakim olacağı kavgasından çıkan ulusal baskı ulusun tümüne uygulanır ama esas olarak belirttiğimiz nedenlerle ezilen ulusun burjuvazisine dayanır. (Uygulanır denilmek isteniyor-TD) Amaç onu pazar mücadelesinde saf dışı etmektir." (s. 19)

İşte Partizanın ulusal sorundaki mekanizminin, kaba materyalizminin ve ekonomik indirgemeciliğinin çarpıcı bir klasiği! Kör teoricilik de kendini üretiyor. Çünkü o yalnızca bir "teori" değil, dahası aynı zamanda bir teori üretim tarzıdır. Ulusal sorunun "özünün pazar sorunu" olması düşüncesi Partizan'ın teorik maymuncuğudur demiştik ya!... Haksız mıyız? İşte adeta bizi doğrulamak için yazılmış mükemmel bir örnek! Ulusal sorunun "özü pazar sorunudur" tespitinden kalkış yapan "teori" üretme çabası, birkaç basamaklık mekanik mantık yürütmeleriyle ulusal baskının "esas olarak" ezilen ulus burjuvazisine uygulandığı sonucuna ulaşarak, karaya oturuyor!. Burada da şunu eklemek zorundayız ki, Partizan burada da işin kendisini değil de yine "esası"nı aydınlatıyor.

Ulusal baskının amacının "esas olarak" "ezilen ulus burjuvazisini" "pazar mücadelesinde saf dışı etmek" olduğu formülü kaba bir hatadır. Ulusal baskı, ona hedef olan ulusu ve ülkeyi boyunduruk altına almayı amaçlar. Devam edelim. Partizan, özetle "ezilen ulus burjuvazisi baskının esasını görür" diyor. Ama aynı zamanda dönüp şunu da vurgulayarak ekleme ihtiyacı duyuyor:

"Bunu iddia ederken bizler, ulusal baskının işçi ve emekçilere daha az uygulandığını söylemiş olmuyoruz." (s. 19)

Ya, öyle mi? Yok yok, buna ikna olamayız, inananlayız! Bu bahisle yapacağınız bu türden açıklamalar, vereceğiniz bu türden güvenceler ikna edici ve inandırıcı olamaz. Partizan bir sayfa önce Yürüyüş'ü aklayıcı tanıklığı esnasında Atılım'ı eleştirirken, "esas olarak ifadesi(nin) esas olmayanın varlığını da içer'diğini (s. 18) hatırlatıyordu! Yani ulusal baskının "esas olarak" ezilen ulusun burjuvazisine uygulandığını, ulusal baskının "esas olmayan" kısmının da ulusun diğer sınıflarının payına düştüğünü savunuyor. Hatta ulusal baskı bir bütün olarak ulusa, ulusun bütün sınıflarına yönelir diyen Atılım'ı, "ulusal baskının ezilen ulusun bütününe eşit (... ) olarak" uygulandığını savunmakla itham eden de Partizan'dır. Sahi, eğer ulusal baskının "esası" ezilen ulusun burjuvazisine uygulanıyorsa ve eğer, bu esas ifadesinin bir de ulusal baskının "esas olmayan" kısmına maruz kalan sınıfların var olduğunu yansıtıyor ise o zaman "ulusal baskının işçi ve emekçilere -kategorik olarakdaha az uygulandığını söylemiş olmuyor"sanız, ne yapıyorsunuz? Kaderini "esas" ifadesine bağlamış bunca fırtına da ne oluyor! Ulusal baskının "esas olarak" ezilen ulusun burjuvazisine yöneldiğini söylüyor ve fakat bununla yine de "ulusal baskının işçi ve emekçilere daha az uygulandığını söylemiş olmuyorsanız ... o zaman ulusal baskının "esası" hangi sınıfa uygulanıyor gibi, zorlama kategorik bir ayrıma ne gerek var!? "Oysa halk üzerindeki baskı esas olarak sınıfsal baskıdır." (s. 19) derken de ulusal baskının "esas olmayan" kısmının halka uygulandığından başka bir şey söylemiş, ima etmiş olmuyorsunuz! Yine ezilen ulus işçi ve emekçilerinin katmerli bir baskıya maruz kaldıklarını izah ederken, "bunun nedeni ulusal baskının esasen onlara uygulanması değil, aynı zamanda sınıfsal baskıya da maruz kalmalarıdır." (s. 19) derken de bir kez daha onların ulusal baskının "esas olmayan" kısmına hedef olduklarını tekrar ediyorsunuz.

Tartışmakta olduğumuz "ulusal baskı kime uygulanır" örneğinde açıkça görülüyor ki, Partizan, "teori"den nesnel gerçekliğin -örneğimizde "ulusal baskı" gerçekliğiaslına uygun biçimde açıklanarak genelleştirilmesini, soyutlanmasını anlamıyor. Gerçeklerin gözüne bakarak-çıplak bir gözle, ulusal baskının kimlere yönlediği gerçekliğini incelemek yerine, kendince çok sağlam olduğunu düşündüğü bir noktadan tutarak, ona bağlı ve mekanik biçimde mantık yürütmeyi tercih ediyor. Gerçekleri inceleyerek değil mantık yürüterek, gerçeklerin teorisinin kurulabileceğini sanıyor. Tabii ki, derin bir yanılgıdır bu. Partizan burada hem bir devrimci akıl tutulması yaşıyor hem de onulmaz çelişkiler içerisinde kıvranıyor. Böyle olduğu içindir ki, şunları yazma gereksinimi duyuyoruz:

Yapmayın arkadaşlar. Halep oradaysa arşın burada! Partizan'ın, Aıılım'ın veya bir başkasının ulusal sorun teorisi "oradaysa", Kürt ulusal sorunu, Kürt ulusal demokratik hareketi, Kürt ulusunun maruz kaldığı bunaltıcı ulusal baskı da burada, gözlerimizin önünde! Bütün bunlar nesnel gerçekliklerdir. Kendinizi de bizi de bu "esas"lı, "özünde"li kısır, mekanik ve kör tartışmalar içerisinde helak etmenize gerek yoktur. Kürt ulusuna uygulanan ulusal baskı çırılçıplak ortadadır. Filistin ve diğerleri de öyle... Buyurun ulusal baskının Kürt burjuvazini hedefleyen "kısımlarını", örneklerini vb. ve keza Kürdistan proletaryası ve emekçilerini hedefleyen "kısımlarını", örneklerini vb... her birinin payına düşen ulusal baskının çapmı/yaygmlığını, keza sıklığım/yoğunluğunu ve de sertliğini/şiddetini ortaya koyup çözümleyin bakalım, ulusal baskıdan sınıfların payına düşeni kategorize etme k/kategorik ayrıma tabi tutmak mümkün mü, değil mi? Ama eğer ille de bir ayrım yapmamızı istiyorsanız kategorize etmeksizin ulusal baskının günümüzde Kürt burjuvazisinden çok, ulusal ve sömürgesel boyunduruğa baş kaldırmış olan Kürt emekçi halkını hedeflediğinden kuşku duyulamaz.

Yürüyüş ulusal baskı "esas olarak" ezilen ulusun işçi ve emekçilerine yönelir diyor, ama milyonları kucaklayan, harekete geçiren ulusal demokratik mücadeleyi milliyetçilikle mahkum ederek, sosyal şovenizmle malul bir tavır alarak mesafeli duruyor.

Partizan ise ulusal baskının "esas olarak" Kürt burjuvazisine yöneldiğini, önümüzde duran gerçekliği, "esas olarak" ezen ve ezilen ulus burjuvazileri arasındaki çatışma olarak değerlendirerek, milyonları harekete geçiren ulusal demokratik mücadeleye mesafeli davranarak sosyal şovenizmle malul bir tavır alıyor.

Teorik bakışları, analizlerini temellendirdikleri başlangıç verileri ve keza analizleri ve çıkarsamaları farklı, hatta sanki farklı kutuplarda duruyorlar gibi ve fakat ulusal demokratik harekete -PKK değil, ulusal demokratik hareket, yüzbinleri ve milyonları girdabına çeken siyasal halk hareketi!çok benzer biçimde mesafeli davranıyorlar!!

Bu gerçekten ilginç bir durum. Peki neden? Ortak nokta tam şurada. Her iki yapı da Kürt ulusal sorununun devrimci imkanlarını ve keza ulusal demokratik hareketin oynamakta olduğu demokratik devrimci rolü ve keza taşıdığı muazzam demokratik devrimci potansiyeli küçümsüyorlar. Sosyal şovenizm eğilimin beslendiği kökler buralara kadar derinlere iniyor.

Atılım, Yürüyüşe şu eleştiriyi yapıyor:

"Devrimciler ne zamandan beri ezilen uluslara kendine güvensizlik örgütlemeye başladılar? Devrimcilerin ulusal sorunda görevi başaramazsınız, kazanamazsınız propagandası yürütmek midir?" (s.21)

Partizan bunu "ezen ulus milliyetçiliğinin karşısına ezilen ulus milliyetçiliğini çıkarmaktır" şeklinde yorumluyor. Şunu da ekliyor: "Bu soru cümleleri kendi içinde, 'ulusal sorunun çözümü mevcut ulusal harekete aittir ve ona güvenmek ve her kararını desteklemek' devrimcilerin görevidir anlayışını taşımaktadır. Devrimcilerin ezilen ulusa yönelik, ezilen ulusun işçi ve diğer emekçilerinin çıkarlarının esas olarak kendi kaderlerini tayin etmek yönünde tavır almamalarında olduğunun propagandasını yapmaları, bunun kurtuluş olmayacağını açıklamaları ne zamandan beri bu şekilde eleştirilir oldu?" (s.21)

Partizan bu noktada Atılım ile Yürüyüş arasındaki tartışmayı, daha doğrusu Atılım'ın Yürüyüşe yönelttiği eleştiriyi en hafif deyimiyle anlayamıyor. Fakat bu bile Partızan’ın kötü tanıklık ve tercümanlığının vahametini ortadan kaldırmıyor. Yürüyüş, savunduğunun, yazdığının ve ne amaçla-kasıtla yazdığının ayırdında ve bilincindedir:

''Devrimcilerin çeşitli vesilelerle net olarak ortaya koydukları gibi; İki ulusun emekçi sınıfları aynı ekonomik sosyal yapıda, aynı formasyona sahiplerse, sınıfsal ve ulusal baskının sosyal temeli, aynı egemen sınıf bloğuysa, bu ülkede ezilen ulusun kendi kaderini tayin etmesinin ayrı bir devrim olarak gerçekleşmesinin nesnel temeli yok demektir.' ... "Bundan, sınıfsal kurtuluşun, ulusal kurtuluşu da sağlayacağı sonucu çıkar." (2 Aralık 2007, sayı: 133, s.27)

Atılım, Yürüyüşe şu eleştiriyi yapıyor:

"Yürüyüşçü arkadaşlar ulusal kurtuluşçu bir devrimin nesnel temeli yoktur derken ezilen ulusun kendi kaderini tayin için bir devrime kalkışmasına karşı çıkıyorlar." (Parantez açıp Partizan'a soruyoruz, "öyle değil mi", Yürüyüş "karşı çıkmış" olmuyor mu?) "Ezilen ulusun devrimci potansiyelini küçümsüyor, ulusal mücadelelere güvenmiyorlar" (Tekrar parantez açalım, Yürüyüş "ezilen ulusun devrimci potansiyelini küçümse"miyor mu?) "Kürtlerin kendi gücüne ve dinamiklerine dayanarak kendi kaderini tayin edebileceklerine inanmıyorlar. Devrimciler ne zamandan beri ezilen uluslara kendine güvensizlik örgütlemeye başladı. Devrimcilerin ulusal sorunda görevi başaramazsınız, kazanamazsınız propagandası yürümek midir?" (Atılım, 5 Ocak 2008)

Evet, Atılım Yürüyüş'ü "ulusal kurtuluşçu bir devrimin nesnel temeli yoktur" tespitinden dolayı eleştiriyor. Yürüyüş un yazdığı apaçık. "Bu ülkede ezilen ulusun kendi kaderini tayin etmesinin ayrı bir devrim olarak gerçekleşmesinin nesnel temeli yoktur" diyor. Bu başka bir anlama mı geliyor?... Yürüyüş'ün yazdığı, savunduğu sarih, fakat tartışmanın bu en hayati noktasına da müdahil olan Partizan ne savunduğunu, kendi görüşünü yazmıyor?! Sahi Partizan ne diyor, Kürdistan'da ulusal kurtuluşçu bir devrim olanaklı mıydı, olanaklı mı?

Yürüyüşün ifadeleriyle de soralım, Partizan'a göre Kürt ulusunun "kendi kaderini tayin etmesinin ayrı bir devrim olarak gerçekleşmesinin nesnel temeli" var mı, yok mu?...

(Partizan. "Her şeyden önce şunu kabul etmeliyiz, ulusal sorun kendi özgün sürecini de yaşamaktadır. Dolasısıyla 'devrimciler devrimi ilerle- temedikleri halde ulusal sorunun çözümü yolunda gelişmeler olması mümkündür. Devrimciler bu gelişmeler olduğunda bunlan görmezden gelerek hareket edemezler" diyor, (s. 23) Okurun Partizanın görüşlerini bütünlüklü görebilmesi bakımından bu satırlan yazıya alma gereksinimi duyduk. Burada yer alan görüşlerin tartışılan bağlamda bizim eleştirilerimizi geçersiz kılmadığını vurgulamamız. Çünkü bu satırlarda Panizan, Kürt ulusunun 'kendi kaderini tayin etmesinin ayrı bir devrim olarak gerçekleşmesinin nesnel temeli" var mı yok mu, sorununa açıklık getirmiyor.)

Bize göre dün de bugün de ulusal kurtuluşçu bir devrimin "nesnel" temelleri vardır; zayıf bir olasılık olsa da, ulusal sorunun çözümünün, ulusal kurtuluşun "ayrı bir devrim olarak" gerçekleşmesi yolundan gerçekleşmesi mümkündür. Bu olasılığı reddetmek emperyalist ekonomizm, sosyal şovenizmdir. Lenin ve Stalin'in muhataplarımızın da bildiği görüşlerini buraya alalım-hatırlayalım:

"Ezen ülkelerin işçilerinin enternasyonalist eğitimi, zorunlu olarak, her şeyden önce, ezilen ülkelerin özgürlüğü ve ayrılması ilkesinin savunulmasını içermelidir. Yoksa, ortada enternasyonalizm diye bir şey kalmaz. Bu propagandayı yapmayan ezen bir ulusun sosyal-demokratmı, emperyalist ve alçak saymak hakkımız ve görevimizdir. Sosyalizmin gerçekleşmesinden önce ayrılma olasılığının binde bir olması durumunda bile, bu istem, mutlak bir istemdir." (Aktaran J. V. Stalin, Leninizmin Sorunları s.69)

Vurgulamak gerekirse biz, böyle bir olasılık vardır, "nesnel" temelleri de vardır, diyoruz. Yürüyüş ise hayır böyle bir olasılığın "nesnel temeli" yoktur diyor. Partizan ise en hafifinden böyle bir tartışma yok gibi davranıyor, burayı atlıyor.

Atılım'm Yürüyüş eleştirilerini kendi üzerine de alarak müdahil olan Partizan, "ayrı bir devrim" olanaklı mıdır, "nesnel temeli" var mıdır; olanaklı olduğunu reddetmenin anlamı üzerine tartışmayı, Atılım'm Yürüyüş'ün birlikte örgütlenme ve birlikte mücadeleyi savunmasının eleştirisi gibi, sanki tartışılan buymuş gibi sunuyor. Sonra da, buradan olarak Atılım'ı "ezen ulus milliyetçiliğinin karşısına ezilen ulus milliyetçiliğini çıkartmak"la "eleştiriyor"!.. Evet ezilen Kürt ulusunun ulusal kurtuluşçu bir devrimle ulusal boyunduruktan kurtulması mümkündür; ama Partizan’ın bu sorunu geçiştirmesi, başka bir sorun gibi sunarak yokmuş gibi davranarak tavrını açıklamaktan kaçınması, işte bu mümkün değildir.

Evet, ezilen Kürt ulusunun ulusal kurtuluşçu bir devrimle ulusal boyunduruktan kurtulması mümkündür. Fakat bu tek olanak ve olasılık değildir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devrimi, Kürt ulusunun ulusal boyunduruktan kurtulmasının diğer bir olanak ve olasılığıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'tn son 40-50 yıllık siyasi tarihi devrimci gelişmenin eşitsizliğine tanıklık eder. 60'lı, 70'li yıllarda Batı'daki devrimci gelişme ön plandaydı. ABD emperyalizmi ve işbirlikçi egemen sınıflar 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle Batı'daki devrimci hareketi, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini bastırdı, ezdi... Kuzey Kürdistan'da 1984'te başlayan gerilla savaşı, önce Kürdistan dağlarına tutunmayı başardı, sonra da '88-'89'da köylülük başta gelmek üzere, Kürt halkıyla buluştu. Serhildan ve gerilla savaşının birleşimiyle bir ulusal kurtuluşçu devrimci patlama halini aldı, başlamış bir ulusal kurtuluşçu devrim düzeyine yükseldi. Böylece devrimci gelişmenin eşitsizliği çarpıcı şekilde kendini gösterdi. Kürdistan ulusal kurtuluşçu devrimi ön plana çıktı. Biz bunları, antı-emperyalist demokratik devrimin Kürdistan'dan ulusal kurtuluşçu bir devrim olarak başladığı biçiminde tanımladık. Batı'da ikinci devrimci cephenin geliştirilmesini, devrimci politikanın, strateji ve taktiğin ana sorunu kabul ve ilan ettik. Bütün bunları anlayamayan Türkiye devrimci hareketini "Devrimi anlayamayan devrimcilikle eleştirdik.

Bugün hala Kuzey Kürdistan'daki devrimci gelişme ön planda bulunuyor. 70'lerden günümüze Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devriminin gelişiminde meydana gelen gelişmeleri düşününce, Partızan’ın teorik ve politik temel pozisyonlarını aynı şekilde sürdürüyor olması gerçeklere meydan okumaktan başka bir anlama gelmiyor. Örneğin Kuzey Kürdistan'da ona göre 70'lerde de ulusal çelişki "baş çelişki" değildi, '88-'89'lardan –durum tamamen değiştikten sonra günümüze kadar da "baş çelişki" değil!

Partizan'ı özenli davranmaya çağırma hakkımız var. Yürüyüş, Kürdistan'da ve günümüzde Türkiye benzeri ülkelerde, ezilen uluslar için ulusal kurtuluşçu devrimin "nesnel temeli" yoktur diyor ve ezilen ulusun/ Kürt ulusunun işçi ve emekçilerini bunu kabul etmeye, gerçekçi olmaya çağırıyor!... Böylece Yürüyüş için birlikte örgütlenme ve mücadele, Kürt işçi ve emekçilerine ulusal kurtuluşçu bir devrimin 'nesnel temeli"nin olmadığının propagandasına dönüşüyor. Böylelikle ezilen ulus işçi ve emekçilerinin kendi ülke ve ulus gerçekliklerinden başlayarak, bölge ve dünya devrimine katılımları hakkı; yani diğer ülkelerin-uluslarm işçi ve emekçileri ile eşitliği reddediliyor. Ezilen ülkenin işçi sınıfı ve emekçileri ezen ülkenin işçi sınıfı ve emekçilerine tabi oluyor, bir nevi onlar tarafından kurtarılması gerekiyor. Partizan şöyle diyor:

"Ulusal hareketlerden bağımsız olarak sınıf mücadelesine dayanan hareketler bu konuda (ayrılıp kendi devletini kurma) kendi görüşlerini oluşturmaktadır. Çünkü ezilen ulusun işçi ve emekçiler için neyin yararlı olmadığına ulusal hareketler değil, esas olarak sınıf hareketleri karar vermelidir. Bunu reddetmek, başından beri belirttiğimiz gibi ulusal sorunu çözümünü ulusal burjuvaziye bırakmaktadır." (s.20)

Burada Partizan'ın önemsemediği temel bir "sorun", daha doğrusu gerçek var: "Esas olarak sınıf hareketleri karar vermelidir" derken Partizan, ezen ulusun sınıf hareketlerini mi ezilen ulusun sınıf hareketlerini mi kastediyor? Yani burada Partizan, karar vermesi gerekenin sosyalist devriminin öncüleri dahil Kürdistan işçi sınıfı ve emekçileri olması gerektiğini mi savunuyor?... Ya da ne?

Ezilen ulusların ulusal kurtuluşçu devrimlerle, ulusal boyunduruktan kurtulmaları olanaklıdır. Bunun "nesnel temeli" vardır. Bu nedenledir ki komünistler, ezilen ulusları ulusal boyunduruğa karşı, ulusal özgürlük ve eşitlik için başkaldırmaya çağırmışlar, onlara ezen ülkelerin proletaryası ve halklarının gelip kendilerini kurtarmasını beklemelerini propaganda etmemişlerdir.

Marksist Leninist komünistler, işte bu yaklaşımla Kürt ulusunun ulusal boyunduruğa başkaldırmasını bütün gücüyle destekliyor. Yalnızca ulusal demokratik hareketi desteklemiyor, aynı zamanda ulusal demokratik hareket içinde sosyalist proletaryanın önderliğinin hazırlanması ve geliştirilmesi için çalışıyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan birleşik devriminı olanaklı gördüğümüz için stratejimizi de bu olanak üzerine kuruyoruz. Ancak Partizan ve Yürüyüş "Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminden" değil, "Türkiye devriminden" söz ediyorlar. Partizan ve Yürüyüş'ün çizgisinde yansıyan sosyal şoven eğilimin kökleri devrim anlayışlarına kadar uzanır, buradan su alır. Kökleri çok derindir, dönüşüme uğraması da bir o kadar zordur. Ve burası siyasal çizginin devrimciliğini kemiren, deyim uygunsa yiyen bir erozyon, bir zaaf kaynağıdır.

Bu bahiste Partizan ve Yürüyüş'ün çizgisini devrimci biçimde eleştirmeyi, yanılgılarını, neden ve kaynaklarını göstermeyi devrimci bir görev ve sorumluluk kabul ediyoruz. Bunun muhataplarımızın üzerinde etkisi ne olacaktır, bu alanda onların devrimci yenilenmesine yardımcı olacak mıdır? Bunu bilemiyoruz, ama devrimci bir yenilenme, devrimci bir dönüşüm ihtiyacı ortaya koyulmuştur. Devamını "bekleyip" göreceğiz!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi