1971’den 2008’e Düşünce Fragmanları: Deniz, Mahir Ve İbrahim’in İzinde

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya, ölümlerinin üzerinden geçen onlarca yıla rağmen, nasıl da gençler! Onları tarihin tozlu sayfalarına gömmeye kalkışanlara inat nasıl da canlı, güncel ve yaşam dolular! Gençlerin ellerinde nasıl bayraklaşıyorlar!

Onları asanları, kurşunlatanları, işkencede katledenleri ise kimse savunamıyor bugün. Her biri birer zavallı yaratık olarak, ya sinsice gizleniyor, ya da milyonların öfkesinin altında eziliyor. Adalet mücadelesiyle bu katillerden hesap sormak giderek daha olanaklı ve daha yakıcı hale geliyor.

Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin fikirleri, anıları ve mücadeleleri her geçen yıl daha da büyük yığınların bilincine işleniyor. Onların şehit düştüğü yıldönümleri, onbinlerin sevgi ve ilgisiyle sarmalanıyor. Bu muazzam ilgi, halkımızı derinden saran toplumsal uyanışın bir belirtisi, alameti değil mi? Denizler şahsında halkımızın bayraklaştırdığı, aslında değişim arzusu ve arayışı değil mi?

Şilili komünist şair Neruda, bir şiirinde, Latin Amerika halklarının, bağımsızlık kahramanı Simon Bolivar’la kurduğu ilişkiyi şöyle resmeder: “Bolivar yüz yılda bir uyanır Halklar her uyandığında”

Tıpkı Latin Amerika halklarının Bolivar’da emperyalizme karşı kurtuluş kavgasının bir imgesini bulması gibi, Türkiye halkları da Deniz’de kendi arzu, talep ve arayışlarının bir yanıtını buluyorlar.

71 önderlerinin adanmış devrimciliği, dünya gericiliğine ve işbirlikçi burjuvaziye meydan okuma kararlılıkları, kendilerini boylu boyunca halkın davasına yatırmaları, aradan geçen onca yıla rağmen geniş yığınlarca sevgiyle anılıyor. Halkımız Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin imgelerini ne zaman hatırlasa ve yükseltse, bunu bir mücadele dalgası izliyor.

Denizler üzerinde sınıf mücadelesi

71 önderleri, kitlesel bir meşruluk gücüne kavuştukça, onların mirası üzerinde bir sınıf mücadelesi de şiddetleniyor. Belli başlı birkaç eğilimden söz edebiliriz. Kızılelmacı faşistler, Denizlerin ‘Bağımsızlık’ sloganını kendileriyle özdeşleştirerek, devamcılık iddiasında bulunuyorlar. Liberaller, Denizlerin ordu tarafından kandırıldığını, cuntacılara alet olduğunu, Ergenekonculuğun kökeninde Denizlerin ‘milliyetçi’ fikirlerinin yattığını ileri sürüyorlar. Bazı liberal yazarlar ise, onların en nihayetinde devlete baş kaldırmış olduğunu anımsatıyor, gençlere model olarak sunulamayacağı itirazını yükseltiyorlar. “Şiddete karşı” çıkma çağrısı yapıyorlar.

Tabii ki Denizlerin mirası üzerinde uçuşan bu akbaba sürüsüne karşı, esas görev, onların devrimci mirasını bugün de sürdürenlere düşüyor. Denizler bizimdir, çekin ellerinizi demek, onları yeni kuşaklara doğru biçimde aktarmayı başarmak gerekiyor.

Halkımızın tüm değerlerini, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini emperyalizme peşkeş çekmeye dünden razı sözde ‘yurtsever’, özde milliyetçi-faşist kesimler, başı çekiyor bu iç boşaltma yarışında.

Deniz’i, Mahir’i bir Kemaliste indirgemeye çalışıyorlar. Onların devrimci olduğunu, sosyalizm ideali uğruna dövüştüklerini belleklerden silmeye çalışıyorlar. ‘68 gençliğinin, '71 devrimci atılımına giden yolda adım adım aştığı Kemalist yanılgıları öne çıkarıyorlar. Denizleri asan Amerikancı faşist ordunun postal yalayıcılığını yapan bu kesimler, sahtekârca Denizleri sahiplenmeye çalışıyor.

1968 gençlik hareketinin, 27 Mayıs askeri darbesinin oluşturduğu politik ortama doğduğu, 1960’daki darbe öncesi gençlik hareketleriyle bağlantılı olduğu ve 1960 Anayasası’nın sağladığı nispi demokratik haklar zemininde geliştiği bir tarihsel gerçektir. Bu gerçekler, 68 gençliğinin hazır, oluşmuş bir komünist mirası devralmayışıyla, aksine TKP revizyonizminin yarattığı yozlaşmayla boğuşmak zorunda olması gibi olgularla da birleşir. TİP, işçi sınıfını ve gençliği buluşturan kitlesel bir aydınlanma ve birleşme merkezi olarak rol oynar. Ancak nihayetinde, kısa süre sonra onun da sınırları açığa çıkar. İleri yürümek isteyen gençlik, kendi gücüne dayanacaktır.

Denizlerin ‘Kemalizmi’ böyle bir tarihsel-politik zemin üzerinde ortaya çıkar. Devrimci hareket emekleme evresindedir. Resmi ideolojiyle kopuşmamış, aksine gerçek Kemalistler olma iddiasındadır. Devrim, sınıf mücadelesi pratiğinden öğrenerek ilerlemektedir. Dönemin dünyada esen antiemperyalist rüzgarları da yurtseverlik ve ulusalcılık vurgularını öne çıkarmaktadır. Vietnam’da Ho Amca ABD’ye karşı ulusal kurtuluş savaşı vermektedir. Küba’da Castro “Ya özgür vatan ya ölüm” sloganını yükseltmektedir.

Ne var ki, artık tarihe mal olmuş bu olayların hakikaten materyalist bir incelemesi yapılacaksa, yani eyleminin içeriğine bakılacaksa Denizlerin ve Mahirlerin, onların aslında attıkları her adımla Kemalizmden kopuştukları görülebilir. “Doğu”da yapılan komando operasyonlarına örneğin, cepheden karşı dururlar. Kürt halkının ezildiğini vurgular, onun yanında olmak gerektiğini söyleyerek doğru tutum alırlar. THKO’nun kuruluş bildirisinde, bu komando operasyonlarının “hesabının sorulacağı” belirtilir. Keza THKP-C’nin ilk broşüründe Mihri Belli’nin Misak-ı Millici söylemlerini mahkum edilir. 71 devrimciliği, kardeş Arap halkların saflarında, Filistin’de fiilen dövüşerek de Kemalizmi enternasyonalist yönde aşmakta bir adım atar. Ne var ki, 71 devrimciliğinin Kemalizmden kopuşmasını en cüretkar biçimde gerçekleştiren ve ideolojik-politik sonuçlarına vardıran İbrahim Kaypakkaya olmuştur. Deniz, Mahir ve İbrahim Kemalizmden kopuşmada üç farklı düzeyi ortaya koyar. Denizler, dağa çıktıklarında da orduyla dövüşmek istemiyorlardı. Kemalizm hakkındaki yanılgıları, ordu hakkındaki yanılgılarıyla birleşiyordu. ‘Emperyalizmi’ kovmak için dağa çıktıklarında ise, karşılarında ordunun yumruğunu buldular. Mahirler, Kemalizmi bir “antiemperyalizm ideolojisi”, Kemalistleri müttefik küçük burjuva milliyetçileri sayıyordu.(*) Devlette Kemalist milliyetçilerle işbirlikçiler arasında bir denge vardı, onlara göre. Mahir, 12 Mart’ın ardından bu ‘denge’nin artık yok olduğunu, devletin tümüyle tekelci burjuvazinin eline geçtiğini yazar. Bu yanılgıyı ortadan kaldıran bizzat Amerikancı faşist ordunun 12 Mart darbesi olmuştur. Hem Denizler, hem de Mahirler Mustafa Kemal’in antiemperyalizmini abartıyor, onun tutarsız ve sallantılı niteliğini, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra ilerici niteliğini kaybettiğini görmüyorlardı. İbrahim, bu tartışmaya son noktayı koydu: “Bir Fatih Sultan Mehmet ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa (!) Mustafa Kemal de o ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır”(**)

Bunların karşısında liberaller var. Onlar da Denizleri cuntacı, milliyetçi, hatta Ergenekoncu (!) olarak sunmaya, şeytanlaştırmaya çalışıyorlar. Denizlerin mücadele içinde aştıkları ordu hakkındaki yanılsamalarını öne çıkarıyor, bugünkü nasyonal faşistlerle Denizleri bir tutmaya çalışıyorlar. Aslında tersinden, onlar da Kemalist ‘ulusalcı’ kesimlerle aynı şeyi söylemiş oluyorlar. Oysa Denizlerin Filistin’de dövüşen, Küba’da devrimi soluyan, Vietnam’da direnişe aşık olan yürekleri, bu çapsız sahtekarlara en net yanıttır. Deniz’in idam sehpasında haykırdığı, sansürlenen “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği”, “Yaşasın Marksizm- Leninizm” sloganları, aradaki farkı yeterince net resmetmektedir zaten.

Liberallerin bir diğer teranesi ise “Dünyada 68 hareketi barışçıl iken, Türk 68’inin şiddete dayalı olduğu, şiddeti yücelttiği” savıdır. Bunun kadar cahilce ve saçma bir fikir olamaz. Tersine, dünyanın her yerinde 68 gençlik hareketi, kurulu düzeni sarsan bir başkaldırı eylemi biçiminde gelişmiştir. Örneğin Fransa’da, işçi sınıfı ve gençlik Mayıs’ta başkaldırmış, De Gaulle’ü ülkeden bir süreliğine kaçırtacak denli şiddetli bir ayaklanmayla günlerce Paris’i sarsmıştır. Fransa’da Accion Directe, Almanya’da RAF vb. 68 hareketinden doğan militanlığın devamıdır. Ancak bu hareketler Türkiye’dekinin aksine toplumdan tecrit olmuş, tutunamamıştır. ABD’de siyahilerin isyanı, öğrenci gençliğin Vietnam savaşı karşıtı eylemleriyle birleşiyordu, her yerde polisle çatışmalar, militan kitle eylemleri patlak verdi. Kara Panterler gibi militan devrimci bir akım, bu mücadelelerin içinden çıktı. 68’in esin kaynakları arasında da Küba Devrimi, Che’nin enternasyonalist çıkışı, Vietnam Devrimi, Filistin Devrimi, Çin’de Büyük Proleter Kültür Devrimi belirleyici role sahiptir. Bunların tümünde ‘şiddet’ vardır; nasıl olmasın ki! Eski, ancak zor yoluyla tasfiye edilebilir.

Her iki kesimin anlaştığı bir diğer nokta ise; İbrahim Kaypakkaya’yı yok saymak, görmezden gelmek, unutturmaya çalışmaktır. İbrahim’in Kürt sorunundaki net duruşu ve Kemalizm’den kopuşması karşısında büyük bir sınıfsal kin ve nefret besliyorlar. Devlet de asla esnemiyor Kaypakkaya’nın anısı karşısında. 18 Mayıs anmalarını terörize etmeye devam ediyor.

Denizler, Mahirler ve İbrahimlerin mirası, bugün de yolumuzu aydınlatan bir meşaledir. Kuşkusuz, onları aynen tekrar etmek söz konusu değildir. Nihayetinde bir filizdi onlar, mirasları tabii ki Marksist eleştirel süzgeçten geçirilmelidir. Ancak önemli olan, bu filizin izini sürmektir. Deniz, Mahir ve İbrahim’in açtığı silahlı devrim yolundan yürümeyi sürdürmektir.

Dünkü siyasal çizgileri ne olursa olsun, bugün M. Ali Aybarların, Sadun Arenlerin evrimci parlamentarist yolundan yürüyenlerin, örneğin ÖDP’nin, TKP’nin, EMEP’in vb. Denizleri, Mahirleri sahiplenmesinde de derin bir tutarsızlık vardır. Silahlı mücadeleyi reddettiğinizde, düzen dışı örgütlenmeyi ve devrimci atılım ruhunu bir yana bıraktığınızda, Denizlerden, Mahirlerden geriye sadece kuru bir imge kalır. Parlamentaristlerin sözüm ona “sahiplendiği” de budur! Ayrıca, 71 önderlerinin mirası, onların peşinden silahlı devrim yolunda yürüyen, nice bedeller ödeyen yüzbinlerin mücadeleleriyle bütünleşmiştir. '71, bu topraklarda 37 yıldır sürmekte olan devrimci mücadeleden koparılamaz.

Birlik Devrimi, 71 devrimciliğine bağlılığın eylemidir

Marksist Leninist komünistler bakımından 1971 devrimciliğinin her zaman özel bir anlamı ve değeri olmuştur. Birlik Devrimi, başlı başına, 71 devrimciliğindeki ‘atılım ruhu’nun kuşanılması, devrimci kendiliğindencilikten kopuş ve ‘devrimci iradenin’ rolünün kavranışı demektir.

Daha büyük bir kavgaya, dolaysızca partili devrim kavgasına atılmak üzere grup yapılarının terk edilmesi, birleştirilmesi ve ileri sıçrama ruhu, 71’in engel tanımazlığının günümüze taşınışıdır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın mücadeleler tarihinde en derin iz bırakan iki olay, 1971 ve 1984 (15 Ağustos) atılımları olmuştur. Birincisi Türkiye devriminin, ikincisi Kürdistan devriminin bir atılımıdır. İkisinde de öncü iradenin ön açıcı, mayalayıcı gücü vardır.

1971’de devrimci hazırlık kavramı oldukça zayıftır. Hazırlıksız savaşa girmiştir devrimci hareket. Bunun bedelleri ağır olmuştur. 50 yıllık revizyonist geçmişe duyulan tepkinin derinliği, 12 Mart’ın ortaya çıkardığı koşullarla birleşince, genç devrimci hareket bu yanılgıya sürüklenmiştir. 1984’te ise daha güçlü bir hazırlıktan, önderliğin sürekliliğini sağlama görüş açısından söz edebiliriz.

1994 atılımı, Birlik Devrimi, beş yıllık dolaysız bir hazırlığa dayanır. Öncellerinin saflarında kıyasıya süren birlik mücadelesi, aslında bir atılım hazırlığından başka bir şey değildir. Eskiyenle kopuşma ve yeni tarza sıçramanın sancılarıdır, çekilen. Gruplar dünyasından kopuş ve partili devrimciliğe sıçrama yolunda nitelik biriktirmiştir partinin öncelleri.

1994 Birlik Devrimi ve onun kurduğu parti, devrimci iradenin kavranışı ve uygulanışı bakımından öncellerini aşar ve ileri sıçrar. Mücadelenin farklı biçimlerinin, bu arada silahlı mücadele biçimlerinin kullanımında yeni bir düzeye ulaşır. Öncü çıkış, öncü irade, partinin hareketine ve tarzına rengini veren öğeler haline gelir. Gazi Ayaklanması’ndan Hasan Ocak kampanyasına, NATO Zirvesi’nden Tuzla’ya uzanan tarihsel çizgide, devrimci iradenin rolünün kavranışı ve hayata geçirilişi, parti tarzının/yeni tarzın özgün, ayırt edici bir öğesi olur. 1971’in devrimci başkaldırı ruhu, partinin tüm eylemine işler.

Birlik sürecinde en yoğun tartışmaların “Strateji ve taktik” belgesi üzerinde yaşanması rastlantı değildir. Bu topraklara özgü bir temelde, devrimci stratejinin yeniden kuruluşudur bu. Böylece parti, devrimci hareketin 1974’ten itibaren sürüklendiği stratejisizlik zaafından kopuşur. Kendi ilan edilmiş stratejisini uygulama gücüne kavuşur. Strateji, kağıt üzerinde kalan bir metin olmaktan çıkar, kan ve can kazanır, olayları yönlendirme gücüne kavuşur. Devrimci strateji yoksa, devrimci irade de yoktur.

Marksist Leninist komünist öncü, doğuşundan itibaren, 71’in devrim için birlikte savaşma ruhunu da miras olarak alır. “Siper yoldaşlığı”, “Devrimci yoldaşlık” kavramı, bu çizginin bir ürünüdür. Parti, Kızıldere’de, İbrahimlerin Nurhak’taki ihbarcı muhtarı cezalandırmasında vb. cisimleşen siper yoldaşlığı ruhunu yükseltmeye girişir.

Parti, birlik eylemiyle 1920’deki TKP’nin Bakü Kongresi’ndeki “komünistlerin birliği” ilkesini güncellediği gibi, parti tarihi boyunca yürüttüğü devrimci siper yoldaşlığı çizgisiyle de 1971’deki “devrimcilerin savaşım birliği” ilkesini parti tarzının özsel bir unsuru haline getirir.

Bütünsel sahipleniş

Mahirler, Denizler ve İbrahimler, eski dönemde, ‘71 devrimciliğinin tek bir kanalını sahiplenen sloganlarla anıldı. “Mahir-Hüseyin-Ulaş, Kurtuluşa kadar savaş”, “Deniz-Yusuf- İnan, Savaşa devam”, “İbo-Haydar-Zülfikar, namludadır iktidar” denildi, bu kesimsel sloganlarda. Bu sloganlar, 71 devrimciliğinin tek bir kanalının sürdürücülüğü iddiasını yansıtan, mezhepçi bilincin ifadesiydi. Aynı zamanda, 71’le ilişkilenişte biçimci, tekrarcı, onu içerip aşmayı başaramayan tarzın da ürünüydü.

Bugün, her üç kanalı da kucaklayan, her birinden öğrenen, bütünsel bir görüş açısıyla sahiplenmek gerekiyor, '71’in yıldızlarını. Onların mirasını içerip aşan, ileri yanlarını derinleştirerek bugüne taşıyan, geri yanlarını eleştirerek aşan bir hatta yürümek gerekiyor. Bu yüzden, sadece Denizleri, sadece Mahirleri veya sadece İbrahimleri değil, üçünü birden sahipleniyoruz. 1920 Mustafa Suphi TKP’siyle birlikte, ‘71 devrimci atılımını kökümüz, dayandığımız dolaysız tarih olarak görüyoruz.

Devrim ve sosyalizm yolunda, “Zafere kadar” İbo, Mahir ve Deniz’in izindeyiz.

Dipnotlar:

* “Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti- emperyalist bir tavır alışıdır. Bu yüzden, Kemalizm soldur; milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur.” (Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim 2-3)

** İbrahim Kaypakkaya, “Şafak Revizyonizminin Kemalist Hareket, Kemalist İktidar Dönemi, İkinci Dünya Savaşı Yılları, Savaş Sonrası ve 27 Mayıs Hakkındaki Tezleri”, Ocak 1972, aktaran: Seçme Yazılar, c. 2, sf. 165.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi