Türkiye'deki Tek Kadın Sendika Başkanı Ayşe Yumli: Kadın İşçi, Zincirlerini Mücadele İçinde Kıracak

Portre

İşçilik hayatım çocuk yaşta, 1986 yılında bir tekstil atölyesinde başladı.

İşyerinde ilk sendikal faaliyetim 1990 yılında oldu. İşçi kıyımı, iş bırakma, gözaltı, direniş süreçlerine militan bir işyeri komitesinin yönlendiricisi olarak katılmıştım. Başarılı bir deneyimimi yaşıyordum. Bunu kendime ve haklılığıma dair olan özgüvenimden alıyordum.

O günkü koşullarda direnişteki işçiler içerisinde yaşını başını almış kadın ve erkek işçiler, genç bir kadın olmamdan dolayı hiçbir farklı tutum içerisine girmedikleri gibi saygıyla yaklaşıyor, dinliyor ve hareket ediyorlardı.

Direniş yerine uğramayan üyesi olduğum Türk-İş’e bağlı Teksif, sendikacılarla çalışmamda ilkti. Bu örnek birçok sendikanın sendikal örgütlenmelerde, direnişlerde açığa çıkan öncü işçi kadınları kucaklamak, birer örgütçü olarak seferber etmek, sendikal mevzilerde konumlandırmak politikalarının olmadığım çok net gösteriyordu.

Burjuva sendikacılar için sendikacılık, resmi işlemlerden geçmiş sendikacılıktır. Aslında daha o günden itibaren fiili bir sendikacı olarak faaliyet yürüttüğümü düşünüyorum.

1994-96’da, DİSK tekstil şube başkanı vekiliydim. 1996’da bir yılı aşkın cezaevi sürecinden sonra sonlanan kısa süreli resmi sendikacılığım '97 yılından itibaren 2003 yılına -Tekstil-Sen’in kuruluşuna- kadar fiili sendikacı olarak devam etti.

91’de, Otomobil-İş Sendikası üyesiyken bordro yakma eylemi sonrasında 21 işçiyle gözaltına alınıp tutuklandım. 92’de, toplumsal bir eylemden gözaltına alınarak tutuklandım. '96’da, devrimci ve sosyalist kimliğime bir saldın olarak '96 1 Mayıs’ı gerekçe gösterilerek gözaltına alındım, yoğun işkencelerin ardından tutuklandım, Eskişehir hücre tipi hapishanesinde yattım. 1996 hücre-tecrit karşıtı açlık grevleri ve ölüm oruçlarında belki ilk kez bir kadın sendikacı olarak ölüm orucuna katıldım.

2003 yılında, Tekstil-Sen’in kuruluş aşamasıyla ilgili gözaltına alındım ve tutuklandım.

1999’da, devletin işkencesi sonucu yitirdiğim, eşim sendikacı Süleyman Yeter’le ilgili işkence karşıtı mücadelede yerimi aldım.

2002’de, İstanbul’da Ezilenlerin Sosyalist Platformu’nun desteklediği bağımsız milletvekili adayı oldum.

Tüm bu süreçte; mitinglerden direnişlere, Newrozlardan 1 Mayıslara, 12 Eylül protestosu, NATO protestosu, 8 Mart eylemleri gibi elliye yakın dava ve gözaltılardan geçmiş, toplumsal sorunlara müdahalenin sınıf bilincinin gereği olduğunu düşünen ve amfin bu anlayışla bilinçlendirilmesi gerektiğine inanan bir kadın sendikacıyım.

21 Eylül 2006’da, büyüyen ve gelişen sendikamıza karşı burjuvazinin tahammülsüzlüğü sonucu gözaltına alındım ve tutuklandım: sendikamızı basan TMŞ polisleri, bana kurdukları komployla tutuklanmamı sağladılar. Sendikamızın Genel Sekreteri Sevim Ölçmez de Antep'te tutuklandı. Simdi; Toplumla Mücadele Yasası'na karşı, bu kirli oyunu ve komployu bozmak için mücadele ediyoruz.

***

* Türkiye’de sınıf mücadelesini, sendikal mücadeleyi kadın sorunu bağlamında çözümlersek, kişisel deneyiminizden yola çıkarak hangi sonuçlara ulaşabiliriz?

İşçi sınıfı hareketi, uzun dönemden beri zayıf ve lokal düzeyde. Özellikle öncü kadın işçiler lokal direnişlerde öne çıkıyorlar ve öncülükleri o lokal sınırlarda kalıyor. Sendikal kazanımlar, işçi sınıfının kazanmaları olmadıkça öncü kadın işçilerin ileri çıkışları söz konusu olmuyor. Dolayısıyla militan, devrimci bir işçi hareketi geliştikçe kadın işçiler gelişecektir. Bunu kendi tarihimden de görebiliyorum.

Gençlik hareketi içerisindeyseniz onun öncüsü, emekçi memur hareketi içerisindeyseniz onun öncüsü oluyorsunuz. Ben de aktif mücadeleye bir işçi olarak, sınıf kimliğimin farkına vardığımda başladım. Öncesinde doğal bir kadın öncü işçiyken, daha örgütlü mücadeleye ise devrimci, sosyalist kadın kimliğimle sınıfsal varlığımı bilince çıkartarak başlamıştım.

Resmi sendikacılığım ‘94’te başlasa da fiili sendikacılığım ‘90’larm başında ilk sendikal örgütlenme ile başlamıştı, işyerlerinde tüm sendikal örgütlenme süreçlerinde kadın olduğum için erkek işçilerin baskısıyla karşılaşmadım. Tabii ki nedenleri vardı. İş yerindeki iş yeri komitesinde yer alan erkek işçiler için, süreci omuzlayan, bilinçli, öne çıkan, kendine güvenen, patronlarla ve polisle kavga eden, militan bir kadın olarak çıkıyorsunuz karşılarına, saygı duyuyorlar. Erkek sendikacılar ise eğer şube yönetiminde öne çıkıyorsanız tavrını ona göre belirliyor. İşçiler içindeki yaklaşımla, burjuva veya bürokrat sendikacıların yaklaşımı sınıfsal niteliklerini yansıtıyor esasen.

’94-96’da DİSK Tekstil şube başkan vekilliğim dönemi için bunları söyleyebilirim. Devrimcilerin olduğu muhalif bir şube gerçeğimiz vardı. Biz devrimci sendikacılar tasfiye olmuştuk. Bu resmi sendikacılık dönemimde İstanbul İşçi Sendikaları Platformu içerisinde az sayıda kadın sendikacılardan biri olarak katılıyordum. Platformun bileşiminde doğal öncü kadın sendikacılardan ziyade devrimci kimlikleri olan kadın sendikacıların varlığı dikkat çekiciydi, işçi sendikalarında o dönemdeki kadın sendikacıların sayısına baktığımızda bugün bir düşüş var.

İlk işyeri sendikal faaliyetimden resmi sendika yöneticilik dönemlerime kadar sosyalist devrimci kimliğim belirleyici bir yerde duruyordu. Örneğin DİSK Tekstil’de şube başkan vekilliği yaptığım dönemdeki sendikacı kadın arkadaşlarımdan biri bugün ev emekçisi oldu. Diğeri çalışmaya devam etti, ancak “sınıfa güvenmiyorum” diyecek hale geldi. Kadın sendikacılar örgütlü değillerse, Sömürüşüz, sınıfsız bir dünya ideali yoksa ve sosyalist ideolojiye sahip değilse, işçi sınıfının örgütlenmesinin önemini kavrayamıyor ve geriye düşüyorlar.

Sendikal alanda erkeklerin çoğu, ücretler karşılığında fabrikalarda çalışır gibi çalışıyor, yaşamlarını idame ettirmekten öteye gitmiyorlar. İşçilerin ekonomik, demokratik hakları için mücadele eden ilerici erkek sendikacılar var elbette ki, var ancak; işçi kadınların sınıfsal ve cinsel sömürüden kaynaklanan sorunlarını kabul etmek ve işçi kadınların örgütlenmesine ayrı bir misyon biçmek veya onları temsilcilik ve sendikal mevzilerde konumlandırmak gerekliliğini bilince çıkarmış durumda değiller. Açıkçası erkek egemen iktidarlarını sarsmak istemiyorlar.

Emekçi memur sendikaları içerisinde kadın sendikacılar ve kadın komisyonları var, ama işçi sendikaları bu konuda başka bir yerde duruyor. Yıllardır sendikal alanı yakından bilen biri olarak, özellikle sürekli olan kadın sendikacıların sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini söyleyebilirim. Var olanlar da, kendilerini çalışma alanları ile sınırlandırmış, genel işçi sınıfı hareketinin örgütlenmesinde kendilerine rol biçmemekteler. Özellikle fiili ve resmi sendikacılık yaşamımda metal, deri gibi değişik iş kollarında işçilerin örgütlenmesi ile ilgili rolümü kadın bir sendikacı olarak oynamaya çalıştığımı düşünüyorum.

* Kadın işçilerden ve hatta işsiz kadınlardan, sendikacı kadınlara sendikal mücadelenin/alanın bakışı nasıl? Tekstil-Sen bu noktada nerede duruyor?

Bugün Tekstil-Sen’in kadın genel başkam ve yöneticileri olarak, değişik işkollarından işçilerin örgütlenebileceği mücadele aracı içerisinde yerimizi alıyoruz. Başta İstanbul olmak üzere on yılı aşkın süredir sendikal alanda tanınan bir kadın sendikacıyım. Devrimci sosyalist kimliğim, sınıfın politikalarına hakim olmam, eylemli varlığım,' sürekliliğim, erkek sendikacılar açısından kabul edilen, saygınlık oluşturan bir gerçeği açığa çıkartmaktadır. Hatta burjuva-bürokrat sendikacıların, en keskin çatışma anlarımızda bile varlığımı kabul etmek zorunda olduklarını söyleyebilirim.

‘90’lann başlarında sendikal hareket daha canlıydı. Şube sayıları daha fazlaydı, sendikaların kadın komisyonları daha fazlaydı. Sendikal hareketteki tıkanıklık, toplu iş sözleşmelerindeki geriye düşüşler, yeni örgütlenen işçi kitlesindeki sayısal ve niteliksel düşüşler kadınların örgütlenmesini de olumsuz etkiledi elbette. Kadın işçilerin çoğu işsizleşti, örgütsüzleşti. Sendikaların şubeleriyle birlikte kadın komisyonları da kapandı, kadın etkinliklerinin kadın işyeri temsilcisi ve sendika yöneticisi kadınların sayısı hızla düşmeye başladı. Sendikaların büyük bir bölümü örgütsüz işçi kitlelerini örgütlemek yerine daralan gerçekliklerinin içine hapsoldular.

Bunlar, emperyalist neoliberal saldın politikalarının, özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek üretimin sendikal alana yansımasının yanı sıra, burjuva sendikal anlayışın da sonuçlarıydı. Sendikalar büyük fabrikalarda, büyük işçi kitlelerini örgütlemeye alışmış, küçük işyerleri bu sendikaların hedefi olmaktan çıkmış. Üretim sürecine katılan kadınların sayısının her geçen gün artması, üretimin bölünüp parçalandığı gerçeği, örgütsüz işçi kitlelerinin özellikle kadın işçilerin de daha çok buralarda çalışıyor olması esasen sendikaların hedef kitlesinin nerelerde olduğunu gösteriyor. Sendikaların bu örgütsüz kitleye yönelimindeki zayıflık, kadın işçilerin örgütlenme düzeyini de düşürüyor, işyerlerinde ve sendikalarda öncü kadın işçilerin ortaya çıkmasını da zorlaştırıyor. Dolayısıyla kadın örgütsüzlüğü, kadının özgürleşmesinin önündeki engele dönüşüyor.

Kadın sendikacı olmak, alışılagelmiş bir durum değil. Hele de genel başkanın ve yöneticilerinin çoğunun kadın olması ve ülke çapındaki bir sendikayı yönetmek. Tekstil-Sen, burjuva sendikacılığına karşı çıkış, aynı zamanda sendikalardaki erkek egemenliğine karşı işçi kadınların iktidar olabileceğinin örneğidir.

Bugün kimi sendikalarda kadın dergileri, merkezi kadın komisyonları gibi açılımlar, kadının ezilen bir cins olması ve özel örgütlenmeye duyulan ihtiyaçtan değil, bürokratik sendikal yapılarını korumak için geliştirdikleri uyum programlarından başka bir şey değildir. Altı boş tabandaki işçi kadın kitlesinin gerçek anlamda örgütlenmesi çalışması değil bunlar.

Sendikalarda kadın sorununun çözümü militan, devrimci bir sınıf hareketini yaratmaktan geçiyor. Bu noktada Tekstil-Sen’in varlığı özelde kadın işçiler için somut ve devrimci bir gelişme. Kadın işçi kitlelerini kucaklayacak Tekstil-Sen örneğinde sendikacıların yaratılması ve anlayışının hakim kılınması önemli bir yerde duruyor.

* Sendikal faaliyetiniz ve kadın dayanışmasına dair neler söyleyebilirsiniz? Bir kadının girdiği bu yolda, yani sizin hikâyenizde, sınıf kardeşiniz diğer kadınlar nerede, nasıl duruyordu?

Sendikamızın kurucuları, kurucu yöneticileri kadın ve sendikamızda doğal bir kadın dayanışması var. Yönetimde yer alan kadın arkadaşlarımızla inisiyatif konusunda çok aktif bir dayanışmamız var. Alanın sorunlarına dair açılımlar ortaya koyduğumuzda kadın sendikacı arkadaşlarımız tüm bunları besleyen, geliştiren bir yerde duruyor.

Sendikamıza en yakın olanlar da kadınlar, bunlar devrimci, sosyalist kadınlar. Kadının kurtuluşunun sosyalizmden geçtiğine inandıkları için sendikamızı daha çok sahipleniyorlar. Onlarla dayanışmamız çok güçlü. Etkinliklerimizin ihtiyaçları, toplantı yerlerimiz vs. onlar tarafından karşılanabiliyor. Birbirimizi anlıyoruz.

Emekçi Kadınlar Derneği ile ilişkilerimiz çok güçlü, EKD’lilerin Tekstil-Sen eğitim uzmanları olarak yer alması perspektifine sahibiz. Bu kadın dayanışmasının önemli bir örneğidir. Örgütlenme alanında, kadın sorunuyla ilişkilenişte, eylem ve etkinliklerde birlikte hareket ediyoruz EKD ile.

* Sendikanız hem genel olarak, hem de kendi işkolundaki kadın gerçeğini nasıl algılıyor? Kadına dair politikalarınız, örgütlenme maddeleriniz neler? Bu politika ve örgütlenmeyi hangi bakış açısı yönlendiriyor?

Tekstil-Sen’i kuranların çoğu kadındı. Sendikayı kuran kadınlar olarak hepimiz fabrikalardan geldik. Bu alanı çok iyi bilen kadınlardık. Bu alanın işçi kadınlarının sorunlarını da çok iyi bilen kadınlarız.

Bağımsız bir sendika kurmak kolay değil. Sürekliliği sağlamak, dişe diş mücadele etmek, işyerleri ve patronlar gerçeği, burjuvazinin yasaları, örgütlenmenin önündeki engeller, söz, eylem, örgütlenme önündeki engellerin ortasında bir alan açıyoruz. Erkek yöneticilerin erkek egemen anlayışın burjuva ve bürokrat sendikal anlayışın egemen olduğu sendikalar ve onların politikaları var.

Yeni bir sendika kurarken, devrimci sosyalist bir sendikacı kadın işçi olarak hiç kaygı duymadım. Niye? Çünkü her şeyden önce işçi sınıfının kapitalizm koşullarında mutlaka ama mutlaka örgütlenmesi gerektiğine, sınıfsız bir dünya için, sosyalizm için örgütlenebileceğine inanıyorum. Bu noktada, sınıfa ve sosyalizme olan inancım önemli bir yerde duruyor. Tekstil işkolu, kadınların büyük bir bölümünün işçilikte ilk adım attığı üretin; alanı. Genç kadın işçilerin çoğunluğu göçlerle gelmiş. Arabesk kültürün yaygın olduğu bir alan. Sosyal alanları olmadığı için, yoğun sömürü koşullarında çalıştıkları için, günlük/gündelik sorunların ya da kadın erkek ilişkilerinin dışında ‘düşünme alanı’ bırakılmıyor onlara. Kadın işçiler, erkek işçilerden farklı olarak ikinci kez ezildiklerinin, bu ezilmişliklerinin ayrı bir kategori olduğunun farkında değiller.

Kadın komisyonlarımızla işçi kadın çalışmamızı geliştirmeye çalışıyoruz. Temel perspektifimiz, kadın çalışmasını 8 Martlarla sınırlandırmamak. Özellikle öncü kadınlara emekçi kadınların sorunlarını anlatan yayınlar veriyoruz. Tüm yönetici kadınlarımız EKD üyesi. Neden EKD? Kadının kurtuluşu ve örgütlenme sorununu önemsiyoruz, çünkü demokratik bir kadın örgütlülüğünün zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Kadın işçilerin sendikal faaliyetle sınırlı örgütlenmesinin yeterli olmadığını, kendi kadın kimlikleri üzerinden de mücadele etmeleri gerektiğini düşünüyoruz.

8 Mart'lar da kadın sorununa dair eğitim toplantılarıyla birlikte komisyonlara erkek işçileri de katmaya çalışıyoruz. Atölyelerde toplantılar yapıyoruz, binlerce işçi kadına ulaştırmak üzere bildiriler çıkarıyoruz, eğitim çalışmaları yapıyoruz.

Tüm işçi kitlesine sosyalizmi taşıyoruz. Sendikamızla buluşan sosyalizmi anlatmadığımız işçi yoktur. Bu işçi kadınlara da sosyalizmi taşımak anlamına geliyor. Kadın işçilere, sosyalizmde kadınların kazanmalarını anlatmaya çalışıyoruz.

* İşçi kitlelerinin kadın bir sendika başkanına bakışı nasıl? Ataerkil geleneksel bakış açısıyla çarpıştığınız anlar ve alanlar neler?

İşçi toplantılarımızda işçilere soruyoruz, “Aklınızda sendikacı kadınların derdi, çıkarı ne” diyorsunuzdur. İşyerlerinden ilk kez gelen doğal öncü erkek işçiler, öncü vasıflarını taşıdığı için kadın sendikacı olmamızı yadırgamadan konuya giriyorlar, ancak işyerindeki diğer işçilerle ilk tanıştığımız kitle toplantılarında işçilerin yüzlerinden, oturuş biçimlerinden erkek egemenlik sızıyor. Ama ülkenin politik sorunlarına, işçi sınıfı ve ezilenlerin gerçeğine dair deneyimlerimiz, direnişçi ve kararlı kimliğimiz karşısında bu tavır hızla değişiyor.

Erkekte iktidarlık, ‘erk’lik her alanda vardır. Ama karşısında koca koca iktidarlara, devlete, patrona, polise karşı duran bir sendikacı kadın var. İktidarı eviyle, işyeriyle sınırlı bir erkek bu durumda geri çekiliyor. Bu yüzden erkek işçiler bizim iktidarımızı tereddüt etmeden kabul ediyor veya etmek zorunda kalıyor. Bu toplantılarda kadın işçiler söz almaya çalışıyor ancak sınırlı, biz özel olarak kadın işçilere söz vermeye çalışıyoruz.

Evita direnişinde örneğin bir kadın işçiyle direnişe başlarken, “Kadındır, direnemez” veya “Hukuki yollar arayalım” demedik. Kadınlar için hukuki yollar aranır, direnemeyecekleri düşünülür ama biz tek kadının mücadele içinde aydınlanacağı, özgürleşeceği, zincirlerini kıracağı bilinciyle hareket etmekteyiz.

Polaris’te, Kargo Tekstil’de, Evita’da örgütlenmenin başında kadınlar vardı. Buralarda devrimci mücadeleye yakın kadınların öncü olduklarını görüyoruz.

Kadınlar işyerlerinde harekete geçiyor. Ama bunun ötesine geçmekte sıkıntı yaşıyoruz. Öncü rolünü taşıyan kadınlara bakıyoruz, devrimcileri, sosyalistleri tanıyan kadınlara. Hızla öne çıkıp eylem alanında aktif rol alabiliyorlar. İşyerinde her türlü göreve rağmen, sendikayla ilişkisini süreklileştiren işçi kadınlar, genelde işçi sınıfının örgütlenmesinde kendisine rol biçmiyorlar. Komisyonlarına çekingen yaklaşıyorlar.

Aslında bu sınıf hareketinin de bir sorunu. Genel olarak güvensizlik oldukça yaygın. Doğal öncü işçiler, dün “Bu işçilerden adam olmaz” derken, 100 işçiyi yan yana getirdiklerinde kendilerine olan güvenleri artıyor ve değişiyorlar. Ancak maalesef burjuvazinin işçi kıyımı ve saldırıları karşısında sendikal örgütlenme işyerinde kalıcı olamayınca, evet, sendikasına güveniyor ama işçi sınıfının sorunlarının çözümlerine dair güvensiz oluyorlar.

Koca bir havzada her sabah yalnızca bir merhaba ile ilişki kuran işçiler, sınıf dayanışmasının zayıflığı, işçilere sonuna kadar sahip çıkan ancak sendikal cephede birleşik örgütlü bir dayanışma gücünü de hissedemeyince daha fazla kendi yaşamlarına dönüyorlar.

Tüm bu mücadeleler, irili ufaklı direnişler de işçi kitlesine çok şey öğretiyor. Sınıf olduğunu o anda anlıyor, sınıf duygusunu o anda yaşıyor. Belki o kadın evine geri dönüyor, ama o mücadele deneyiminden geçmiş oluyor. Bu durum onda bilinç sıçramasına neden oluyor. İşçi sınıfı hareketi geliştiğinde bu tekil deneyimler daha sıkı bağlara neden olacaktır. Gerçek, namuslu, dürüst ve sosyalist sendikacılarla karşılaştıkları bir durum var yaşamlarında. Hareketin geliştiği her anda işçilerle buluşma şansımız çok daha yüksek. Doğru adres biliniyor artık.

Direnişlerde karar anları önemli oluyor. Direnişin örgütlenmesinde, direniş komitesi, basın komisyonu, sendikaları dolaşan komisyonları oluştururken işçilerin, kadın işçilerin inisiyatifi gelişiyor.

Kadın sendikacı olmaktan dolayı bir direnişi örgütlerken sıkıntı yaşamıyoruz. Erkek patronlarla, erkek polislerle karşı karşıya gelen, devletle, patronlarla çatışan militan kimliğimizle öne çıktığımız için kadın sendikacılara dair güvensizlik varsa kafalarda, iyice kırılmış oluyor.

* Ya patronlar?

Patronlarla kadın sendikacılar olarak sürekli yüz yüze geldik. Sendikal sorunlarla ilişkisi olmuşlarla ya da ilk kez karşılaşanlarla da görüştük. Küçümseyenlerle, tabla fırlatanlarla da karşılaştık. Zaman zaman kadın olduğumuzu hissettirenler de oldu. Karşılaşma anlarımız iki sınıfın karşı karşıya geldiği anlardı ve esasen bu öfke ve kin de bu sınıfsal yandan geliyor.

* Son olarak okurlarımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sınıfa inancım çok güçlü, örgütlülüğe dair inancım çok güçlü. Bu alanda söz söyleyebileceğimize dair inancım çok güçlü. Sınıfın çıkarları çerçevesinde hareket etmeyen tüm konfederasyonların başında olduğum koşullarda her şeyin değişebileceğine inanıyorum. Bir kadın sendikacı olarak tarihim, iddiamın ne olduğunu göstermeye yeter zannediyorum.

Sınıfımın içinden olduğum kadar kadınların içinden de bir sendikacı olmaya çalışıyorum. İddiam, bu noktalarda somutlaşıyor. Her kadın işçinin mücadelede öne çıkabileceğine, görev ve sorumluluk alarak sınıf mücadelesinde aktif rol oynayabileceğine inanıyorum.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi