Emeğin Sonu Mu?

Çeviren: Haydar Özkan

Burjuva iktisatçıların çoğunluğu, sanki işsizlik, bilimsel-teknik gelişmenin zorunlu bir sonucuymuş gibi, “teknolojik işsizlikten” söz ediyorlar. Bunların arasından bazıları ise, sanki kapitalist sistem emeğin sömürüsü olmadan yaşayabilirmiş gibi, “emeğin sonu”ndan söz ediyorlar.

Bu iktisatçıların karşı-korosu, ücretli emekçilerden bahsedecekleri durumda, sadece kol emeğiyle çalışanlardan bahsediyorlar. İşgücü yerine kol gücünden söz ediyorlar. Böylece, kapitalist sistemin alım-satımı üzerine kurulu olduğu işgücünü, yok saymaya ya da görmezden gelmeye çalışıyorlar. Bu yoldan, işçi sınıfının sayıca azaldığını söylemeye çalışıyorlar. Daha da önemlisi, işçi sınıfının, tüm sistemin dayandığı güç olarak önemini yitirdiğini iddia ediyorlar.

Sınıfın birincil tanımı, yapılan işin tipine göre (kol veya zihin emeği, ağır veya hafif iş) değil, işin cereyan ettiği toplumsal ilişkiye göre yapılır. Ücretli emek yoksa sermaye de yoktur; işçi sınıfının önemini sayısı değil, sistemdeki işlevi belirler. Ve kapitalist üretim ilişkileri hakim olduğu sürece, işçi sınıfı üretim sisteminin ve sermayenin değerlenmesinin birincil dayanağı olarak kalır; sayısı ister artsın ister azalsın.

İşçinin karakteri, makine değiştiği için değişmez, bu karakter, işçinin makine karşısındaki tabi konumu ile belirlenir. Robotun sahibi olması başka bir durumdur; robotla, robotun sahibine işgücünü (çalışma kapasitesini, birikmiş bilgisini vb.) satarak, emek zamanını onun için harcayarak ilişki kurması başka bir durumdur. Bu ikinci durumda kavga, fazla emek zamanının üzerinde kopacaktır. Robot, daha kısa süre çalışmaya, işgününün kısalmasına imkan verir; ama sermaye, değerlenmek için, fazla emek zamanını artırmaya ihtiyaç duyar, iş gününü aynı tutmaya veya uzatmaya çalışır. “Teknolojik işsizlik” denilen şeyi yaratan, işte kapitalizmin bu çelişkisidir.

Kapitalizmin temel ilişkisi olan ücretli emek sorgulanmadığı için, “teknolojik işsizlik”, ancak bir “refah devleti” tarafından hafifletilebilecek doğal bir sonuç, bir kader gibi görülüyor.

Bu görüş, egemen sınıfların devletini bir hakem olarak gösteriyor. Bu yanlış bir çözümdür; çünkü bir sorunu, o sorunun kaynaklandığı sistemin içinde çözmeye çalışmaktadır.

Sistemin bir hastalığı

Toplumsal üretici güçlerin olağanüstü geliştiği bir dönemdeyiz ve bu üretici güçler, kapitalist üretim ilişkileriyle çatışıyor. Kapitalizmin tüm konjonktürel hastalıkları derinleşiyor, her seferinde bu hastalıklar daha açık hale geliyor. Tıpkı “yapısal işsizlik” denilen durumda olduğu gibi.

Çelişki şu ki; sermaye değerlenmek için canlı emeğe ihtiyaç duyar ve fazla emek zamanına el koyar. Bu yüzden, işgününü uzatmaya ihtiyaç duyar. Tercihi, daha az sayıda insanı daha uzun süre çalıştırmak olur, emek zamanını daha fazla insan arasında yeniden bölüştürmek değil; çünkü bu, onun el koyduğu fazla emeği azaltır.

İş günü üzerine tartışma, somut olarak budur. Kısacası, bu, kapitalizmin temel çelişkisinden kaynaklanmaktadır. Teknoloji, çok daha fazla ölü emeğin çok daha az canlı emekle harekete geçirilmesine olanak tanımaktadır ve sonuç olarak, iş gününün kısaltılmasını mümkün kılmaktadır. Fakat, aynı zamanda, sermaye, canlı emeğin kullanımı sonucunda oluşan fazlaya el koymaya da ihtiyaç duyar. Bu yüzden iş gününü uzatmaya uğraşır, istihdam ettiği daha az sayıda insanı, daha çok çalıştırır.

Görülmek istenmeyen

Şimdilerde burjuvazinin ideologları görünümlere takılıp kalıyorlar. Diyorlar ki; işsizlik ortaya çıkıyor çünkü, bir işçiye yeni bir iş yaratmak için çok büyük bir yatırım gerekiyor. Doğrusu, çok küçük bir canlı emekle devasa bir ölü emeğin harekete geçirilebildiğidir. Bu gerçekte, işçinin yabancılaşmasına işaret eder; yani işçinin, sınıf olarak ürettiği ürünle kurduğu yabancılaşmış ilişkiyi ortaya koyar. Çünkü bu ölü emeği de onun sınıf kardeşleri üretmektedir. Bu gelişkin makineler, başka işçiler tarafından yapılmaktadır.

Kısacası; işsizlik, ne doğal bir sonuç, ne de bilimsel-teknik gelişmenin kaçınılmaz bir sonucudur; hüküm süren kapitalist sistemin yasalarının işlemesinin sonucudur. Bugün, bilimsel-teknik gelişmeyi yöneten bu sistem altında bu gelişme, emekçilerin yararına sonuçlar vermeyecek, yalnızca sermaye birikimini büyütecektir. Sonuç olarak, ücretli emeğin daha fazla sömürülmesine neden olacaktır.

Karl Marx, 1844’te “Evrensel tarih denilen şey, insanın, insan emeği tarafından üretilmesinden başka bir şey değildir” diye yazmıştı. Bundan dolayı, emeğin güvencesizleştirilmesi ve milyonlarca insanın işsizlik koşullarına itilmesi; insanı, vazgeçilmez konumu olan üretici pozisyonu içinde çürütür ve tüm toplumsal yaşamı çürütür. Aynı zamanda, kapitalizm altında, işçilerin çürümesi ve yoksullaşması, Marx’ın yazdığı gibi. “emeğin ve onun yarattığı zenginliğin bir ürünüdür”. Kapitalizmde işçi, ne kadar zenginlik üretirse, üretimi güç ve hacim yönünden ne kadar büyürse, o kadar yoksullaşır. İşsizliğin son bulması ve emeğin saygınlığını yeniden kazanması, emeğin sömürücüleri değil üreticileri zenginleştirmesi, kapitalizmin sona ermesini gerektirir.

Emeğin esnekleştirilmesi

Kapitalizmin güncel gerçeği yüz yıl öncesiyle aynı değildir, ne var ki, özü hala ücretli emeğin sömürüsüdür. Bilimsel-teknik ilerleme, ücretlerin artışını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini ve iş gününün kısaltılmasını mümkün kılabilir. Fakat, kapitalizmin ekonomik yasaları hüküm sürdüğü müddetçe ve bilimsel-teknik gelişme bu yasaların içinde gerçekleştikçe, ne kadar tersi iddia edilirse edilsin, sonuç, proletaryanın artışı ve buna orantılı olarak da işsizler ordusunun artışıdır. Yedek işgücü, aktif işgücüne paralel olarak artar.

Yani, işgücünden başka satacak bir şeyi olmayan insanların sayısı mutlak olarak arttıkça, kârını korumak veya artırmak çabasıyla sınırlanmış olan sermaye, görece daha az yeni işçi istihdam eder, hatta eski işçileri atar. Böylece, Karl Marx’ın Kapital’in 1. cildinde, 23. Bölümde sergilediği sabit biçimler altında, işsiz proleterler ordusu, sayıca ve hatta oran olarak büyür.

Tüm bilimsel-teknik ilerlemelere karşın, sermaye ve emek arasındaki ekonomik mücadele, özü itibariyle aynı kalır: işgücünün fiyatı için (ücret) ve çalışma zamanının sınırları için (iş günü) mücadele. Güncel olarak, bilimsel-teknik gelişmenin yeni bir spiralinde ve bunun kapitalist sistemde kışkırttığı krizin arefesinde, pek çok kapitalist, çalışma zamanının düşürülmesini kabul ediyor -ama günlük olarak (işgününün düşürülmesi anlamında) değil, yıllık olarak. Bunun anlamı, iş gününün, yedek işsiz ordusundaki yeni artış zemini üzerinde, kapitalistlerin ihtiyaçlarına uydurulmasıdır.

Moda sözcük esnekleştirmedir: İş gününün esnekleştirilmesi, ücretlerin esnekleştirilmesi, çalışma koşullarının esnekleştirilmesi, vb. Bunun anlamı, aynı sayıda ya da daha az işçi istihdam ederek, çalışan işçilerin üzerindeki sömürünün artırılmasıdır. Bilimsel-teknik gelişmenin güncel koşulları içinde,

tüm esnekleştirmeler, çalışan işçiler üzerindeki sömürünün artırılmasında kapitalistlere yardım ettiği halde, işsizlik ve çalışma koşullarının güvencesizleştirilmesi sorununu çözmek bir yana, daha da ağırlaştırır. Bu sorunu hafifletebilecek yegane yol, ücretler düşürülmeksizin, iş gününün 6 saate düşürülmesidir.

Bunun, tıpkı 100 yıl önce 8 saatlik iş gününde yapıldığı gibi, kapitalistlere yasal bir yükümlülük olarak uygulanması durumunda, kapitalistlerin, bahsi geçen emeğin esnekleştirilmesinde olduğu gibi, iş gününün uzatılması, ücretlerin düşürülmesi ve işsizliğin artırılması gibi ‘çözüm’ler üzerinden sağlayacağı kaynakları sınırlandıracaktır.

 

*Bu yazı, Arjantin Devrimci Komünist Partisi’nin (PCR-Argentina) haftalık yayın organı ‘HOY’un (Bugün) 9 Ekim 2005 tarihli sayısından alınmıştır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi