8 Mart, Ayrışmalar Ve Geride Kalanlar

Komünist öncünün, ‘Kadın kitlelerine hücum’ şiarı etrafında yürüttüğü bir 8 Mart çalışmasını ge­ride bıraktık. Politik-örgütsel bağlamda bu çalışma, iki düzeyli bir amaç bütünlüğüne sahipti. Birincisi, sosyalist kadınların halihazırdaki kuvvetlerinin kit­leler içindeki gücünün açığa çıkarılması ve daha ile­ri bir nitelik düzeyinde yeniden örgütlenmesiydi. İkincisi de, emekçi kadın kitlelerinin demokratik, sosyalist aydınlatılması ve taban örgütlülükleri te­melinde harekete geçirilmelerinin yol ve yöntemle­rinin ortaya çıkarılmasında ileri bir hamle geliştire­bilmekti. Kolektif kuvvetlerin ‘bir kadın örgütü gi­bi’ çalışması şeklinde ortaya konulan perspektif ise, genel anlamda bu iki düzeyli amacı güçlendirmeye hizmet eden ve yine iki yönde gelişim sağlamayı he­defleyen bir iç yönelimdi.

Bu yönelimle açılması hedeflenen kanallardan biri, sosyalist kadınların süreklileşmiş bir EKB üye­si olma bilinci ve pratiğini kazanmaları olarak orta­ya konulabilir. Komünist kadınların, kadının kur­tuluşu mücadelesindeki somut yerlerine dair net sorgulamalardan yola çıkmalarını hedefleyen ve pratik özeleştiri üzerinden geliştirilmek istenen bir hattı bu. Tıkanmış bulunan ve açılmaya çalışılan di­ğer kanal ise, komünist erkeklerin kadın kitlelelerinin örgütlenmesi görevi karşısındaki kabul edile­mez ideolojik ilgisizliğinin ve pratik-politik atıllılığının kırılmasıydı. Komünist erkeklerin 8 Mart se­ferberliğinin birinci dereceden aktif öznesi haline getirilmesinde somutlanıyordu, bu yönelim.

Politik talep ve yönelimlerini özgünleştirip netleştirememiş ve dolayısıyla özerkleştirememiş, ge­niş emekçi kadın kitlelerinin somut gerçekliğinden esasen uzak kalması nedeniyle kendiliğindenci yönde ilerleyen bir kadın hareketiyle karşı karşıyayız. Bugün hak alma ve kazanma bilinci ile donan­mış, kapitalist ataerkil sisteme ve emperyalist küre­selleşmenin kadın üzerinde yoğunlaşan ve somutla­şan sömürüsüne karşı güçlü bir hareketten söz et­mek mümkün değil.

8 Mart in ‘ücretli izin günü ve resmi tatil ilan edilmesi’ talebi etrafında örgütlenen kampanya, bu somut duruma devrimci ira­denin bir müdahalesiydi. Bu müdahale, şimdiki aşamasın­da gerçekleşen içeriğinin dar­lığı ve yarattığı kazanımların sınırlılığına rağmen, ilerleme­nin önündeki ideolojik ve ör­gütsel statükoyu aşmaya dö­nük ileri bir politik hamleydi.

Bu hamle, Marksist Leninist komünist hareketin bütün ör­gütlülükleri ile dönemsel ola­rak bir kadın örgütüne dönüş­me çağrısı yapmasında da gö­rüldüğü gibi, temel olarak bir kopuşma isteğine işaret edi­yordu. Eskiyeni, ayak bağı ha­line gelen yanı söküp atarak, kadın kitlelerini devrime ve kadının kurtuluşu mücadele­sine taşıma kararlılığını kendi­ne vazgeçilmez bir görev ve sorumluluk olarak atfediyor­du. Bu kopuş isteği, kadının kurtuluşu mücadelesinin, işçi sınıfının kurtuluşu davası ile ‘kaderdaşlığın’ somutluyordu. Tam da bu nedenle bu yönelim, ken­dini yeniden örgütlemenin nüvelerini ve zorlukları­nı kendi içinde barındırıyordu. Tek gündeme hapsolmuş ve sınırlı bir zaman aralığına sıkıştırılmış bir çalışma tarzı ile değil, kitle hareketinin değişik tür­den gündemleriyle kadın sorununun somut ve pra­tik özgün bağıntısını kurarak müdahale edebilmek yöneliminin kazanılması, işin esasını oluşturuyor­du. Açıktır ki, bu perspektife bağlı çizgi, kadın ça­lışmasının kolektif öncünün genel çalışmasının gündem ‘bütünlüğüne doğrudan bağlı bir çalışma olduğu -kopuşun bunu gerektirdiği açık bilincini kazanarak uygulanabilir. Bu ise ancak, kitlelerle so­mut bağ kurulan her yerde emekçi kadınların dev­rimci dönüşümüne yoğunlaşan eyleminin pratiğe geçirilmesi üzerinden başarılabilir.

‘8 Martın ücretli izin günü ve resmi tatil ilan edilmesi’ talebi, geniş emekçi kadın kitlelerinin et­rafında toplanabileceği ve aynı zamanda demokra­tik kadın hareketinin unsuru olan pek çok kadın örgütünü bir araya getirebilecek bir talep olarak de­ğerlendirilmelidir. Bu birleşmenin yaratılamamış olması, demokratik kadın hareketinin somut duru­muyla ilintili olduğu kadar, ayrı ayrı öznelerin bu talebi gündemine alma nok­tasındaki geri tutumlarıyla da bağlantılıdır. Kitlelere git­me bilicinde zayıflama ve iradesizlik, bu öznelerin en temel hastalığıdır. Herhangi bir talebi kitleler içerisinde politik bir tavır haline getir­me görüş ve anlayışından uzaklık, aynı zamanda kitle­ler ile ilişkilenmenin getire­ceği sorumluluk altında ezil­menin korkusu, öznelerin geri duruşunu/çekilişini açıklamaktadır. Bunun yanı sıra özellikle feminist hare­kette gözlemlenen, emperya­lizmin küresel projelerine/politikalarına yedeklenen ve burjuva reformları kesin çözüm olarak sunan anlayış da kitlelerle özneler arasın­daki bağın devrimci, ilerici içeriğine ket vurmaktadır. ‘Kadın kitlelerine hücum’ perspektifi, komünist öncünün kendini aşarak iler­leme isteğinin bir gereği olarak öne sürülmüştü. Bu anlamda öncünün 2005 8 Mart’ı ile ilişkileniş biçi­mi, kadın kitlelerine hücum politikasının sınandığı ve somut araç ve biçimlerinin tartışıldığı, kolektif biçimlerin yeniden örgütlendiği bir süreç olmuştur. Bu bakımdan değerlendirildiğinde; somut bir talep­le kadın kitleleri ile yüz yüze gelmek kadar, onlara örgütlenecekleri araçları göstermek ve bu araçlar içerisinde konumlanmalarını sağlamak da önemli bir yerde durmaktaydı. Bütüne bakıldığında, tüm bu iç ve dış gerilimlerden kadın çalışmamız kazanımlarla çıkmıştır. Ancak bu kazanımların sıçrama­lar temelinde gerçekleşemediği de bir gerçektir. Ka­dın çalışmasında ihtiyaç duyulan zihniyet devrimin gerçekleştirilmesi için, kolektif bilincin kendini her alanda sıkı şekilde örgütlemesi gerekmektedir.

İstanbul Kadıköy mitingi baz alındığında bir ön­ceki yıla göre kadın kitle sayısında dikkate değer bir artış görülmektedir. Ancak yine de bu olumlu­luk, potansiyel olanaklarımız düşünüldüğünde ba­şarabileceğimizin limitinden uzaktır. Kabul etmeli­yiz ki kitle çalışmasında yaşanan sorunlarımız, mi­tinglere ve eylemlere de yansımış, çevre çeperini esasen kapsayan, ama ötesini, yani taze kuvvetleri taşıma noktasında darlıklar biçiminde kendini gös­termiştir. Bu durum, hali hazırdaki güçlerimizi hız­la ve daha işlevli örgütler kurarak daha da ileriye ta­şıma sorumluluğu kadar, yeni güçlerin açığa çıkarı­larak örgütlenmesi ve kitle tabanının genişletilmesi görevinin çalışmamızın en önemli sorunlarından biri olduğunu ortaya koymaktadır.

Gerek uluslararası, gerekse ülkemiz boyutuyla demokratik kadın hareketinin öncülüğüne soyun­muş olmak demek; kadın hareketinin teorik/ideolojik, politik ve örgütsel ihtiyaçlarına uygun ko­numlanmak için yüksek bir irade ortaya koyabil­mek demektir. Yakın dönem bakımından bu iddi­anın gerekliliği, 8 Mart çalışmalarından kazanılan deneyimlerin ve çıkarılan derslerin ışığında, emek­çi kadın kitlelerinin 1 Mayıs alanlarına seferberliği­ni başarıyla örgütlemek olmalıdır. Örgütsel ve poli­tik gelişim düzeyinin yalnızca korunması değil, ge­liştirilerek 1 Mayıs’a taşınması, temel bir sorumlu­luk karşımızda durmaktadır.

‘8 Markın ücretli izin günü ve resmi tatil ilan edilmesi’ çalışmasının kavranacağı halka, yalnızca politik olarak bu talebin kazanılabilir bir talep ola­rak ele alınması ve gelecek dönemde sürdürülmesi­nin sağlanması değildir. Bunu tamamlaması gere­ken halka, kadın kitleleri ile ilişkilenmenin bir ara­cı olarak imza kampanyasını kullanma ve bu ilişkilenmeyi kadınların sorunları temelinde örgütlülük­lere dönüştürmede somutlaştırmaktır. Bu kavrayış­taki boşluklar yüzünden kırılmalar, kitle çalışmala­rı göz önüne alındığında kitle çalışmasında tirajı-komik sonuçlara da yol açabilir. Yıkım sorunu ile kar­şı karşıya kalan emekçi semtlerinde, bu sorunun üzerinden atlayarak salt ücretli izin günü çalışması yürütmeyi denemek, kitlelerde komünistlere ya­bancılaşma, komünistlerde ise kitlelere güvensizlik yaratmanın dışında neye yol açabilir ki? Genele yayılmasa da bu türden eksiklerin varlığı açıktır. Onun içindir ki İstanbul mitinginde öne çıkan, Ayazmalı kadınların çığlığı olmuştur. Ayazmalı ka­dınların talepleri, emekçi kadın sorununun ne ol­duğunu ve temel halkayı kavramanın önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Ayrışmalar neye işaret ediyor?

2005 8 Mart’ın da yaşananlar ayrışmalar ve bun­ların yansımalarına baktığımızda, kadın kitle hare­ketinin ya da kendine burada bir misyon yükleyen­lerin dikkatle izlemesi ve çözümlemesi gereken so­nuçlar çıkarıyor karşımıza. Ayrıca, bütünden bakıl­dığında yalnızca kadın hareketi ve sorunu ile ilgili olarak değil, genel olarak politika yapış tarzının ve kitle mücadelesine bakış açısının da sorgulandığı ve sınandığı bir 8 Mart’ı bıraktık ardımızda. Evet, 8 Mart 2005, tarihte yerini ayrışmalarla aldı. 2005 8 Mart’nın ayrışmaları, yalnızca bir eyleme bakış açı­sını ya da taktik anlaşmazlık/uzlaşmazlıkları işaret etmiyor. Bu ayrışmaların gösterdiği yön ve yarattığı gerilim; kitlelere gitmek, kitleleri örgütlemek, kısa ve net biçimde devrimci hareketin geliştirilmesi gö­revinin karşısında alman somut tutuma da işaret ediyor.

Bu bağlamda değerlendirildiğinde, hedefi dev­rim olmayan feministlerin tutumu daha anlaşılırdır. Ayrıca yine bu temel ayraç üzerinden bakıldığında, liberal feminizm ve ilkel feminizme saplanmış ya da onlara yedeklenmiş hareketlerle mücadelemizin hangi noktalarda ortaklaşacağı/hangi noktalarda ay­rışacağımızı daha net bir biçimde ortaya çıkmakta­dır. Ancak 2005 8 Mart’ından politik arenaya yan­sıyanlarda, anlaşılması daha güç olan, devrimciler arasında yaşanan bir ayrışma da görülmektedir. Kendini bu ayrışma içerisinde konumlandıranların geçmiş ve gelecek bütünlüğüne ne ölçüde sahip ol­dukları sorgulanmalıdır ve sorgulanacaktır.

Feminizmin bilinçli tercihi; kitlelerden uzaklık

Kürt Kadın Hareketi’nin, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin dinamiklerinden beslenen ve devri­min kazandırdıkları ile ortaya çıkan, somut müca­dele biçimlerinin ve örgütlenme gereksinimlerinin bir ürünü olarak şekillenen bir gerçeklik olduğu bi­liniyor. Hareketin özellikle devrimin yenilgisi son­rasında ve küçük burjuva ideolojik konumunun da etkisiyle hızla radikal feminist arayışların içerisine doğru sürüklendiği de bir olgu. Ulusal talepler ve bunların devrimci çözümü noktasındaki tıkanmalar, Kürtler bakımından kendini kadın hareketinde radikal feminizme saplanma ve uzlaşma zeminleri yaratmada “yaratıcılık” göstermektedir. Kürt kadın hareketi politik bir harekettir. Kürt kadınları, ide­olojik ve teorik donanımlarını —niteliksel ve nice­liksel sıçramalarla gelişen ulusal kurtuluş mücade­lesinin gelişim dinamikleri içerisinde kazanmış ve örgütlemiştir. Ancak bu perspektiften uzaklaşma ve kurtuluş mücadelesini reformizme kilitleme, örgüt­lülüğünü sürdüren Kürt Kadın Hareketinde politik ve ideolojik gerileme yaratmaktadır. Bu gerileme, 8 Mart üzerinden değerlendirildiğinde İstanbul’da ve diğer pek çok ilde ilkel feminist kaygılarla hareket eden örgütlere, ideolojik olarak yedeklenmeyi ge­tirmektedir. Kürt kadın hareketinin, politik olarak bu örgütleri peşinden sürükleme güç ve yeteneği sürmektedir, ancak hareket kendi içerisindeki çeliş­kileri ve geriliği çözemediği ölçüde yalnızca liberal feminizme değil, aynı zamanda emperyalist küre­selleşme politikalarının projelerinin kadın hareketi üzerindeki dayatmalarına da yedeklenmiş olacaktır. Sınırları çizilmiş ve “görünürde” eşitlik için, salt biçimsel fırsat eşitliği için yürütülen mücadelenin zemini, her geçen gün emperyalizmin güdümlediği gelişmelerle kaynaşmaktadır.

Emekçi kadın kitlelerine uzaklığı ile malul femi­nist hareket ise aradığı kitle tabanını Kürt Kadın Hareketinde bulmaktadır. Bu sakatlığını kendi içe­risinde çözebilecek ideolojik, teorik ve politik ön­görüye ve niyete sahip olmayan feminist hareket, düşlerinde göremeyeceği bir ‘gücü’, yurtsever hare­ketin üzerinden ‘yakalamış’tır. Ancak bu zeminin ne kadar sağlıksız olduğu, 5 Mart Kadıköy mitin­ginden de anlaşılmaktadır. En geniş feminist gru­bun ya da feminist eğilimli örgütün bile, 100-150 kadından fazlasını alanlara taşıyamaması, çarpıcı olduğu kadar, düşündürücü bir tablo yaratmakta­dır. Bu, kadınları ve yalnız kadınları, yalnız ve yal­nız cinsel sömürü üzerinden örgütleme perspektifi­nin iflasından öte neyi göstermektedir? Ki kendi te­orilerine göre; kadın katliamlarının sayısının her geçen gün arttığı, cinsel sömürünün katmerlendiği ve buna karşı belli bir duyarlılığında şekillenmeye başladığı bu dönemde en çok feminist hareketin kendine zemin yaratmış olması gerekmez miydi!? Feminist hareketin çıkmazı, İstanbul öznelinde ka­dın platformu içerisinde yürütülen tartışmalarda kendini daha net biçimde ortaya koymaktadır. “Bi­linç yükseltme” seansları haline getirilmeye çalışı­lan toplantılardaki politik lafazanlıklar... Sözde ka­dın dayanışmasına verilen önemin göstergesi olarak öne sürülen ve kadınların dönem dönem açıktan li­beral eğilimlere feda edilmesinde somutlaşan dayat­malar silsilesi... Ajitasyon-propaganda özgürlüğü­nün savunusu karşısına, güya çok nefret ettiklerini söyledikleri “hegemonik ve iktidar kokan” yasakçılığın bizzat kendi elleriyle uygulanması... Erkek düşmanlığında, ama tipik biçimde devrimci erkek düşmanlığında somutlaşan apolitiklik gerici yakla­şım... Ve kotarılmaya çalışılan “erkeksiz” bir 8 Mart...

8 Mart üzerinde feministlerin kadın kitlelerine önerdiği nedir? 8 Mart’ta temel şiarları ve talepleri nedir? Bu şiarlar ve yönelim üzerinden, kadın kitle­lerine önerdikleri nedir? Kime karşı, nasıl mücade­le edilmelidir? Tüm bu soruların yanıtların tek bir noktaya kilitlenilerek verilmiş olması, feministler ve EKB nezdinde devrimcilerle yaşanılan ayrışmanın kritik noktasını oluşturmaktadır. Liberal feminiz­min kilitlenme noktası, erkek düşmanlığıdır. Hedef tahtasında ise devrimci erkekler durmaktadır. Peki, erkekli-erkeksiz miting tartışması, geniş emekçi ka­dın kitlelerinin ne ölçüde gündemindedir ya da so­nucu ne ölçüde onların gerçek ilgi alanındadır? Bu sorunun yanıtı kocaman bir hiç olacaktır. Hatta 5 Mart Kadıköy mitingine katılan binlerce Kürt kadı­nın erkeklerin mitinge katılımı noktasında cephe­den bir karşı duruşu var mıdır? Bu, acaba “feminist” bilince erişmemiş kadın kitlelerinin gerçekliği mi­dir, yoksa mücadele içerisinde yoğrulan Kürt kadınları bu tartışmanın gereksizliğini sınamış ol­malarından mıdır? Kendi hayal dünyalarında “yaşa­sın, erkeksiz miting düzenledik” teraneleri ile dans edenler, kocasından dayak yiyen kaç kadını alanla­ra taşıyabilmişlerdir ki, onların erkek katılımı kar­şısında kadınların huzursuz olacağını iddia etmek­tedirler? Yoksa gerçekliği başka noktalardan mı tar­tışmak gerekiyor!

Emekçi kadınların “erkeksiz” miting örgütleme­yi talep etmeleri ve bunu gerçekleştirmelerini bir il­ke sorunu olarak kabul edip reddetmenin yanlışlığı ortadadır. Emekçi kadınların özgüvene dayalı inisiyatiflerini geliştirecek ve moral kazanımlarını yükseltecek, kitle örgütlenmesinin ve eylem yetene­ğinin önünü açacak bir biçim olarak bu uygulana­bilir bir durumdur ve kendi başına bir sapma ola­rak gösterilemez. Demokratik kadın hareketinin unsurlarının genel eğilimiyle uyuştuğu ve belli bir anda belli somut amaçlar için ortaklaşıldığın da uy­gulanma koşullan daha uygun hale gelebilir de. Bunun pratik olarak mümkün olamadığı koşullar al­tında isteyen grubun istediği biçimde kitle düzenle­mesi yaparak 8 Martın birleşik eyleminde yer almasini sağlamaya çalışmak, en demokratik yaklaşım olacaktır. Feministler böyle bir demokratik olgun­luğun baştan önünü tıkayarak, demokratik kadın hareketinin güçlerini bölmek pahasına kendi cinsi­yetçi kompleksleriyle başbaşa kalmayı tercih etmiş­lerdir.

Ancak, somut durum, bugün ‘erkeksiz’ bir mi­tingi dayatmakta mıdır, kitleler halinde gelen emekçi kadınlar, mitinglerdeki erkek baskısından mı şikayet etmektedirler? Mitinge katılmak isteyen erkekler kimlerdir? Açık ki temel ayrışma, kadın sorununun emekçi çözümüne karşı duruştadır. Te­mel sorun, feministlerin emekçi kadın kitlelerin sı­nıfsal ve toplumsal temelli sorunlarının özveri iste­yen çözüm çabası ve yöntemleriyle ilişkilenemeyişi, daha özcesi, ilişkilenmek istemeyişin “hıncını” dev­rimcilerden çıkarmak istemesindedir.

Kronikleşmiş EKB/ESP sendromu

2005 8 Martı devrimci yayınların sayfalarında önceki 8 Martlardan farklı ve daha yoğun biçimde yer aldı. Devrimciler arasında yaşanan ayrışmanın, ‘ilkesel’ düzlemi üzerine bolca mürekkep tüketenle­rin iddia ettiklerinin, 8 Mart miting alanlarında açı­ğa çıkan somut gerçeklikle çatışması, devrimci gruplarda da baş dönmesi yaratmışa benziyor. Grupçuluğun yan etkileri, devrimci lafazanlık ve politik çekememezlik, kitlelere kendini haklı gös­terme çabaları ile birleştiğinde ise ortaya ideolojik bir bulamaçtan daha fazlası çıkmıyor.

Ufuk Çizgisi ve Kızılbayrak’ta somutlaşan ve siv­rilen politik çekememezliğin kendini 8 Mart’ta or­taya çıkarması ise durumu daha da vahim hale ge­tiriyor. Bırakın kadının kurtuluşu mücadelesinde, politik arenanın hiçbir anında protestoculuktan öteye dişe dokunur bir kitle faaliyeti inşa edememiş olanların, 8 Mart’ı savunmak noktasında en dev­rimci kesilmeleri ise halüsinasyon görmenin siyasallaştırılmış hali olsa gerek. Dünyayı kendi dar ku­yu ağızlarından görebildikleri kadar algılayan ve bundan dolayı, kadının kurtuluşu mücadelesi ve onun gereklilikleri noktasında etkin politika gelişti­rebilme yeteneği ve perspektifinden uzaklık, bu ha­reketlerin yalnızca kadın sorununa özel bir durum­ları değildir. Ancak, kadın sorunun tarihselliği ve devrimci irade ile bütünleştirilmesinin somut ge­rekliliği; bu noktada onları çok daha büyük çıkmazlara sürüklüyor. Esasen 8 Mart’tan 8 Mart’a ha­tırlamak dışında, kadın sorunu üzerine bırakın bir özel kitle çalışması yürütmeyi, sözünün ağırlığı olan pratik-ideolojik bir duruş mevzisi bile inşa edememiş olmanın rahatsızlığını hiç hissetmeden bu konuda da en devrimcinin kendileri olduğunu açıklamalarından bunu rahatça okuyabiliyoruz. Bu­nu, 6 Mart Beyazıt mitinginde kadın kitle katılımı­nın oransal darlığında (Demokratik Kadın Hareketi’ni dışta tutarsak) açığa çıkan çelişkiden de göre­biliyoruz.

Bunları geçelim. Biz, ayrışmanın temeline inme­ye çalışanların kocaman bir kaya ile karşılaşacakla­rını göstermek istiyoruz. Bu kaya, kronikleşmiş ESP-EKB sendromudur. Bu kaya, politikayı eyle­min dışında var etmeye çalışmanın somut gösterge­si olarak, EKB’nin miting başvurusunun altında sa­mimiyetsizlik aramaktır. Anlık, pratik sorunların ıs­rarla ‘ilkesel’ sorunlara dönüştürülmeye zorlanması, bu sorunların gerçekten ‘yaşamsal’ değer taşıyor ol­malarından değil, anlamsız yedeklenme kaygısının yarattığı grupçu ve kolaycı kaçma güdüsündendir. Çünkü, feministlerle ve diğer kadın örgütleri ile yıl­lardır “emekçi kadın vurgusu” üzerinden her plat­formda ideolojik mücadele yürüten, örgütlü kitle kuvveti üzerinden inşa ettiği eylem çizgisiyle dev­rimci kanalı açma ve feminist hareketin karşısına dikme tutarlılığını gösteren bir EKB gerçeği vardır. Bu gerçeği kadınların kurtuluş mücadelesi ve 8 Mart nezdinde devrimci hareketimizin saflarına ait bir kazanım olarak komplekssiz bir olgunlukla kar­şılamak yerine, ona uyduruk ‘ilkesel’ uçlu mızrak çevirenler ve EKB’nin karşısına ‘bir Şubat sabahı uykusundan uyanan dev’ edası ile çıkılması için özellikle mesai tüketenler, 2005 8 Martını ufuksuz politik dar görüşlüklerine feda etmişlerdir.

6 Mart Kadıköy mitingi ne kadar devrimci irade­nin, kitlelerle buluşma isteğine doğrudan bağlı te­melleri ve çabası üzerinden inşa edildi ise, 6 Mart Beyazıt mitingi de kadın kitlelerinin örgütlenmesi ve miting alanına taşınmasına dönük özel hiçbir motivasyon taşımayan grupsal kaygılar temelinde inşa edilmiştir. İki mitingdeki temel ayrışma, kadın kitlelerine inanmak ve güvenmekte yaşanmıştır. Unutulmamalıdır ki; devrimci akıldan en uzak ka­rarları en kolay biçimde alabilme ‘cesareti’, bir ku­ral olarak, kitlelerden en uzak olmanın ‘hafifliğine alışmış olanlardadır. O zaman; devrimci sorumlu­luğun diliyle, dilin grupçu sorumsuzluğu kolayca yer değiştirebilir ve kendi gerçeğine temas edemeyen akılsız devrimcilik, ÖMP ve BDSP gibi, EKB/ESP gerçeği hakkında bol bol konuşur.

8 Mart çalışmalarının temel argümanı olarak kullanılan, 8 Mart’ın sınıfsal içeriğinden uzaklaştı­rıldığı tartışmaları ise somut durumdan ve sonuç­lardan bakıldığında afaki tartışmalar olarak kaldı. 8 Mart’a sınıfsal içeriğini kazandırdıklarını iddia edenler, bu iddiayı hangi eylem biçiminde, hangi örgütlülükte, hangi kitle çalışmasında gerçekle bu­luşturmuşlardır? İlkel feminizmle ve emperyalist küreselleşmenin, sivil toplumculuğun kadın hare­keti üzerindeki saldırılarına karşı ideolojik ve poli­tik mücadele yürütmeden, bu mücadeleyi 8 Mart öncesi ve sonrasına dayanan eylemli bir hatla besle­meden, salt 8 Mart günü üzerinden yürütülen han­gi eylem biçimi, hangi slogan, hangi pankart 8 Mart’a sınıfsal içeriğini kendi başına geri kazandır­mak anlamına gelebilir ki! Gerçeklere sadık kalına­caksa, EKB’nin mücadele tarihine bakılmalıdır.

8 Mart 2005’i devrimcilik ve reformizm ayrış­ması olarak değerlendirmek; açıkça bir gerici tutum inşa etmektir. Devrimci ve reformist ayrışmasının dergi sayfalarında yazılarak gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Eylemin içeriği ve nesnelliğin üzerinden ha­reket etmeyen zorlama ayrışmalar, ancak devrimci lafazanlığın alamet-i farikası olabilir. “Artık yollar ayrışmıştır” dik kafalılığı, bizim için ancak acı bir gülümseme ile izlenebilir. Devrim ve sosyalizm mü­cadelesinin gerçekliği ve somut ihtiyaçları, bu bol keseden atma alışkanlığı edinenlerin altında kala­cakları bir süreci örgütlemekten başka bir sonuç üretmeyecektir. Yaşayıp, göreceğiz.

Ayrıca, ‘an’a ilişkin olarak 8 Martı devrimcileştirme iddialarını ortaya atanlara sorulması gereken bir soru daha vardır. Beyazıt mitingi ile EKB’nin Kadıköy Mitingi arasında dövizlere, sloganlara, açıklamalara yansıyan hangi özsel içerik farkı Beyazıt’ı ‘en devrim­ci’ kılmaktadır. Beyazıt’ta grupların polisin terörüne maruz kalmaları mı bu mitingi en devrimci yapmak­tadır? Mitingin bu yanını, neredeyse devrimciliğin bi­rinci dereceden kanıtı haline getirilmesine hasredil­miş zorlama yorumlara ne demeli! Ama eğer ki ölçü­tümüz bu olacaksa, devrimciliğin denetlenebilir ölçü­tü olarak bunu öne çıkarıyorsanız, EKB ve ESP’nin son üç yıllık politik mücadelesini, devrimci kitle şid­detinin kullanım biçimini, kendini ortaya koymakta sergilediği pratiği; bu ‘en devrimci’ olanların kendi süreçleriyle kıyaslamalarını öneririz. Eminiz ki bu, ‘ölçüyü’ ne kadar kaçırmış oldukları hakkında onlara yeteri kadar “nesnel” yardımı olacaktır bunun.

Ayrışmalar neyi getirdi?

Feministlerle ayrışma, devrimci kararlılığın sı­nandığı, liberal dayatmalara karşı alman politik bir tutumdur. Dayatmalara boyun eğilmeyeceği sözle değil, eylemin gücü ile gösterilmiştir. Herşeyi bir yana bırakalım, Beyazıt mitingi ve EKB’nin Kadıköy mitingi, devrimcilerin 8 Martı bir kitle gücüne da­yanarak örgütlediklerini ortaya çıkarıyor.

Devrimci gruplar arasında yaşanılan ayrışma dayatması ise, deyim yerindeyse ‘akıllara ziyandır. Bu ayrışmada kitle hareketinin ilerletilmesine bağ­lanmış hiçbir enerji ve umut tazeliği yoktur.

Bir bütün olarak bakıldığında, demokratik ka­dın hareketinin 8 Mart 2005’te çizdiği tablo, parçalılık tonlarından rengini bulmaktadır. Kadın kit­lelerine etkin tarzda gidememek ve kendini bura­dan örgütleyememek sorunu; yalnızca genel bir söylem olmaktan çıkmış, 8 Mart ayrışmalarını da tetikleyen günün sorunu olmuştur. Bu sorunun panzehiri, kendi içerisinde saklıdır: Kadın kitlele­rine hücum!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi