Göçmen İşçiler İçerisinde Komünist Çalışmanın Bazı Sorunları

“Göçmen işçileri bulundukları ülke devrimine bağlı olarak örgütleme politikası, ilkede ya da anlayış olarak doğrudur. Ancak, bugün için bu politikayı yaşama geçirmenin koşulları yoktur. Bu durum yurtdışı örgütlenmemizin kapsam ve görevlerini de doğal olarak genişletmektedir.

“Yurtdışı bir cephe gerisidir. Yurtdışında MLKP örgütlenmesi gereklidir. Yurtdışı MLKP örgütlenmesi, başlıca olarak, a) enternasyonalist ilişkileri geliştirmek, partiyi uluslararası alanda tanıtmak; b) Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmen işçileri ve politik sürgünleri ülke devrimine bağlı olarak örgütlemek; c) yaşadıkları ülkelerde sınıf mücadelesine katılmalarını sağlamak; d) MLKP’yi kadro, mali, teknik, vb. her konuda desteklemek gibi görevleri yerine getirmekle sorumludur.”

***

AB İstatistik Dairesi Eurostat’ın verilerine göre, 2000 yılında, AB’ye üye ülkelerde yaşayan göçmenlerin toplam sayısı yaklaşık 20 milyon kadardır. Bu sayının, yaklaşık 6,5 milyonu AB’ye üye ülkelerin vatandaşıdır. Bu ülkeler arasında, İtalyanlar 1 milyondan biraz fazla bir göçmen nüfusuyla ilk sırayı alırken; 1 milyona yakın bir nüfusla Portekizliler ikinci sırayı almaktadır. Bu ülkeleri sırasıyla, Mandalılar (500 bin), İspanyollar (500 binden biraz az), Yunanlılar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar ve diğer ülkelerin vatandaşları izlemektedir. Bu toplam sayının, yaklaşık 13,5 milyonunu ise AB’ye üye olmayan ülkelerden gelen göçmen emekçiler oluşturmaktadır. Bunlar arasında 3,5 milyondan fazla bir göçmen nüfusuyla Türkiyeliler ve Kürdistanlılar ilk sırayı alırken; 2 milyondan fazla bir nüfusla eski Yugoslavya kökenli göçmenler ikinci sırayı almaktadır. Bu ülkeleri sırasıyla Faslılar (1 milyondan biraz fazla), Cezayirliler (1 milyona yakın), Polonyalılar, ABD’liler, Tunuslular ve diğer ülkelerin vatandaşları izlemektedir. AB’ye üye olmayan ülkelerin göçmenlerinin yüzde 40’ı yalnızca Almanya’da yaşamaktadır. Bu ülkede bulunan yabancılar arasında büyük çoğunluğunu ise (yüzde 28,1) Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmen emekçiler oluşturmaktadır. Yurtdışında bulanan Türkiyeli ve Kuzey Kürdistanlı emekçilerin yakınları ve çocuklarıyla birlikte toplam sayısı yaklaşık 4 milyon kadardır. Bu sayının içinde, 1.263.502’den fazlasını çalışır durumda olan aktif nüfus ve 1 milyona yakını ise 4-19 yaş grupları arasında bulunan eğitim ve öğretim çağındaki çocuklar ve gençler oluşturmaktadır. Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmenlerin sahip olduğu işyeri sayısı 70 bindir ve buralarda yaklaşık 200 bin kişi istihdam edilmektedir. (Bakınız, Prof. Dr. Ali Arayıcı, Türkiye’den Avrupa’ya Göçün 40 Yılı, Ceylan Yayınları.)

Daha pek çok veri aktarılabilir. Ama gerekli değil. Asıl önemlisi, bu verilerin dilidir ve pratik politika bakımından buradan hangi sonuçların çıkarıldığıdır. Belli başlı noktalarda özetleyecek olursak:

a) Göçmen işçiler yaşadıkları ülkedeki proletaryanın bir parçasıdırlar. Onların toplumsal üretimdeki konumu “yerli” işçilerin konumuyla aynıdır. Bu bakımından, hem “yabancı işçi” nitelemesi ve hem de “milli azınlık” saptaması yanlış ve gericidir. Proletaryayı ulusal ve ülke kökenine göre kategorileştirmektir. Göçmen işçiler, geçici bir ekonomik ve toplumsal kategoridir ve kaçınılmaz olarak süreç içerisinde “yerli” işçilere daha fazla benzeyeceklerdir. Ve kuşaklar değiştikçe bu doğal bir şekilde olmaktadır. Yani doğal entegrasyon kendi rotasında ilerlemektedir.

Daha 1850’li yıllarda Marks ve Engels tarafından formüle edildiği gibi, “işçilerin vatanı yoktur” ve “proletarya hareketi biçimde ulusal, özünde uluslararası bir karaktere sahiptir”. Hangi ulustan olursa olsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, bütün proleterlerin düşmanı ortaktır ve ortak düşmana karşı savaşımı da ortaktır. Bu bakımdan, proletarya açısından iş gücünün hangi ulustan kapitalist tarafından satın alındığının, artı-değere hangi ulustan burjuvanın el koyduğunun bir anlamı yoktur. Demek oluyor ki, genel olarak göçmenlik olgusu, özel olarak da göçmen işçilerin politik eğitimi ve politik örgütlenmesi sorunu, yaşadıkları, yani işgüçlerini sattıkları ülke devriminin bir parçasıdır.

Ve zaten, o ülke proletaryasının organik bir parçası oldukları koşullarda sorun, devrimci teori ve politika bakımından bir başka şekilde konamaz. Sorun öncelikle, göçmen işçilerin emperyalist cephe zincirinin hangi halkasından saldıracağı, hangi ülke devrimine bağlı olarak örgütlenecekleri sorunudur. Başlıca olarak bu ekonomik ve toplumsal gerçeklik, hangi ulusal ve etnik kökenden olurlarsa olsunlar proleterlerin doğrudan işgüçlerini sattıkları ve artık organik bir bileşeni oldukları ülke proletaryasıyla birlikte emperyalist zinciri o halkasından kırmak için ortak savaşımı geliştirmelerini, parti dahil her düzeyde ortak sınıf örgütlerinde birlikte yer almalarını gerekli ve zorunlu kılar. Kurucu Kongrede, “göçmen işçileri bulundukları ülke devrimine bağlı olarak örgütleme politikası ilkede ya da anlayış olarak doğrudur” derken bu komünist ve proleter enternasyonalist görüş açısından hareket edilmiştir. Kuşkusuz burada söz konusu yapılan ilkesel bir yaklaşımdır, temel bir görüş açısıdır.

b) AB üyesi ülke göçmenleri geniş ölçüde entegre olmuşlardır. Türkiye ve K. Kürdistanlı göçmenler de, daha sancılı ve daha uzun bir zamana yayılsa da, onlarda bu aynı yöne doğru kaçınılmaz bir şekilde evrimleşeceklerdir. Süreç, doğallığında ilerlemektedir.

Geçen 30-40 yıllık süreçte, Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmen işçiler, önemli bir iç başkalaşım geçirmişlerdir. Artık geriye dönüş eğilimleri yok gibidir. Özellikle ikinci ve üçüncü kuşak için bu çok daha fazla geçerlidir. Eskinin dil bilmeyen, yaşadıkları ülke gerçeklerine, insan ilişki ve psikolojisine, kültürüne, yaşam standartlarına yabancı o bildik klasik fötr şapkalı göçmen, artık geniş ölçüde tarihe karışmıştır. Artık dil bilen, bu ülkelerdeki ortalama yaşam standardına kavuşmuş, neredeyse tümüyle buraya yerleşmiş, bir göçmen kitlesi söz konusudur bugün. Kopup geldikleri ülkelerden etkilenmeleri de (psikolojik, ruhsal, düşünsel, politik, vb.) giderek daha fazla sınırlanmaktadır. Bu göçmen işçiler bakımından kuşkusuz nesnel bir durumdur. Ama onların hala kopup geldikleri topraklarla süregelen bağları, buralardaki gelişmelerden şöyle ya da böyle etkilenmeleri ve yine bugün yaşadıkları Avrupa ülkelerinde onları kucaklayabilecek komünist partilerin olmaması, vb. de nesnel bir durumun ifadesidir. Göçmen işçilerin “nesnelliği” söz konusu olduğunda tabloyu bütünlüklü kavramak durumundayız. Demek ki, buradan, hem entegrasyona doğru kaçınılmaz olan bu gelişmeyi ve hem de hâlâ göçmenlerin geçici bir toplumsal fenomen olmaya devam ettiklerini görüyoruz. Bunun devrimci strateji ve taktik bakımından, örgütlenme planı bakımından anlamı açıktır. Bu her halükarda, göçmenlerin önüne ikili görev koymaktadır. Birincisi; yaşadıkları ülkelerde sınıf mücadelesine her alanda ve her düzeyde katılmak ve aktif bir öznesi olmak. İkincisi; kopup geldikleri ülke devrimini desteklemek.

2003 yılı, Türkiye’den Avrupa’ya resmi olarak göç olayının 42. yıldönümü olsa da, göçmenler yaşadıkları ülkelerde hâlâ pek çok sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar. Göçmenlerin, uyum, dil, serbest dolaşma, iş ve ev bulma, seçme ve seçilme, oy kullanma, aile birleşimi, askerlik, mesleki eğitim görme, vatandaşlık ve çifte vatandaşlık, yabancı düşmanlığı ve ırkçı saldırılar, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görme, çocukların anadilde eğitim ve öğretim, anadilde ve kültürde eğitim, ulusal ve kültürel kimlik sorunları, iki dil ve kimlik arasında kalma, kuşaklar arası çatışma gibi pek çok sorunları var. Göçmenlerin bu özgün sorunlarını “eşit haklar için mücadele” olarak da programlaştırabiliriz.

c) Göçmen işçilerin yaşadıkları ülke proletaryasıyla birlikte, parti dahil her düzeyde ortak sınıf örgütlerinde örgütlenmesi, anlayış olarak ya da genel bir doğru olsa da bugün bunu pratik bir politika olarak uygulayabilme koşul ve olanaklarından bahsedilemez. Sendikalar gibi sınıf örgütlerinde zaten sorun yoktur. Ne var ki, göçmen işçileri de kucaklayacak komünist bir partisi yoktur. Eğer Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmenleri kucaklayabilecek, marksist-leninistlerin etkisindeki komünist göçmen potansiyelini emebilecek ve onlarla işbirliği içinde hareket edebilecek komünist bir partisi olsa, o taktirde, bunları örgütleme gibi bir görev ve sorumluluğumuz olmazdı. Olmadığına göre, bu görevden yan çizebilir miyiz? Kesinlikle hayır. Tam tersine, göçmenleri kazanmaya, örgütlemeye ve aynı zamanda bu ülkelerdeki sınıf savaşımına daha fazla katmaya, politik olarak ilgisiz ve pasif kaldığımız için kendimizi eleştirmeliyiz. Diğer yandan, bu ülkelerde partiler kurmak gibi bir görevimizin olmadığı doğrudur. Kendimizi hiçbir şekilde o ülke komünist partileri yerine ikame edemeyiz. Fakat kendimize aktif bir tarzda yardımcı olma görevini biçebilmeliyiz ve biçmeliyiz. Bugüne kadar bu soruna ilgisiz kaldığımız için de kendimizi eleştirmeliyiz. Politik etkimiz ve yönetimimizdekiler de dahil, devrimci göçmen işçilerin ve gençlerin, diğer ulus proletaryası ve göçmen sınıf kardeşleriyle birlikte ortak komünist partilerini kurmaları gerektiğinin propagandasını ve ajitasyonunu muhakkak yapmalıyız. Özellikle de genç yoldaşları ve bizimle birlikte hareket eden diğer uluslardan yoldaşları bu konuda yüreklendirmeliyiz. Bu ülkelerdeki dağınık ve birbirinden kopuk, etkisiz komünist potansiyelin bir politik parti hedefine yönlendirilmesi, o ülke devriminin olduğu kadar, dünya komünist hareketinin yeniden örgütlendirilmesi yönelimi bakımından da anlamlı bir adım olacaktır.

d) Göçmen işçilerin hem göçmenlikten kaynaklı sorun ve istemleri için, hem onları yaşadıkları ülkelerde sınıf savaşımına katılmalarını sağlamak için ve hem de göçmenlerin dünya çapındaki politik olay ve gelişmelerle bağını güçlendirmek, enternasyonalist duygu ve düşüncelerini geliştirmek için kitle çalışmasını yapmak kesinlikle gereklidir. “Eşit haklar için mücadele”nin geliştirilmesi bu bakımdan önemlidir. Fabrika, işyeri ve sendikal çalışma aynı zamanda bu bakımdan da önemlidir. Onların diğer sınıf kardeşleriyle birlikte mücadeleyi yükseltmelerine her düzeyde omuz vermek durumundayız.

Fabrika, işyerleri ve sendikalarda ortak sorunların çözümü için birlikte mücadele yürütülmeli, ortak sınıf çıkarları temelinde hareket edilmelidir. Üretimde yer alan ve sendikalı olan Türkiyeli ve K. Kürdistanlı marksist leninist komünistlerin ve diğer politik göçmen gruplarından değişik devrimci eğilimdeki devrimcilerin, sınıfın sermayeye ve egemen burjuva sendikacılığa karşı ilgisizliği kabul edilemez. Bu mücadele, “yerli” proleterlerin, olduğu kadar onların da asli bir görevidir, bir bütün olarak sınıfın görevidir. Fabrika, işyeri ve sendikalarda, oluşturulacak devrimci işçi komitelerine (inisiyatif vb.) Türkiyeli ve K. Kürdistanlı devrimci göçmen işçilerde katılmalıdırlar. Ama bunlar doğrudan mevcut halleriyle parti örgütleri olarak görülüp değerlendirilemez. Farklı politik eğilimlerden devrimci işçilerin oluşturdukları ve cephesel özellikler taşıyan fabrika, işyeri ve sendika mücadele örgütleri olarak değerlendirilmelidir. Partileşme görevi de bu mücadele komitelerinin görevleri arasındadır. Bunların doğrudan göçmen işçilerin etkisinde oldukları bir partinin parti örgütleri olarak görülmesi hem dar, sek- ter bir yaklaşımdır ve hem de o parti örgütlerinin bu örgütlerin yerine ikame edilmesidir ki, bu kabul edilemez.

e) “Eşit haklar için mücadele”de, göçmenler adına hareket eden dernek, federasyon, vb. araçların işlevli hale getirilmeleri, göçmen işçi, öğrenci ve kadınların göçmenlikten kaynaklı sorunları üzerinde yoğunlaşacak bir yönelim içerisinde bulunmaları ve bu hedef kitleyi kazanacak tarzda bir inisiyatif ve çekim merkezine kavuşturulmaları önem taşımaktadır. Bugün Avrupa’nın dört bir yanına saçılmış yüzlerce göçmen örgütü var. Ne var ki, bunların hiçbiri göçmen kitlesini kucaklayan ve demokratik bir yapılanışı temel alan gerçek anlamda demokratik bir kitle örgütü değildir. Her biri belli bir politik eğilimin ifadesidir, politik grup dernekleridir. Gerçekte geniş göçmen işçi, öğrenci ve kadın kitlesinden kopukturlar. Gettolaşmışlardır. Politik grup dernekleri olarak birbirlerine karşı da gettolaşmışlardır. Her biri belirli bir politik eğilimin açık partisi gibi davransalar da, gelinen aşamada çoğunlukla kendi grup ilişkilerini bile kucaklayabilme durumları yoktur. Mevcut haliyle, hiçbiri ya da toplamı göçmenleri kucaklayan demokratik kitle örgütü değildir. Politik mücadele ve önderlik tarz ve anlayışındaki ve örgüt yapısındaki yenilenmeye bağlı olarak, yeni bir ruhla yeniden örgütlendirilmeleri gerekmektedir.

Marksist leninist komünistler daha kurucu Kongre Belgeleri’nde “yurdışı(nın) bir cephe gerisi” olduğunu belirlemişlerdir. Kuşkusuz buradaki “cephe gerisi” tanımlaması Türkiye ve K. Kürdistan devrimiyle ilişkisi bakımındandır. Yoksa, göçmenlerin yaşadıkları ülkelerde sınıf mücadelesine katılma ve onların sınıf mücadelesine katılmalarını sağlama bakımından ve yine marksist leninist komünistlerin bu ülkelerde sınıf mücadelesine katılıp desteklemeleri bakımından değil. Demek ki, yaşanılan ülkelerde her günkü sınıf mücadelesiyle ilişkisi söz konusu olduğunda, yurtdışı “cephenin gerisi” değil, cephenin ta kendisidir. Aksi bir görüş açısı ve pratik konumlanma, politik ilgisizlik ve proleter enternasyonalist duygu ve düşüncelerde zayıflık ya da ulusal dar görüşlülük olduğu kadar, devrimcilik aşınmasına da kapıyı aralamaktır!

Yurtdışının Türkiye ve K. Kürdistan bakımından bir cephe gerisi olması, yurtdışındaki politik çalışmaların ve örgütlenmenin bir cephe gerisi tarzına göre biçimlendirilmesi, sınırlandırılması ve geriye çekilmesi anlamına gelmez ve gelmemelidir. Bu cephe gerisi tarzın egemen olması, yurtdışı çalışmalarındaki tıkanıklığın da kaynaklarından biridir. Her gün yaşanılan bir coğrafya da, sürmekte olan sınıf mücadelesine katılmadan devrimcilik üretilemeyeceği açık değil mi? Nerede yaşarsak yaşayalım, yanı başımızda süren sınıf mücadelesine aktif katılmak ve devrimci tarzda müdahale etmek, devrimci ve enternasyonalist sorumluluğun bir gereğidir. Devrimci, her yerde ve her zaman devrimcidir; emperyalist barbarlığa karşı başkaldırı ruhuyla davranmak durumundadır. Yoksa sıradanlaşmak, düzenin bir parçası haline gelerek ona katılmak, bulduğuyla yetinmek ya da en kralından kaydetmek, devrimciliği bir alışkanlık haline getirerek çürümeye terk etmek kaçınılmaz olur.

Ve dahası, bir zorunluluğun ifadesi olarak, bugüne kadar “Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmen işçileri ve politik sürgünleri ülke devrimine bağlı olarak” örgütleme hedefiyle hareket edilmiştir ki, bu doğrudur. Ne var ki, sayıları milyonları bulan bu hedef kitle içerisinde çalışma temel alınmadığında içe kapanma, taraftar kitlesine dönük bir çalışmayla kendini sınırlama, bir politik mücadele ve önderlik tarzı olarak, devrimci kendiliğindencilik yönünde bir şekillenme yaratmıştır. Bu çalışma, göçmen işçi ve emekçilerin kazanılmasına, örgütlendirilmesine ve savaştırılmasına dayanan geniş bir kitle çalışması değildir, esas olarak hazır ilişkilere ve bunların harekete geçirilmesine dayanmaktadır. Belirli tarihi ve özel günlere dayalı çalışmaların programlanması burada tayin edici olmaktadır. Bunun kendisi bir kısır döngü yaratmaktadır. Bu tarz, enerjiyi açığa çıkarmadığı gibi, potansiyel enerjiyi de boğmaktadır.

Diğer yandan, Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmen işçi ve emekçileri, ülkemiz devrimi hedefiyle örgütleme politika ve hedefimiz doğru olsa da, bunun gerek enternasyonalist ilişkiler cephesindeki, gerekse de yaşanılan ülkelerdeki sınıf mücadelesinin her günkü görevleriyle bir arada ve uyumlu bir tarzda götürülememesi, bu ikincilerin, ama özellikle de sonuncusunun adeta ihmal edilmesi, çalışmaları darlaştırmakta, politik mücadelede tek düzeliğe ve ülkecilik anlamında ulusal dar görüşlülüğe götürmekte, politik çalışmaların sınıfsal ve enternasyonalist yönünü zayıflatmakta ve politik edilgenliği getirmektedir. Bugüne kadar ki sonuçlarından da açıkça görüldüğü gibi bu tarz, kendine dönük, protestoculuğu ve destekçiliği ve/ya da misafirliği aşmayan bir tarzdır. Mevcut yapı, kitlelerle ve görevlerle ilişkisi ve yönetim tarzı, çalışma tarzı bakımından günceli yakalamaya, devrimci savaşımın öznesi olarak aktif bir rol oynamaya göre oluşturulup geliştirilemediğinde; sürekli kan kaybetmek, daralmak ve kendini tekrar kaçınılmaz olmaktadır.

Bugün yurtdışı çalışmasında yaşanılanlar veya da örgütsel-politik çalışmaların tıkanma noktası her şeyden önce içe dönük politik mücadele tarzının da bittiği/tükendiği yerdir. Geniş göçmen işçi ve emekçi yığınları kazanmaya ve örgütlemeye dönük olmayan, ulusal dar görüşlülüğü aşmayan, sistematik olmayan ve günceli yakalayamayan, sıçramalarla ilerleyemeyen, politik çalışmaları kendi mevcut örgütsel yapılanışının ihtiyaçlarına göre düzenleyen bu geleneksel tarzla hesaplaşılmadan yurtdışı çalışmalarında da sağlıklı yürüme olanağı yoktur. Zihinsel bir değişimle kendimizi yeniden ortaya koymadan ilerleme olanaklarının tümüyle tükendiği, artık yolun sonuna gelindiği görülmelidir. Kendi devrimci gelişimimizin tarihi de gösteriyor ki, zihinsel bir değişimin olmadığı yer ve zamanda, gelişme esasen bir kendini tekrardır ve bu durumda çoğu zaman sağlanan gelişmenin gerisine düşmek kaçınılmazdır.

***

Geniş göçmen işçi ve emekçi kitlelerini, kopup geldikleri ülkelerin zemininde kalarak, kazanma ve harekete geçirme olanağı giderek daha fazla sınırlanmıştır. Ülkedeki gelişme ve değişimlerden ciddi olarak hâlâ etkilenmeye devam etseler de gerçek budur. Gerek ülkelerinden gelmenin getirmiş olduğu sosyal, kültürel ve psikolojik farklılıklar, gerekse de yaşadıkları ve iş güçlerini sattıkları ülkelerde burjuvazinin uyguladığı ekonomik, politik, kültürel alandaki ayrımcılığın ve politik baskının yol açtığı sonuçları yaşayan göçmenlerin bu sorunlarına müdahale etmeden, onları bu temelde devrimci ve sosyalist bir görüş açısıyla aydınlatmadan, sınıf mücadelesinde politik bir kuvvet haline getirmeden ve diğer sınıf kardeşleriyle birlikte savaştırmadan ileriye doğru yürüme olanağı yoktur. Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmen işçi ve emekçilerin “yaşadıkları ülkelerde sınıf mücadelesine katılmalarını sağlamak” ve bu hedef kitleyi kazanmak, onlardaki devrimci dinamikleri açığa çıkartıp harekete geçireceği ve yurtdışı parti çalışmasının içerik ve kapsamını güçlendireceği gibi, ülkemiz devrimini olduğu kadar bu ülke devrimlerini de güçlendirecektir. Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmenlerin bugün için, yani geçici olarak ülke devrimine bağlı olarak örgütleme durumunda kalınması, göçmenlerin yaşadıkları ülke devrimine asla sırt çevirmek anlamına gelmez. Burada sorun, bu görevlerin uyumlu ve enerjik tarzda yerine getirilip getirilememesidir. Bu bakımdan, çalışmaların bir ayağının topal kaldığı ve yine göçmenlere yönelik çalışmanın sistemli bir şekilde sürdürülmediği, güncel ve somut politika üretme ve taktikler geliştirme ve bu temelde yurtdışının kendi gerçekliğinde öncü bir konumlanma içerisinde olunmadığı, bunu sağlayacak bir devrimci öncü müdahale tarzı geliştirilmediği, önemli bir politik kararsızlık sergilendiği, devrimci irade kaybı yaşandığı bir gerçektir.

Mevcut haliyle yurtdışı çalışması, göçmen kitleleriyle ilişkiyi, parti çalışmasının temel bir biçimi haline getirmeyi başaramadığı gibi, sınıf mücadelesinin her günkü sorunlarına müdahale etme koşul ve olanağına da geniş ölçüde sahip değildir. Her şeyden önce bu çalışma, üretim ve mücadele alanlarıyla (fabrikalar, okullar, semtler vb.) bağlı değildir. Çalışmaların yüzü, geniş göçmen işçi, öğrenci ve emekçi kadın kitlesine dönük değildir. Kitlelerden kopuk, bürokratik bir tarz egemendir. Bu durum, hareket alanını ziyadesiyle darlaştırmakta, çalışmaların kapsam ve içeriğini tek yanlılık ve içe dönüklük yönünde şekillendirmektedir. Yapının, kendini oluşturma tarzını doğal olarak koşullayan bu durum, gerçek gelişmeyi frenlemekte, ket vurucu bir rol oynamaktadır. Yapının mücadelenin gerçek ihtiyaçları ve güncel görevlerini anlama ve omuzlama yetenek ve kapasitesinin düşük olması, yeni durumlara kendini uyarlamada ciddi sorunlar yaşaması ve sürekli geriden seyretmesi burada kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır. Zira çalışmaların dayandığı temelin dar ve sınırlı olduğu koşullarda farklı bir gelişmenin olması beklenemez.

Çalışmaların içerik ve kapsamındaki darlık ve yetersizlik propaganda ve ajitasyon alanında da görülmektedir. Alanın gerçekliğine ve özgün ihtiyaçlarına dayanan bir propaganda ve ajitasyonun geliştirildiği söylenemez. Özellikle yeni kuşak gençlere onların anladığı dilden hitap edilmemektedir. Bizim devrimci propaganda ve ajitasyonumuz kuşaklar arası çatışmayı ve farklılığı da sürekli gözetmek durumundadır. Ama eğer hedef kitlenizle ilgili değilseniz, politikayı onlar yani milyonlar için değil de sınırlı taraftar kitlenize dönük olarak yapıyorsanız, politikalarınızı olduğu kadar, propaganda ve ajitasyonunuzu da güncelleştirmeniz gerekmez. Yapılan şey Türkiye’dekinin adeta bir tekrarıdır. Kabaca ifade etmek gerekirse, “zam, zulüm, işkence edebiyatı”nı aşamamaktadır. Bu tarz bir mücadele ve önderlik anlayışı ve pratiğiyle yapı ideolojik ve politik olarak beslenemeyeceği ve ayakta tutulamayacağı gibi, geniş göçmen kitlesini etkileme ve harekete geçirme ve diğer uluslardan ilerici, antiemperyalist, komünist, vb. çevreleri ve geniş kesimleri etkileyebilme olanağı da son derece sınırlıdır. Ve dahası, yapının propaganda ve ajitasyonu yeterince güncel ve çok özel olmadığı gibi, antikapitalist yönü ve içeriği de zayıftır. Oysa, devrimci temelde büyümek ve gelişmek istiyorsak, kesinlikle kapitalizmin devrimci eleştirisini öne geçirmek, buraya özgün propaganda ve ajitasyonu daha çok bu temelde yapmak ve geliştirmek gerekmektedir. Bu bakımdan, nasıl ki bir özgünlüğü ve görüş açısını ifade etmesi için, “Kürdistan çalışmasını Kürdistanlılaştıralım” diyorsak ve bu hiçbir şekilde Türkiye’den ve birleşik devrim fikrinden uzaklaşmak biçiminde anlaşılmıyorsa, aynı şekilde, “yurtdışı çalışmasını Avrupalılaştırmalıyız” diyebilmeliyiz ve bu da hiçbir şekilde Türkiye ve K. Kürdistan devriminden “ülke devrimine bağlı örgütlenme” perspektifinden uzaklaşmak/kopmak anlamına gelmez, gelmemelidir.

***

Mevcut haliyle yurtdışı çalışmasının içerik ve kapsamını belirleyen, sayıları milyonları bulan göçmen işçi ve emekçilerin varlığı ve bunlar üzerindeki marksist leninist komünistlerin siyasi etkisi ve bu ülkelerde bunları kucaklayan komünist partilerin bulunmaması gerçeği olduğu gibi, bu durum, yurtdışı çalışmasının derin bir enternasyonalist karakter taşıması gerektiğini de belirlemektedir. Adı üzerinde, “yurtdışı çalışması”! Yani bu çalışma ülkemiz K. Kürdistan ve Türkiye‘nin herhangi bir yerindeki çalışma gibi yürütülemez. Bu çalışma her şeyden önce enternasyonalist bir çalışma olmak zorundadır. İçe dönüklükle, misafirlikle, cephe gerisi tarzıyla proletarya enternasyonalizmi duygu ve düşüncesi hiçbir şekilde bağdaşmaz.

Diğer yandan, marksist leninist komünistlerin enternasyonalist görev ve sorumluluklarıyla, Türkiye ve K. Kürdistanlı göçmen işçi ve emekçilerin enternasyonalist görev ve sorumlulukları da bütünüyle bir ve aynı değildir.

Yurtdışı çalışması için enternasyonalizm, Türkiye ve K. Kürdistan devrimi için destek ve dayanışmayı güçlendirmek, bu ülkelerde sınıf mücadelesine katılmak, Türkiye ve K. Kürdistanlı göçmen işçi ve emekçilerin bu mücadeleye katılmalarını sağlamak; bu ülkelerde proletaryanın bir komünist partisi olarak örgütlenmesine aktif olarak yardımcı olmak ve antifaşist, antiemperyalist güçlerin şu ya da bu düzeydeki ortak hattına katkı sağlamaktır. Fakat Türkiyeli ve K. Kürdistanlı göçmen işçi ve emekçiler için durum daha farklıdır. Onlar için yaşadıkları ülkelerde sınıf mücadelesine katılmak ve parti dahil her düzeyde ortak sınıf örgütlerinde örgütlenmek, doğrudan görevken, diğer ülkelerdeki ve bu arada şu ya da bu düzeyde bağları süren, kopup gittikleri ülkelerindeki sınıf mücadelelerine her düzeyde destek ise enternasyonalist sorumluluklarının bir ifadesidir.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi