İsrail Anlayışını Kuşanan Yol Haritası Çıkmaz Sokakta

Şerm Şeyh ve Akabe zirvelerindeki gelişmelerden sonra, Yol Haritası hakkında bunlara değinmeden konuşmak artık mümkün değildir. Arap-İsrail, Filistin-Israil çatışmalarına Bush yönetiminin bakışındaki ciddiyet bizce kuşkuluydu zaten, bu sonuçlarla kesin belli oldu.

Dünya sınırlarını elinde tutan bu idarenin dengeli bir tutum alması beklenirken, Beyaz Saray’a yerleştiği ilk zamanlardaki sabit politikasına geri döndü. Bu politikayla terörist Şaron hükümetiyle uyumlu bir şekilde genelde Arap ülkelerine, özelde Filistinlilere büyük baskı uyguladı. Bununla da yetinmedi. Yol Haritası planında Şaron’un bütün şartlarını da kabul etti, bu tutumla da planın özünü boşalttı, pratik uygulamada kesin başarısızlığa yol açacak görüşme kâğıdına çevirdi.

Şaron’un politikalarını benimseyen Amerikan yönetimi Irak’a Anglo-Amerikan işgalden sonra hâlihazırda Arap rejimlerinin de bölünmüşlüğünü fırsat bilerek İsrail’le-Filistinliler arasında görüştürmeler yapmaya yarayacak yeni koşulların doğduğunu öngördü. (İsrailli Amerikan Başkan) Filistin halkına da yeni bir yönelimi reva buldu. Ardından İsrailli sağcıların ölçülerini ve şartlarını görüşmelere başlamak için dayattı. Bu iki zirve toplantılarının sonuçlarının da ortaya koyduğu gibi İsrail’e gösterilen aşırı anlayış, Yol Haritasını yıkıma uğratacak tehlikeli başlangıca yol açtı. Planın içeriği boşaltılarak özünde güvenlik sorunlarının bulunduğu dengeli olmayan planın dengeleri tamamen bozuldu.

Şerm Şeyh ve Akabe zirvelerinin, planın üçüncü aşamalarına dair kuşkularımızı gidermek, Bush ve Şaron’un davamızın ve çatışmaların esas temeli üzerindeki çözümlerine dair taleplerimizin üstünden atlanması için düzenlendiği açıktır. Öncelikle Filistinlilerin dönüş hakkının üstü çizildi. Ardından Mısır ve Ürdün elçilerinin dönüşü istendi, Arap başkentlerinde önceden açılmış bulunan, İsrail’e ait ticaret, şirket ve ulaşım bürolarının yeniden açılması, çalışanlarına dönüş ve çalışma hakkı verilmesi, diğer ülkelerin de İsrail’le bu tür ilişkileri geliştirmek için hazırlık yapmaları gerektiğine dikkat çekildi. Ve tabii bütün bunlar Israil-Filistin çatışmasının esasına ait hiçbir çözüm üretilmeden (Kudüs, Mülteciler, Sınır, Yeni Yerleşim Birimleri vb.) ve son aşamaya girilmeden gerçekleştirilmeliydi.

Bu Sebeplerden Dolayı Yol Haritası Dengesizdir!

Yol Haritası metin içeriği ve zamanlama ayarı ile dengesizdir. Çünkü güvenliği siyasetten daha fazla önemsiyor. Filistinlilerin meşru ulusal hukukunu kilitliyor, öncelikle kendi egemenliğinde tamamen bağımsız devlet kurma hakkını, mülteciler, sınır, yerleşim birimleri (İsraillilerin) parçalanmış aileler, Kudüs sorunlarını hiç tartışmıyor, üstelik halkımızın meşru müdafaa hakkı olan işgal ve yerleşimcilere karşı direnişini kınıyor.

Yol haritasının metin içeriğinden bir alıntı yapayım: “Filistin-İsrail çatışmalarına kesin çözüm iki devlet modelidir. Ancak gerçekleştirebilmek için şiddetin durdurulması, terörizmin bitirilmesi şarttır. O da Filistin halkının bunları durduracak bir yönelime sahip olmasıyla mümkündür vb... Birinci aşamanın 7 no’lu maddesi (Filistin yönetimini kastederek) silahlı intifadanın hemen durdurulmasına, İsrail’e karşı şiddetin her yerde durdurulmasına ve tüm Filistinli kuramların İsrail karşıtı antipropagandalarını durdurmaya çağırıyor. Filistin halkı açıkça kuyuya itilmek isteniyor. Açıkladığımız bu iki maddenin içeriği, Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin bütün biçimlerini (intifadası, silahlı direnişi, yürüttüğü propaganda ve ajitasyonunu) kınayan ve hiçbir haklılığı olmayan İsrailli Amerikalıların bütün bunları terörist uygulamalar olarak karşılayan anlayışını doğruluyor. Burada önemle vurgulamamız gerekir ki, Amerikan yönetiminin Yol Haritası’nı altı ay boyunca bekletmesinin, bu kadar düşündükten sonra açıklamasının gerçek nedeni de şudur: Direnişin intifada ve Filistin Ulusal Mücadelesi’nin birikimi fiili olarak diğer Arap ülke ve halklarında olumlu yankılar uyandırmaya başlamıştı. (2000 yılında Ekim ayında Kahire zirvesinde alınan kararlar, halklarımız ve resmi rejim idarelerince intifadanın, direnişin ekonomik ve siyasi olarak desteklenmesi, 2001 Mart ayında Umman’da, 2002 Mart ayında Beyrut’ta -Arap Barış Girişimi- bu karar aynen onaylanmıştı.)

İntifada uluslararası bir yankı uyandırmıştı ve Güvenlik Konseyi’ni bazı kararlar almaya zorlamıştı. Bunlardan en önemlileri, 1397 no’lu karar, ilk olarak 4 Haziran 1967 toprakları sınırları içinde bağımsız bir Filistin Devleti kurulmasının, Filistin halkının doğal hakkı olduğunu teyit etti. İntifadanın sürekliliğiyle Oslo süreci yıkıldı. Böylece de AB ve BM’nin ardından da 10 yıldır Ortadoğu’da tek hakim olan ABD’nin tek varlığının yanı sıra Rusya’da ortaya çıktı. (ABD Madrid Konferansından, 91 Ekim ayından intifadanın başladığı 28 Eylül 2000 yılına kadar bölgedeki tüm anlaşmazlıkları çözme konusunda tek hakim güçtü.) Dolayısıyla da Bush’un 24.6.2002 yılındaki açıklamasından sonra dörtlü komite oluştu. AB, Rusya, BM bileşenlerinin oluşturduğu komiteye Washington sorunların beraber çözülmesine destek ve onay verdi. Buradan da şu sonuç ortaya çıkıyor. Filistin halkının işgalci askerlere, yerleşimcilere, Şaronist kanlı yayılmacı işgallerine karşı yiğitçe direnişi bu politikalara karşı bir set oldu. Yine aynı mücadeledir ki karanlık, çökmüş Oslo dehlizi siyasetine de set oldu. Aslında İsrail’in Filistinlilerin meşru ulusal hukukunu tanımamada gösterdiği inat da Oslo ittifakını çökertmiş ve çıkmaz sokağa yöneltmişti. İşte çok açıktır ki Amerikan-İsrail birlikteliği Filistin halkını meşru hakkından tecrit etmek için yeterli bir sebeptir. Bu anlaşılır bir olgudur. Anlaşılmayan ise gerçekten Kahire, Amman, Beyrut’taki Arap zirvelerinde alınan kararlarla çelişkili resmi siyasetler yürüten Arap rejimlerinin tutumudur. Bir de Mahmut Abbas hükümetinin -ki Şerm Şeyh ve Akabe zirvelerinde- Amerikan politikasının yanı sıra birden bire kurulmasına tepki verilmemesidir.

Sayın Mahmud Abbas, Akabe zirvesinde terörizmi ve şiddeti kınayan bir konuşma yaptı. Yahudilerin tarih boyunca yakılmaları ve uğradığı işkencelerden duyduğu üzüntüsünü de belirtmeyi unutmadı. Yanı sıra 1948’de oluşan büyük ulusal yaradan beridir Filistinli Mesih’in işgalcilerin darağacında asılı olduğunu, topraklarında özgür ve bağımsız yaşama hakkının gasp edildiğini, işgalcilerin her gün zulüm ve toplu katliamlar yaptığını da andı.

Bu tutum gerçekleri birbirine bağlıyor. Silahlı mücadele, işgalcilerin zulüm uygulamalarına ve bunu süreklileştirmelerine bir yanıt olarak geldi. İşgalciler çekilmeden, yerleşim merkezleri sökülmeden, Filistin halkının meşru hukuku olan başkenti Kudüs olarak, 4 Haziran 1967 sınırları içinde kendi egemenliğinde devletini kurmadan, 194 no’lu karar gereği mülteci halkın sorunu çözülmeden (ki bu kararlara tüm Arap zirveleri onay vermiştir, sonuncu olarak Arap Barış Girişimi 2002 Martında buna dahildir) silahlı mücadeleyi durdurmak mümkün değildir. Filistin-İsrail çatışması askeri yoldan çözülmeyecekse de bunu doğrulaması için İsrail tarafının yayılmacı, katliamcı politikalardan vazgeçmesi, güvenlik birimlerini de çekmesi gerekiyor.

“Yol Haritası’’ planı dengeli değildir, çünkü yükümlülüklerin uygulanmasında da ardı ardına politikasını (karşılıklılık politikasını değil) temel almıştır. Filistin tarafından istenen (dikkat çekilmesi gereken epeyce noktayı geride bırakarak belirtiyorum ki) güvenlikle ilgili zorluyorum, zincirleme adımların atılması iken, İsrail tarafından istenen Filistin tarafının uygulamalarını izleyişi, yardımcı olması.

Bu durum, İsrail’in düşman ama hakim olarak tanınmasını, ardından da koşulların İsrailli aşırı sağcı partilerin eline teslim edilmesidir. Böylece İsrail’in yapması gerekenlerden muaf tutulduğunu görürüz. Bunlara haritanın pratiği için öngörülen ve içeriğiyle tam uyumsuzluk arzeden üç yıllık zaman sınırlamasını eklersek, ki bunlar da üç aşamada çözülecek deniyor, o zaman bu haritaya da şimdiden Oslo yolunu izlemek düşüyor diyebiliriz. Bilindiği gibi Oslo süreci Mayıs 1999’da çıkmaz sokağa girmişti. Silahlı mücadele ve direniş uluslararası kararlara yaptırım gücü sağlayacak koşulların yaratılmasına yeniden bir yanıt olarak doğdu.

Mülteciler sorununun çözümüne ilişkin, üçüncü aşamanın metin içeriğinden alıntı yapıyoruz: “Mülteciler konusunda iki tarafın isteklerine yanıt veren çözüm, adil, bütünlüklü ve objektif olmalıdır’’ Tam da burada Amerikan yönetiminin bu metini İsrailli anlayışça kavradığını açıkça görüyoruz ki (Yahudi devleti olarak İsrail’in güvenliğine itinalı davranmalıyız) açıklamasını Akabe zirvesinden sonra yapan Bush bunu da dönüş hakkının Yahudiler öncülüğündeki İsrail’in güvenliğini doğrudan tehlikeye atacağını, dolayısıyla mümkün olmayacağını (ki bu açıklama kendisinden önce de Şaron tarafından yapılmıştı) belirtti. Harita, dönüş hakkının üstünü çizmekle kalmıyor, uygulamalara geçiş için bu hakkın reddine dair teyit istemeyi şart koşuyor. Bundan başka 1,5 milyonluk nüfusumuzu Celil, Sahil ve Nekap çölü arasındaki üçgene sıkıştırıyor. Atalarının ve kendilerinin olan bu topraklarda Yahudi devlet İsrail’in güvenliği için tehlikelere maruz bıraktırılıyor ve geleceğin karanlık transfer planlarına teslim ediyor. Amerika’nın bu tutumu İsrail’e ilişkin duyduğu korkuların özetidir, yapmak istediği de uluslararası onaylı hukukumuzu korsanca kullanmasıdır. Yoksa 1949 yılından beri ortaya konmuş Filistinli mültecilerin kendi topraklarına dönüş ve yaşam hakkını güvenceleyen 194 no’lu karar açıkça bu derecede çiğnenemezdi. Çıldırtıcı olan da dünyada demokrasinin havarisi kesilen bu gücün tüm kuvvetini ırkçı İsrail devletinin varlığı ve devamı için kullanmasıdır. Yalnızca bu açıklamaları yapmakla kalmıyor, bunun getirdiği yükümlülükleri de koruyor.

Harita planında yerleşim merkezleri, sınır ve Kudüs, 2004-2005 yılında girilecek üçüncü aşamanın görüşme maddeleri haline dönüştürülüyor. Bizce tehlikeli olan da budur! Çünkü uluslararası planda kabul edilmiş hiçbir ilkeyi içermiyor, dayanak noktası yapmıyor. Hangi ilke mi? 5 Haziran 1967’de İsrail’in işgal ettiği topraklardan tam çekilmesini isteyen ilke! 1967 4 Haziran topraklarına dönülmesini karara bağlayan ilke! Yol haritası küçük adımlarla politika yapma siyasetine geri dönüşü ifade ediyor. Önceden denenmiş Oslo ittifakı zaten bitişini küçük ayrıntılarda boğuşurcasına görüşmelere dayanmaktan dolayı göstermiş ve dibe vurmuştu.

Yerleşim Birimleri Konusundaki Görüşlerimizi Açıklamaya Başlayabiliriz

Yerleşim birimleri Batı Şeria’daki topraklarımızda yüzde 7, Gazze’deki topraklarımızda yüzde 33’e tekabül ediyor. 2002 yılı İçişleri Bakanlığı raporuna bu merkezlerde yaşayan toplam 220 bin yerleşimci var. İşgal altındaki Filistin topraklarında toplam 205 sivil yerleşim birimi var. Bunlardan 16 tanesi Kudüs’te, 14 tanesi Gazze’de, gerisi Batı Şeria’da inşa edilmiştir. (Önemli açıklama: Batı Şeria’nın yüzde 7’sini İsrail büyük Kudüs’e bağlamış durumda ve buradan ne çekilmeyi ne de görüşmelerde konuşmayı kabul ediyor. Böylece eski Kudüs’le olan sınırını yüzde 20 oranında artırmış durumda. Yanı sıra işgalciler 1948 topraklarının bitişiğindeki topraklardan da yüzde 2-3’üne orada duvar örmek için el koymuşlardı. Duvarın örülmesi bitmemesine, yarım kalmış olmasına rağmen buradan da geri çekilmeyi reddediyorlar. Böylece 2000 yılı Temmuz ayında Barak’ın yaptığı açıklamanın (“1967 yılında işgal edilen Filistin topraklarının yüzde 96’sından geri çekileceğiz”) büyük bir yalan olduğu da ortaya çıktı. Zaten o döneme ait Camp David buluşmaları da bir sonuç vermemişti.

Terörist Şaron hükümetinin düzensiz kurulmuş bazı yerleşim birimlerinin söküleceğini açıklaması gözlerimize serpilen bir avuç kumdan başka bir şeyi ifade etmemektedir. Asıl tehlike bu alanlarda yasal veya yasadışı yerleşim merkezleri ve geleceğinin ne olacağına dair işgalci iktidarın Filistin topraklarında yasal yetkileri varmış gibi açıklama da konumlanmasıdır. Sahip olmadığı topraklardaki efendi, paşadır. Yerleşim birimlerinin sökülmesi ilkeli kararı görmezden gelinip sorunu görüşme maddesine çevirdiler. İşgalci güçlerin bütünlüklü geri çekilmesi göz ardı edildi. Oysaki bunların varlığı sürdükçe bize vaat edilen devlete coğrafi olarak kavuşmak mümkün değildir.

Yol Haritası’na Şaron’dan Rahmet Kurşunu

İsrail hükümetinin 15 Mayıs 2003 tarihli onay beyanı da aldatıcıdır. İsrailliler haritaya içerdiği açıklıktan dolayı onaylamıyorlar, aksine onlar Başbakan Şaron’un beyanı olan 23 Mayıs2003 tarihli İsrail’in Yol Haritası’ndaki sınırlı bazı adımların atılacağını kabul ettiler. Keza ABD’den aynı gün çıkarılan bildiride aynı içerikteydi. Çünkü aynı beyanda ABD şunları öngörüyordu: Planın uygulanması esnasında ABD İsrail’e sorun yaratacak konuların giderilmesi üzerine söz veriyordu. Bilinen gerçek böylece açıkça ortaya çıkıyordu ki İsrail’in plan üzerine çekinceleri öz olarak yol haritasını pratik uygulamada yıpratıcı yöne sürükledi.

Çekincelerin (Onarılması-İyileştirilmesi Gereken) En Önemlileri:

Filistin tarafı intihar eylemlerine hemen son verecek, sadece sivillere karşı olanları değil, bütünlüklü olarak hatta ‘67 topraklarında yapılanlara da son verecek, direnişin alt yapısının yıkılması, ki bu da İsrail ordusunun bu süre zarfında çalışmalarına hiçbir şart koşulmadan isteniyor. Keza planda tarih sınırlamasının da olmamasından dolayı iki taraf üstüne düşenleri yaparsa, pratik uygulamada böylece devam ederek gelişir. Planın uygulama sürecinde gözetimci statüko sadece ABD’ye ait, dörtlü komiteye değil. Filistin tarafı da böylece “geçici’’ devletine varmayı beklerken silah bırakacak, İsrail’in bir Yahudi devleti olduğunu tanıyacak. Durum bu anlamda bize şunu dayatıyor: Dönüş hakkının unutulması yoluyla taviz vermek, Arapları bekleyen karanlık bir gelecekte yeşil ışığın yakılmasını beklemek. Plan güya öz itibarıyla 248 ve 338 no’lu Güvenlik Konseyi kararlarını esas almıştı, ama ne buna ne de Suudi Arabistan’ın barış sağlama girişimine hiç de önem verilmedi.

Aynı süre içinde de işgalci ordu güvenliğini bahane ederek yayıldıkça yayıldı. Tüm bu gerçekleri şimdi sunulan planla ilişkilendirme- ye çalışırsak, İsrail'in iyileştirilmesi için koyduğu çekincelerin nedenleri bir kez daha net olarak ortaya çıkar. İsrail, şartlandırmaları aslında planı batırmak için koyuyor. Asıl amaç, küçük adımların kontrollü atılacağı politikaya dönmektir. Planı derece derece “Mitsel Raporu” ve öncesinde “Tinet” planında olduğu gibi geriye iterek, uygulanması mümkün olmayan bir rapor haline getirerek rafa kaldırmaktır.

Başkan Bush’un İsraillilerin yükümlülükleri konusunda Akabe zirvesinde verdiği teminatlar da Filistinliler için havada bulut olarak kaldı. İsrail tarafına ne gibi baskılar yapılmalı önerileri beklenirken söylevinin içeriğinde kaybolan vaatlerde bulundu. Kardeşimiz Ebu Mesin (Mahmut Abbas) aynı günkü beyanatta Filistinlilere değil, tüm Araplara ve ülkelerine İsrail ile ilişkilerinde intifada öncesi koşullara dönmeyi ve bunu yeni başlangıç noktası yapmayı, yaptırım olarak dayatıyor. Araplardan çok taraflı olarak, İsrail'de intifada öncesi var olan ticaret, büro ve temsilciliklerini açması isteniyor. Bu yükümlülüklerin yaptırım gücü İsrail’in lehine olacağından, onlar da üçüncü aşamaya geçiş için bunu şantaj olarak kullanabilecekler. İsrail’in hanesine saf kazanç sağlayacak bu yaptırımlarla, Filistin halkının aleyhine aynı süreçte terörizm ve savaş suçlarını işlemeye devam etmesini de sağlayacak ve kolaylaştıracaktır.

“Yol Haritası” uluslararası bir konferans yapılmasından da bahsediyor. Ancak bu konferansı herhangi meşru bir yasal esasa, kaynağa dayandırılmıyor.

Üçüncü aşamaya bağlı görüşme maddeleri hâlâ karanlık ve muğlak. Son aşamaya geçişi dörtlü komitenin tarafların pratiği hakkındaki izlenimlerinden sonra “hükmüne” bağlayarak, ikinci uluslararası konferansın tarihini de 2004 yılı başlarına atıyor. Görevini ittifaka taraf olan kesimlerin, İsrail ve Filistinlilerin “sürekli durum” sorunlarını görüşmelere açıyor, “geçici devlet” sınırlarını belirlemekle sınırlıyor. Aynı zamanda bu görüşmelerin devamını, sağlanacak istikrarın sürekliliği şartına bağlıyor. Güvenlik alanında çevredeki bazı Arap ülkeleriyle yardımlaşma adıyla atılan adımların yanı sıra İsrail’le faal ilişkiye geçmelerini koşulluyor.

Plan, BM 242, 338 ve 1397 no’lu kararlarına söylemle dokunarak nokta koyuyor. 1948’de ülkelerinden kovulan Filistinlilere geri dönüş hakkını tanıyan 194 no’lu BM kararını ise tamamen görmezden geliyor.

“Yol Haritası” planı hakkında söyleyeceklerimiz şimdilik bu kadarla sınırlı kalıyor. Ki tam da burada Filistin tarafını yanlışlığa düşüren yanılgı da aydınlanıyor. İsrail tarafına yontulmuş, revize edilmiş yanlılığı, Filistinlilerin içişlerine müdahale edebilmelerine de yol açan tehlikelerine rağmen, Filistin tarafı kayıtsız şartsız bu plana onay vermiştir.

Filistin tarafı, başarısızlığı defalarca denenmiş, sınanmış ittifaklar politikasına adeta sürüklenerek ve sadece onay vermek için bu defa da bu plana sokuldu.

Bir kez daha belirtmek gerekirse, Filistin tarafının yapması gereken kendi bileşenlerinden, katılımcı tarafların eşit derecede sorumlu olacağı ortak bir çerçeve içinde kurulacak “Filistin Planı”dır. Direnişin ve intifadanın kesin sürdürülmesinin yanı sıra, bu mücadeleyi dengeli görüşmeler yapma arayışından, yani bu seçenekten de ayrı tutmaksızın sürdürülmesi gerekir inancındayım.

*Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi Genel Başkanı

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi