Emperyalist Savaşa Hayır Kahrolsun ABD Emperyalizmi

ABD emperyalizmi bir kez daha Ortadoğu’yu kan ve ateşe boğmaya hazırlanıyor. Sürdürülen girişimlerden ve yapılan açıklamalardan emperyalist müdahale kararının kesinleştiği anlaşılıyor. Irak’a emperyalist ABD işgaline yönelik askeri, siyasi, diplomatik trafik alabildiğine hız kazandı. Savaşa adım adım yaklaşılıyor. Müdahalenin zamanı ABD’nin gerekli hazırlıkları tamamlamasına bağlı. ABD bu konuda hummalı bir çalışma yürütüyor. Katar, B.A.E, Bahreyn, Kuveyt’te yeni üsler inşa ediyor; var olanları savaş ihtiyaçlarına göre yeniden düzenliyor. Türkiye ile birlikte G. Kürdistan’da askeri varlığını güçlendiriyor. Buradaki havaalanlarını kullanılır hale getiriyor.

MOSSAD tarafından kurulduğu iddia edilen Debka adlı internet sitesinin haberine göre, ABD’nin Irak’a müdahale planlarında yer alan Bomerni Havaalanı, 8 Ağustos Perşembe günü düzenlenen bir operasyonla kısa süreli bir çarpışmadan sonra ele geçirildi. Türk-Amerikan-İngiliz uçakları desteğindeki bir helikopterle bölgeye giren Türk komandoları, Havaalanını savunan Irak zırhlı birliğini yenilgiye uğrattılar. Amerikan özel birlikleri de Türk komandolarına destek verdiler. YNK lideri Talabani bir gün önce, 7 Ağustos’ta aynı yönde açıklamalarda bulunmuştu. Türk genelkurmayı bu yöndeki haberleri yalanlasa da bölgedeki keşif birliğinde 5 binden fazla asker bulunduğu birçok kaynak tarafından iddia ediliyor. Bazı kaynaklar sayıyı 15 bine kadar çıkartıyor. Türk devletinin savaş karşısındaki pozisyonunun daha sonra ele alacağımız için şimdilik geçiyoruz.

ABD savaş hazırlıklarını yoğunlaştırırken birçok ülkeden karşı sesler de yükselmeye başladı. “Bush’un fino köpeği” Blair’i dışta tutarsak, AB ülkeleri Irak’a ABD müdahalesine karşı olduklarını açıkladılar. Almanya Başbakanı Schröder seçim kampanyasını bütünüyle Irak savaşı aleyhtarlığı üzerine oturttu. Rusya, Çin, Japonya gibi devletler de müdahale karşıtı açıklamalar yaptılar. S. Arabistan ve Ürdün de müdahale karşıtı olduğunu ilan etti. ABD’nin Irak’a karşı işgal girişiminde yalnız kalması kimi çevrelerde ABD’nin tek başına savaşı göze alamayacağı yorumlarına yol açtı.

Oysa ABD, daha önce dört kez Irak’ta darbe tezgahlamış, bir kez de ayaklanma başlatma girişiminde bulunmuş, hiçbirinde başarıya ulaşamamıştı. Bu kez doğrudan askeri işgali gündemine almış bulunuyor. İleri sürülen savaş senaryolarına göre ABD, yoğun hava bombardımanı, 200-300 bin kişilik kara ordusu harekâtı ve Irak Ulusal Kongresi içinde örgütlenmiş CIA denetimindeki muhaliflerin kuzeyde cepheyi zorlaması ile Bağdat’ı ele geçirecek. Yine senaryoya göre İngilizler ABD ile ortak, Türkiye ise lojistik-istihbari ve bir kısım askeri kuvvet desteği ile harekâta katılacak. Bu plan çerçevesinde “Iraklı muhalif gruplar” ABD’de bir araya getirildi. Türkiye ile ABD arasında savaş eksenli gizli-açık trafik yoğunlaştı.

ABD tek başına kalsa da Irak’a saldırma kararlılığını her defasında dile getiriyor. Diğer emperyalist ülkelerin ve kimi Ortadoğu devletlerinin karşı çıkmaları ABD’yi kararından vazgeçirmesi beklenmemelidir. Çünkü savaş ve emperyalist ilhak, bazılarının dediği gibi ne Bush’un yeniden seçilme kaygısının bir sonucu ne de yönetimdeki bazı şahinlerin gözü dönmüş şiddet severliğinin ürünüdür. Bu düpedüz itici gücü tekellerin ekonomik çıkarları olan, eşitsiz gelişme yasasının yol açtığı şiddetli rekabetten beslenen, kapitalizmin emperyalizm çağında dünyanın tekeller arasında yeniden ve yeniden bölüşülmesi zorunluluğunun bir sonucudur. ABD’nin “Irak takıntısının” anti-Saddamcılıkla hiçbir ilgisi yok. “Demokratik Irak” için mücadele ise kocaman bir palavradan ibaret. Lenin’in dediği gibi, “Emperyalizm, her yere, özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren mali sermayenin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilimin sonucu ise şöyle olmaktadır: Siyasal rejim ne olursa olsun, her planda gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıklarının aşırı şekilde yoğunlaşması.”

Neden Ortadoğu?

Kapitalist üretimde petrolün bir enerji kaynağı olarak kullanılmasından bu yana, zengin petrol kaynaklarına sahip Ortadoğu, 20. yy’nin başından beri neredeyse hiç bitmeyen savaşlara, kargaşalıklara sahne oldu. Emperyalist güçler Ortadoğu üzerinde hakimiyet kurmak için savaş dahil her türlü araca defalarca başvurdu.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi Fransa ve İngiltere gizli bir anlaşmayla Osmanlı topraklarını bölüşme kararı aldılar. Sykes-Picot adıyla anılan bu plan 1920 San Remo ve başkaca bir dizi antlaşmaya resmileşti. Bölgenin ulusal özelliklerini hiçbir biçimde dikkate almayan, neredeyse bütünüyle petrol kuyularına göre çizilen sınırlarla uydu devletler yaratıldı. Bu paylaşım sonucu Lübnan ve Suriye Fransa’ya; Irak, Ürdün ve Filistin de İngiltere’ye geçiyordu. Arabistan yarımadasındaki topraklar da Osmanlı’ya karşı şeyhlerin ayaklanması örgütlenerek İngiliz nüfuzuna girdi.

O sırada bölge esasen İngiltere’nin denetimindeydi.

İran ve Arabistan yarı-sömürge; Irak, Ürdün, Filistin, Kıbrıs, Mısır, Sudan, Yemen ve Umman sömürge statüsünde İngiltere’nin hegemonyası altındaydı. Bölgede petrol üreten konsorsiyumun dörtte üç hissesi İngiltere’ye aitti.

Ekim Devrimi ve ikinci paylaşım savaşından sonra hızla yükselen ulusal kurtuluş mücadeleleri Ortadoğu’daki emperyalist egemenliği önemli ölçüde sarstı.

Emperyalistler arası hegemonya mücadelesi de dengeleri bir hayli değiştirdi.

ABD birinci paylaşım savaşından sonra bölgeye girmek için girişimlerde bulundu.

Bu yöndeki faaliyetleri sonucu S. Arabistan, İran ve Bahreyn’den önemli petrol ayrıcalıkları kopardı. 1938’de Ortadoğu’da üretilen petrolde Amerikan payı yüzde 13.9’ken 1948’de yüzde 55.2’ye çıkmıştı.

İkinci paylaşım savaşının ardından Japonya, Almanya ve İtalya emperyalist rekabetten düştü. İngiltere ise büyük egemen güç değildi artık. İki büyük güç SSCB ve ABD karşı karşıya kalmıştı.

Beklenenin aksine SSCB dize geleceğine Avrupa’nın yarısı da kapitalizmden koptu. Hindistan bağımsızlığını kazandı. Çin’de devrim gerçekleşti.

Sosyalizm ve devrim tehdidi savaş sonrası emperyalizmin en büyük korkulu rüyası oldu. Politikalarını belirleyen bu korkuydu. Buna bağlı olarak ABD, Almanya ve Japonya’da yeniden kapitalizmi inşa etmek için yoğun sermaye akışına girişti. Türkiye ve Yunanistan ABD denetimine alındı. ABD, savaş (Kore) ve askeri işgal (Vietnam) yoluyla dünya üzerindeki hakimiyetini gerçekleştirmeye yöneldi.

Ortadoğu politikası da Sovyetleri bölgeden uzak tutmak, ulusal kurtuluş hareketlerini bastırmak, İsrail devletini güçlendirerek bölge üzerinde hegemonyasını geliştirmek, askeri ve siyasi olarak alana nüfuz etmek ve tüm bunlarla birlikte petrol üretimi ve dağıtımı üzerinde tekelci hakimiyet kurmak hedeflerine bağlı olarak şekilleniyordu.

1953’de İran’da Musaddık hükümetine karşı CIA’nın örgütlediği bir darbe gerçekleşti. 1957’de Eisenhower doktrinine göre “uluslararası komünizmin saldırısı ya da dolaylı saldırısı” halinde ABD müdahale edebilecekti. Türkiye, Pakistan, Lübnan, Ürdün, Irak, Afganistan, Tunus, Fas, Libya, S. Arabistan doktrini kabul ettiklerini açıkladılar. Doktrinin bir maddesine bağlı olarak ABD 1957’de Ürdün’deki halk ayaklanmasına müdahale etti. 1968’de aynı gerekçeyle Lübnan’ı işgal etti.

Ortadoğu petrollerinin dünya pazarındaki payı ‘40’lı yıllarda 500 milyon tondan,’60’lı yılların sonunda 2.200 milyon tona çıkmıştı. Petrol üzerindeki hakimiyet aynı zamanda petrol gelirlerinin (petro-dolar) emperyalist merkezlere sermaye akışına da hizmet ediyordu. 1973-81 döneminde OPEC’in elde ettiği 400 milyar doların yüzde 80’i emperyalist ülkelerin banka ve şirketlerine yatırıldığı tahmin ediliyor. Bir başka açıklamaya göre 1989 yılında Arapların yurtdışı bankalarda bloke ettikleri miktar 670 milyar doları geçmekteydi.

Petrol üreticisi ülkelerin çoğunun ekonomileri petrol gelirlerine bağlıdır. Bu bağımlılık BAE (Birleşik Arap Emirlikleri)’de % 60, Irak’ta % 99, S. Arabistan’da % 86, Kuveyt’te % 8, İran ve Katar’da % 91 oranındadır. Tablo Ortadoğu’nun emperyalist ülkeler için iştah açıcı bir meta pazarı olduğu gerçeğini de ortaya koyuyor. Bu ülkeler tüketim maddelerinin neredeyse tamamını ithal etmek zorunda kalıyor.

Ortadoğu’nun sürekli bir çatışma coğrafyası olması silah tekelleri için bölgeyi vazgeçilmez kılıyor. Bazı kaynaklara göre, 1970 ile 80 yılları arasında Arap ülkeleri petrolden 2 trilyon 400 milyar dolar gelir elde ettiler. Bu rakamın 155 milyar doları doğrudan silah alımına, 1 trilyon doları da dolaylı savunma harcamalarına gitti.

ABD Ne Yapmak İstiyor?

ABD dünya üzerindeki en büyük emperyalist güçtür. Fakat ABD 1960’larda ulaştığı düzeyden bir hayli gerilere düştü. ABD ‘60’larda dünya GSMH’sının üçte birini sağlıyordu. ‘70’lerde de bu oran dörtte bire indi. Yapılan tahminlere göre 2010-20’lerde oran yüzde 10-20 seviyesine düşecek. Keza, 1955’ten 1980’e değin makine aletleri üretimi yüzde 40,5’den yüzde 11,34’e, bu alandaki dış satım yüzde 23’ten yüzde 5’lere gerilemiş.

Reagan yönetimiyle birlikte ABD ekonomisinin daha fazla militarizasyonu yönünde adımlar atıldı. ‘83’ten bu yana askeri harcamalara her yıl ortalama 300 milyar dolar aktarıldı. General Electric, Tenneco, General Dynamics, Mc Donnel Douglas, Royhean gibi büyük silah tekelleri Pentagon’un siparişleriyle devasa karlar elde ediyorlar.

Petrol üzerinde hakimiyet ve savaş sanayi ABD’nin giderek keskinleşen emperyalist rekabeti ve dünya üzerindeki süper güç olma konumunu sürdürebilmesi için vazgeçilmez iki unsur haline gelmiş bulunuyor.

Yapılan hesaplamalara göre 2020’de dünyanın, Körfez bölgesindeki petrole bağımlılığı iki kat artmış olacak. Halihazırda Çin, Japonya ve diğer Güney Asya ülkeleri petrol ihtiyacının büyük bölümünü Ortadoğu’dan ithal ediyor. Avrupa ülkeleri de petrol ihtiyaçlarını önemli ölçüde Körfez’den sağlıyor.

ABD Afganistan’a yerleşerek Hazar petrollerini güvenceye aldı. Venezuella’da da darbe girişimiyle burayı da denetime almak istedi. Körfez bu bakımdan çok daha önemli bir bölge.

Irak’ın 112 milyar varillik petrol rezervi var. Kuyular modernleştirildiğinde bu rezervin 220 milyar varilin üstüne çıkacağı tahmin ediliyor. En büyük petrol rezervine sahip olan S. Arabistan’ın 265 milyar varillik rezervi dikkate alındığında Irak’ın önemi daha iyi anlaşılır.

ABD Irak’a yönelik emperyalist müdahaleyle petrol üzerinde doğrudan hakimiyet kurmak, savaş sanayisiyle ekonomiyi canlandırmak, Irak’taki askeri yığınağı ile bölgeyi bütünüyle denetimine almak istiyor. Irak’ın askeri işgal yoluyla ele geçirilmesi bir sonuç değil, çok daha kanlı çarpışmaların ve kargaşalıkların yeni bir başlangıcı olacak.

Başlangıç olacak çünkü, diğer emperyalist güçler ve bölgedeki bu çapta bir Amerikan hakimiyetinin kendi sonlarını hazırlayacağını farkeden bölge devletleri güçleri oranında karşı hamlelere girişmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacak. Daha şimdiden başta Almanya olmak üzere İngiltere dışındaki AB ülkeleri, İran, S. Arabistan, Ürdün ve Suriye, ABD müdahalesine karşı olduklarını yüksek sesle haykırıyor. S. Arabistan ve Ürdün, topraklarını Irak’a müdahale için kullandırmayacaklarını açıkladılar.

Buna karşın ne AB devletlerinin, Çin ve Rusya’nın ne de bölge ülkelerinin müdahale karşıtı girişimlerinin ABD’yi kararından vazgeçirmesi çok zor.

Richard Perle, “Size garanti veriyorum, eğer biz terörizme karşı kendimizi korumak için müttefiklerimizin istekleri arasında bir seçim yapmak durumunda kalırsak, biz kendimizi terörizme karşı tek başına koruyacağız” sözün anlamı açık: Emperyalist çıkarlarımız için her şeyi yapmaya hazırız. Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz’in şu açıklaması da aynı anlama geliyor. “Farklı müttefikler farklı görevler içindir. Batı savunma ittifakı yeni çağda yeni olanaklarla karşılaşmakta. Beklemek için zaman yok.”

ABD terörizmi bahane ediyor. Gerçekte en büyük terörist, en büyük zalim ABD değil mi? Öncesi bir yana son 50 yıllık geçmişinde işgaller, bombalamalar, darbeler, katliamlar, komplolar, işkence okulları, uyuşturucu ticareti ve daha binbir türlü kanlı, kirli olayın birinci derecede aktörü bu en büyük emperyalist devlet değil mi? Irak terörist bir devletse, o Irak İran’la savaşırken onu destekleyen, silaha boğan; Saddam, 5000 Kürdü Halepçe’de kimyasal silahlarla vahşice katlederken, sessizce geçiştiren ABD değil mi? Terörizmin gerekçesinin palavra olduğu herkesin malumu. Asıl neden ABD’nin dünya modern sömürge tekelini ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenleme, hakimiyetini pekiştirme, kendisine karşı çıkan herkesi ezme, dünya halklarına korku salma ve rakiplerine gözdağı vermektir. Bu yalnızca bölgede değil, çok da uzak olmayan bir süreçte dünyanın topyekün savaşa tutulmasına yol açacaktır. ABD, Irak sert bir direniş gösterdiğinde nükleer silah kullanmaktan da çekinmeyecektir. Dünyanın nükleer bir cehenneme dönüşmesi olasılığı her zamankinden daha güçlüdür. ABD’nin Irak’a müdahalesi Irak’la başlayıp biten bir süreç olmayacaktır.

Belki yakın dönemde ABD’nin müdahalesini diğer emperyalistler sineye çekecek ama ABD’yi alt etmek için her yolu denemeyi göze alacaklardır. Bu bir niyet sorunu değil, emperyalist kapitalizmin doğası gereğidir.

Türkiye Savasın Neresinde?

Türkiye daha şimdiden savaşın içinde. Özellikle Güney Kürdistan’da ABD ile birlikte yoğun hazırlıklar yapıyor. Bölgedeki askeri varlığını artırıyor. Sınıra yeni askeri birlikler kaydırıyor. Sınıra yakın bir bölgede çok sayıda helikopterin büyük çaplı askeri sevki- yat yapmasına uygun yeni yerler inşa ediyor.

Türk devleti İsrail’le birlikte ABD’nin stratejik müttefiki, “müttefiklik” en uç anlamda uşaklık anlamına geliyor. Ekonomik ve mali olarak emperyalizme özellikle ABD emperyalizmine bütünüyle muhtaç düşmüş bir devletin askeri olarak bağımsız hareket etmesi düşünülemez. Yönetememe krizinin yarattığı süreğen istikrarsızlık da bağımlılığı derinleştiren faktörlerden biri.

Türkiye’nin, ABD’nin Irak’a yönelik saldırı girişimine bazı itirazları yok değil. Saddam’lı ya da Saddam’sız “Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasını istemiyor. Savaşın sonunda olası bir Kürt devletinin korkusuyla yatıp kalkıyor. TC de ABD’nin “Kürt devletini yakın dönemde tercih etmeyeceğini biliyor. Buna karşın Irak’ta federatif bir oluşumun bile uzun dönemde Kürt devletine sıçrayacağını hesaplıyor. Çelişki buradan kaynaklanıyor. Diğer bir pazarlık noktası Türkmenler. Türkmenlerin, Kürtler ve Asurilerden sonra üçüncü bir azınlık olarak kabul edilmesini istiyor ve onlar üzerinden garantörlük talep ediyor. Bunların dışında askeri borçların silinmesi ve yeni ekonomik kredilerin açılması da pazarlık konusu.

ABD’nin savaşta yalnız kalması Türk devletinin pazarlık gücünü artırıyor. Bu nedenle bir yandan sıkı pazarlıklar yürütülürken bir yandan da ABD’nin gizli açık siyasi operasyonları sürüyor. DSP’nin bölünmesi en çarpıcı örnek.

YAŞ kararlarıyla Aytaç Yalman’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesi de kimi çevrelerce savaşa hazırlık olarak değerlendirildi.

ABD, Türkiye’yi savaşa dahil etmek için bütün kozlarını oynayacaktır. Bunun için ekonomik, mali, askeri ve siyasi etkisini kullanacaktır. O nedenle Türk devleti içinde çıkan çatlak seslerin susturulması için önümüzdeki dönem bir dizi siyasi ayak oyunu ve örtülü operasyonların olması muhtemeldir.

George Soros Türk devleti ile Amerika ilişkisini şu çarpıcı sözlerle ifade etmişti. “Türkiye’ye kredi açıyoruz, bizim için askerlik yapmalarından daha doğal ne olabilir.” Ya da bir başka Amerikalı’nın “Türkiye’nin tek ihraç kaynağı güvenliktir” demesi de yeterince açık.

Elbette Irak savaşı, Afganistan, Somali, Kosova, Bosna savaşlarında olduğu gibi kolayca karar verilecek bir mesele değil. Türkiye için sonuçları ağır olabilir. Bu yalnızca Kürt sorunu nedeniyle değil ABD’nin uzun vadeli bölge planları da Türk egemen sınıflarını tedirgin ediyor. Çünkü savaşın nasıl bir seyir izleyeceği ve savaş sonrası tablo oldukça belirsiz. Savaşa ABD ile birlikte aktif katılmış bir Türkiye’de, ABD’nin Ortadoğu’daki petroller üzerinde bu derece kesin bir hakimiyet kurmasını istemeyen AB devletlerinin de bir dizi örtülü operasyona girişme olasılığı da gözönünde bulundurulmalı.

Bütün bunlara karşın ABD’nin tehditleri ve mali vaadleri, özellikle Musul-Kerkük petrollerinden pay verme teklifleri ve bağımlılık ilişkilerinin düzeyi karşısında Türk devletinin ABD’nin savaş planlarına dahil olacağı neredeyse kesin. Başta da belirtildiği gibi bu yönde hazırlıklar bütün hızıyla sürüyor. Kaldı ki ABD ile birlikte Irak’a girme yanlısı güçlü bir Amerikancı eğilimin devlet içindeki varlığı da bilinen bir gerçek.

Türkiye Halkları Var Güçleriyle Savaşa Karşı Çıkmalıdır

Türk egemen sınıfları ABD’nin yanında Ortadoğu savaş batağına adım adım giriyor. Bunun Ortadoğu ve Türkiye halkları için büyük acılar, kayıplar ve yıkım getireceği ortada.

Ortadoğu’da kanlı diktatörlükler, gerici rejimlerin egemenlikleri altında bulundurdukları halklara zulüm uyguladıkları kimse tarafından inkar edilmiyor. Ne var ki bu rejimlerin yaratıcısı, destekçisi dün olduğu gibi bugün de emperyalizmdir.

Emperyalist kanlı müdahaleler yoluyla halkların özgürlüklerine kavuşması mümkün değil. Eski rejimler yerine ABD emperyalizminin yeni stratejilerine uygun yeni devletler, yeni rejimler organize edilecek. Ortadoğu eskisinden daha berbat bir savaş cehennemine dönecek. Ve bu savaş kızışan emperyalist rekabet nedeniyle dünyanın birçok bölgesine sıçrama potansiyeli taşıyor. Bu nedenledir ki Irak’a yönelik emperyalist savaş tehditleri boşa çıkarmak halkların çıkarınadır. Ve bu önümüzdeki dönem antiemperyalist mücadelenin en temel konusudur.

Emperyalist savaşa karşı çıkmak aynı zamanda emperyalizmin uşağı devletlere karşı bir özgürlük mücadelesidir. Çünkü savaş siyasi gericiliğin ayyuka çıkması ile atbaşı yürür. Savaş ortamı, olduğu kadarıyla dahi, hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılmasının fırsatını yaratır.

Savaş karşıtı antiemperyalist platformlar yaratmak, bu platformlarda yer almak, emperyalist savaş aleyhtarı ajitasyonu yükseltmek, egemenlerin emperyalizm uşaklığını ve halklara düşmanlığını deşifre etmek, buradan emperyalist savaş karşıtlığını özgürlük ve devrim mücadelesiyle birleştirmek, kapitalizmin savaşları kaçınılmaz kıldığı ve dünya barışının ancak sosyalizmle geleceğini propaganda etmek günün devrimci görevidir.

Yalnızca coğrafyamızda değil bütün Ortadoğu coğrafyasında ve dünya çapında antiemperyalist savaş aleyhtarı örgütlenmelerin kuruluşunu desteklemek ve olabildiği her yerde içinde yer almak günün enternasyonalist devrimci görevidir. Olanakları zorlayarak hiç değilse coğrafyamıza yakın bölgede ortak platformlar yaratmak ve eşzamanlı eylemler gerçekleştirmek de halkların antiemperyalist savaş bilincini ve enternasyonalist dayanışmayı güçlendirecektir.

Gerici Saddam diktatörlüğüne karşı olmak Amerikan müdahalesini hiçbir koşulda haklı kılmaz. Amerikan saldırganlığına karşı her halükarda Irak halkının yanında olduğumuzu haykırmalıyız.

Ortadoğu sorunu emperyalist müdahaleyle çözülemez. Ortadoğu, Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı mücadelesiyle çözülür. Ortadoğu halklarının kurtuluşu emperyalizme ve her türlü gericiliğe karşı devrimci başkaldırıyla olanaklıdır.

Kürt ulusundan emekçilere savaşa karşı örgütlenme ve mücadele etme konusunda özel bir görev düşüyor. Çünkü Güney’in Kürt aşiret ağaları ABD’nin safında emperyalizm vurucu askeri olmaya hazırlanıyorlar. Kürtlerin devlet özlemini ABD emperyalizminin uşaklığına malzeme yapıyorlar. Güney’in Kürt aşiret ve şeyhlerinin kendi egemenlikleri ve çıkarları uğruna, dün olduğu gibi gelecekte de Kürdistan meselesini emperyalizmin siyasi manevralarına alet edeceği bellidir. Kuzey Kürdistan’daki aşiret ve beylerinin ve kimi burjuva unsurların da Amerikan emperyalist müdahalesine alkış tutması beklenmelidir.

KADEK’in bu konuda tutarsız, kararsız ve hatta yer yer Amerikan müdahalesini destekler açıklamaları 15 yıllık devrimci mücadeleden sonra büyük bir talihsizliktir. Emperyalizme bel bağlayarak kurtuluşun gelmeyeceği, olsa bile bunun ezilenler için bir kurtuluş değil, çok daha büyük acıların başlangıcı olacağı, yüzlerce deneyle kanıtlanmıştır. O nedenle KADEK ve HADEP’in emperyalist savaşa karşı antiemperyalist mücadeleye çekilmesi ve Kürt halk yığınları içinde savaşa karşı özel bir ajitasyon yürütülmesi büyük bir öneme sahiptir.

Savaşa Karşı Mücadelenin Hedefi Ne Olmalıdır?

Sömürgeci faşist devletin ABD emperyalizminin saflarında savaşa dahil olmasını engellemek öncelikli hedef olmalıdır. Bu mümkün mü? Irak’a yönelik Amerikan saldırı planı yalnızca coğrafyamızda değil, dünyanın hemen her yanında haksız bir müdahale olarak algılanmaktadır. Halkların geçmiş tecrübeleri ve bugün içinden geçtiğimiz süreçte ABD emperyalizmine karşı belirli bir düzeyde bilince sahip olduğu, Afganistan’a asker yollanmasına ezici çoğunluğun muhalefet etmesiyle açığa çıkmıştı. Hemen yanı- başımızdaki Irak’a müdahalenin halklarımızı savaş cehenneminin orta yerine süreceği de ortadadır. Geçmiş yılların antiemperyalist mücadelesinin yarattığı bilinç, Filistin halkıyla dayanışma eylemleri halklarımızın Irak’a emperyalist müdahaleye karşı örgütlenme olanaklarının yüksek olduğunu gösteriyor.

Emperyalist savaşa karşı aktif mücadele bu konuda titrek ve kararsız olanları da etkileyecektir. Türk devletinin savaştaki rolü ABD için bir hayli önem taşıyor. Bu nedenle savaş karşıtı mücadele Türk devleti ile ezilenler arasındaki çelişkiyi keskinleştirecek, mücadelenin boyutuna bağlı olarak devrimci savaşın koşulları büyütecektir.

Türk devletinin savaşa katılmasının engellenmesi, halklarımızın antiemperyalist mücadele bilincini ve deneyimini yükseltecek, moral ve motivasyonunu artıracak demokratik örgütlenme isteğini ve devrimcilerin etkinliği oranında devrim saflarında birikmesini hızlandıracaktır. Bu aynı zamanda Ortadoğu halklarına da büyük bir moral destek olacaktır.

Bu hedefe bağlı olarak mücadelenin ortaya çıkardığı görev, bütün olanakları en iyi biçimde değerlendirerek ezilenlerin devletle olan çelişkisini antiemperyalist savaş mücadelesiyle derinleştirmek, savaş karşıtlığıyla, birleşmiş ezilenlerin öfkesini sömürgeci faşist diktatörlüğe yönelterek devrimci savaşı örgütlemek, antikapitalist bilinci ve sosyalizm özlemini büyütmektir.

İkinci hedef bölgesel örgütlenmelerle antiemperyalist enternasyonalist dayanışmayı örmek, ABD müdahalesine karşı ortak savaşım olanaklarını zorlamak ve halkların antiemperyalist basıncıyla ABD müdanesini boşa çıkarmaktır. Bugünün şartlarında henüz hiçbir ortak örgütlenme deneyiminin olmadığı durumda müdahaleyi boşa çıkarmak bir hayal olarak görülebilir. Ne var ki müdahaleyi halkların antiemperyalist savaşımından başka engelleyecek kuvvet de yoktur. Komünistler bütün olanakları zorlayarak halkların antiemperyalist dayanışmasını örgütlemeye çalışmalıdırlar. Bu aynı zamanda gelecekte kurulacak çok daha güçlü devrimci enternasyonalist örgütlenmelerin oluşturulması yolunda deneyim sağlayacaktır. Yine bu hedefe bağlı olarak uluslararası düzeyde savaş aleyhtarı birlikler örgütleme ya da kurulu örgütlere katılma ve aktif çalışma görevi de komünistlerin önünde durmaktadır.

Emperyalist savaşa hayır!

Amerikan askeri olmayacağız!

Yaşasın ezilen halkların antiemperyalist mücadelesi ve ezilenlerin enternasyonalist dayanışması! Irak halklarının yanındayız!

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi