Sayı 47 / Mart-Nisan 2021

Faşizme karşı mücadele bilincinin tıpkı mücadelenin kendisi gibi dengesiz, eşitsiz ve sıçramalı geliştiği rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Antifaşist mücadelenin kentlerdeki seyri ve keza değişik sınıf ve tabakaların, değişik toplumsal kesimlerin antifaşist mücadeleye katılımı bakımından bunun sağlaması kolaylıkla yapılabilir. Boğaziçi gençliğinin ulaştığı antifaşist bilinç ve eylemli duruşu ise “sıçramalı” gelişimin çarpıcı bir örneğini sunar. Faşist şefin kayyum atayarak öğrenci gençlik ve akademinin özgürlüğüne saldırısı burada katalizör işlevi gördü.

Parti için gelişiminin sorunlarına, süreçlerine, imkânlarına ve risklerine hâkim olmak; gelişimini yönetebilmenin, “devrimci kendiliğindencilik”ten sakınabilmenin ve kendi tarihine hükmedebilmenin koşuludur. Parti, var oluşu ve gelişiminin belirli bütün anlarının genel çerçevesini ve içinden geçmekte olduğu kritik süreçlerin sorunlarını çözümlemeli, kavramalı, sürecin yönünü ve hareket tarzının esasını tayin edebilmelidir.

Gökhan Güneş’in kaçırılmasına ve kaybedilmek istenmesine karşı yürütülen sonuç alıcı mücadele faşist şeflik rejiminin kaçırma-kaybetme politikasını çok güçlü biçimde teşhir etti ve onu suçüstü yakalayarak gerçek bir politik yanıt verdi. Değişik dönemlerde ve sayısız örneklerde görüldüğü gibi Türk burjuva devletinin sömürgeci-tek tipçi kodlarında kaybetme politikası vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin daha kurulma sürecinde 15’lerin Karadeniz’de katledilmesi, Osmanlı Sosyalist Fırkası lideri Hüseyin Hilmi Bey, İttihatçı muhalif Ali Şükrü Bey ve Sabahattin Ali’nin, 12 Eylül faşist askeri darbesi döneminde Hayrettin Eren ve Cemil Kırbayır’ın, 1990’larda Hüseyin Toraman, Hasan Ocak ve Ayşenur Şimşek’in kaybedilmesi, Kürdistan devrimcilerinin asit kuyularında yok edilmesi, 2015’den sonra Hürmüz Diril, Fetullah Gülen Cemaati ile ilişkili olmakla suçlanan Hüseyin Küçüközyiğit ve son olarak Gökhan Güneş’in kaçırılması, bunun bir devlet geleneği olduğunu ve devletin ihtiyaç duyduğu her dönem kullandığı temel bir politika olarak uygulandığını gösteriyor.

Kapitalizmin dünyasal ölçekte derinleşerek süren iktisadi, siyasal ve ideolojik krizi Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın içsel gerilimleri ile buluşarak faşist şeflik rejimini içinden çıkamayacağı bir girdaba sürükledi. İçinde debelendiği iktisadi, siyasal ve ideolojik krizden çıkışı ufukta göremeyen faşist rejim; en ertelenemez ‘beka’ sorununu çözmeye yöneldi. Özellikle son beş yıldır bitirici darbeyi vuracak balyozu elinde tutan işçi sınıfı ve Kürt halkının, kadınların ve LGBTİ+’ların, gençliğin politik özgürlük mücadelesini ezme, ezilenlerin öncü kuvvetlerinin iradesini kırarak etkisiz hale getirme göreviyle ilgileniyor. Ne Gezi Ayaklanması ne de 7 Haziran yenilgisi faşist şefin aklından çıkıyor. Katliam, işkence, gözaltı, tutuklama, fişleme, faşist yasak, yalan ve demagoji yoluyla beş yıldır işçi sınıfı ve ezilenleri; öncülerini yıldırmaya, faşizmin mezarını kazan elleri kırmaya çalışıyor.

Koronavirüs salgını bütün bir yıl boyunca sürdü. Burjuvazi ve devletleri, bu süreci gerek iktisadi gerekse siyasi bakımdan işçi sınıfı ve ezilenler aleyhine ama tekeller ile iktidarlarının lehine acımasızca kullandıkları için, salgın süreci aynı zamanda koronavirüs krizine dönüştü. Kapitalizmin yarattığı koronavirüs salgını koşullarında, kara dayalı sağlık sisteminin iflası, sağlık emekçilerinin ölümün ağzına atılmaları, tekellere halkın sırtından trilyonlarca dolar boca edilmesi, işçi sınıfının ücretli izinden mahrum bırakılarak ölüm tehlikesine atılması; özel aşı şirketlerinin yüz milyarlarca dolar kazanarak salgını azami kar için kullanmaları; burjuva iktidarların bunları yapmakla yetinmeyip durumu kullanarak baskı ve yasak yasalarını hızla çıkarmaları vb. bu krizin öne çıkan somut belirtileri ve karakteristik özellikleri oldu.

21. yüzyılda dünyanın dört bir köşesinde dört koldan kadın cinsinin; öfkesini büyüten, isyanını örgütleyen ve erkek egemen sistemin kadın düşmanı politikalarını engelleyen kolektif bir güç var: Kadın hareketi. Polonya’da kürtaj hakkı için kilisenin dinci gericiliğine geri adım attıranlardan Şili’de diktatörlük kalıntısı yasalara geçit vermeyen kadınlara, İran’da beyaz tülbentlerini şeriat kanunlarının önünde isyan bayrağına çevirenlerden Rojava’da elinde silah emperyalist barbarlığa ve işbirlikçilerine karşı savaşanlara, kadınlar; “Artık yeter” demekle kalmıyor, bundan sonra yeni dünyanın nasıl olacağını da haber veriyor; kimi zaman dans ederek, kimi zaman sokakları ateşe vererek, kimi zamanda bir devrimle cins özgürlükçü toplumsal yaşamı inşa ederek. Hepsinin ortak bir paydası var: 21. yüzyılı, erkek egemenliği ve insanlık tarihinin gidişatının değiştiği dönüm noktası yapmak.

Son dönemdeki ABD-AB ve Türkiye arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin önümüzdeki dönemde nasıl bir seyir izleyeceğini değerlendirebilmek için her üç tarafın bölgesel ve küresel çıkarlarına ve bu çıkarlar temelinde karşılıklı yaptırım gücüne bakmak gerekir. Aynı zamanda her üç taraf arasındaki ilişkilerin seyrini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyebilecek uluslararası güçler dengesindeki değişimi de göz önünde tutmak gerekir.

Karl Marks'ın L. Bonaparte'ın On Sekiz Brumaire’i adlı kitabı yine Marks'ın Fransa'da Sınıf Savaşları ve Fransa'da İç Savaş adlı kitaplarıyla birlikte anılır. Üç kitap boyunca Marks, yakından izlediği Fransa’daki politik mücadeleden hareketle deneyimleri soyutlayarak bir sistem analizi yapmıştır. Neden Fransa ile bunca yakından ilgilendiğini Avrupa tarihine bakarak anlayabiliriz. Burjuva devrimlerin en şiddetlisi Fransa’da yaşandı. İngiltere devrimsiz biçimde o yılları geçirdi. Prusya’daki geçiş daha ‘dengeci’ bir modelle gerçekleşti. Fransa’da ise bu tür geçişkenlikler yoktu. Hesaplaşmalar kanlıydı. Marks 1830’dan 1870’li yıllara kadar Fransa siyasetine tanıklık etti ancak o dönemde de taşlar yerine oturmuş değildi. Akmakta, şekillenmekte olan çelişkili-çatışmalı bir evreye dair değerlendirmeleri bu nedenle de harikuladedir.

Narendra Modi liderliğindeki BJP (Hindistan Halk Partisi) hükümetinin açık bir çoğunluk ile iktidara dönmesinin üzerinden iki yıldan kısa bir süre geçti. Hükümet, bu süre içerisinde, birbirinden ayrı ama eşit derecede tarihi öneme sahip iki farkı kitle hareketiyle uğraşmak zorunda kaldı. Bunlardan ilki, 2019'un Aralık ayında Yeni Delhi’nin Shaheen Bagh Mahallesi’nde başlayan ulusal nitelikte bir hareketti. Hareketin hedefinde ayrımcı vatandaşlık yasaları ve polis baskısı yer alıyordu. İkincisi ise, 26-27 Kasım 2020 tarihlerinde gerçekleşen işçi grevi ve çiftçi yürüyüşüydü. Bu hareket kapsamında yaklaşık 250 milyon işçi greve çıktı ve yine yaklaşık 300 bin kişi hükümetin işçi ve çiftçi karşıtı politikalarını protesto etmek için Delhi'ye yürüdü.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi