Cumhuriyet ve Hristiyan, Yahudi, Êzidî Halklarımız

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yenilen Osmanlı’nın ilhakı altındaki topraklar galip emperyalist devletler tarafından bölüşüldü, Anadolu ve Trakya’da da bazı alanlar işgal edildi. Emperyalist devletler işgalleri kendi askeri birlikleriyle gerçekleştirirlerken bir bölümünün işgalini de Yunanistan Krallığı’na yaptırdı. İstanbul’u işgal atında tutan İngiltere Yunanistan ordusuna işgal iznini verme ve yönetmede baskın rol oynadı. İtalyan emperyalistlerinin Ege’ye işgalini genişletme isteğini geri çevirmek için Yunanistan ordusunun Ege bölgesine çıkarma yapmasına, Edirne’ye girmesine ve işgaline izin verdi.

Kemalistler Pontuslulara soykırımı sürdürdü

Emperyalist işgale karşı savaş, coğrafi olarak en büyük bölümü işgal eden Yunanistan ordusuna karşı Anadolu’nun Batı’sında verildi.

Karadeniz’in Pontus bölgesinde Rumcanın Romeika lehçesini konuşan ve MÖ 400 yıllarından beri bir Helen kolonisi olarak Karadeniz kıyılarına yerleşen Pontus’lu Rumlar yaşıyordu. Daha doğrusu Pontus Krallığı’nın yöneticileri Helen egemenleriydi. Hristiyanlığın benimsenmesinden sonra dini etkiyle de ama daha gelişkin siyasi yetenekleri, ekonomik-kültürel gücü sayesinde yerel halkları -Laz, Gürcü ve daha eski kadim halkları- Hristiyanlığı benimsemiş diğer halkları da asimile ettiler.

Sonraki dönemde bölge önce Roma ve daha sonra Osmanlı’nın egemenliği altına girdi.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı koşullarında silah altına çağrılmaya karşı Batı Pontus halkı tedbirli davrandı. Ermeni amele taburlarının maruz bırakıldıkları katliamları bilen Batı (Trabzon’un batısından başlayıp Ordu’yu kapsayan bölge) Pontus halkı, eşraf ve Metropolit’in yönlendiriciliğinde amele asker olarak esaret altına alınmayı reddederken, bir bölümü çeteler kurarak dağlık alanlara çıktı.

Trabzon ve Gümüşhane’yi kapsayan Doğu Pontus’ta ise Trabzon Metropoliti Hrisantos Flippidis, Osmanlı yönetimiyle uzlaşma çizgisinde hak arayışındaydı, bu kez Türk burjuvazisiyle aynı politikasını sürdürdü. İttihat Terakki’nin eli silah tutan Hristiyan Rumları amele taburlarında toplama politikasıyla uzlaşmasıyla bu bölgedeki Pontuslu amele taburlarının başka yere sürülmeden yerelde çalıştırılmaları tavizini aldı.

Fakat daha 1915’te İTC hükümetinin yetkilileri, Balkan göçmenlerinin köylerine yerleştirilmelerine karşı çıkan Rum köylüleri, köylerini çeteler vasıtasıyla ateşe vermeye başladı. 

İTC iktidarı, savaşın 2. yılında 9 Kasım 1916’da, Emeni tehcirinden 1 yıl sonra felaketleri anlaşılmaya başlamışken bu kez Pontus halkına sürgün kararı çıkardı. 16 Kasım’da karar bölgeye ulaştı ve uygulamaya kondu. İTC ve Teşkilat-ı Mahsusa yöneticisi Bahattin Şakir bölgeye geldi ve sistemli biçimde Ordu, Sinop, Samsun, Giresun ve ilçelerini kapsayan bölgede büyük çaplı olarak tehciri uyguladı. Pontus halkının sürgünü Karadeniz’den iç Karadeniz ve Sivas’a, Ankara’ya doğruydu. Sürgünler sırasında yollarda ve götürüldükleri bölgelerde hastalıklardan ölenler oldu. Ayrıca sürgünler sırasında Türklerden oluşturulan çetelerin saldırılarında da öldürülenler oldu. Fakat Ermeni halkımızın uğradığı soykırımın düzeyine vardırılamadı.

Bunda 18 Nisan 1916’dan itibaren Çarlık ordusunun Trabzon’u işgal edip elinde tutuyor olmasının da rolü vardı.

Yine de İTC’nin iktidarı altında öldürülen ve yollarda ölen Pontusluların sayısı “Pontus Merkez Birliğinin 1922 yılında Atina’da hesapladığı istatistiklere dayanarak” belirttiğine göre,  232.556”dır.1

Dağa çıkanların içinde en etkili olanlar Vasili usta -sonrasında Dimitrios Haralambis- liderliğindeki silahlı gruplar Batı Pontus’ta bu tarihten itibaren daha aktif hale geldi. Vasili ustanın silahlı gruplarının sayısı artarak büyüdü. Sürgünlere ve çetelerin Rumları öldürmelerine karşı misillemelere giriştiler. İTC iktidarının ordu birlikleri ve Topal Osman çeteleri yeniden Batı Pontus’ta saldırılarını yoğunlaştırınca Pontus Rumlarının direnişi sona erdirildi ve Vasili usta Çarlık ordusunun işgalindeki Trabzon’a çekildi.

Osmanlı İmparatorluğu İTC liderliğinde savaşta yenilince savaşın galiplerinden İngiliz emperyalizmi, İtalya’nın İzmir’i işgalini önlemek için kendi himayesinde Yunan ordusunun İzmir işgaline izin verdi. Pontus bölgesi için ise, Doğu Pontusluların talep ettiği bağımsızlığı kabul etmedi. Kurulacak Ermenistan devleti içinde yalnızca özerklik öngörmekle yetindi. Venezilos da, başlattığı İzmir işgalini genişleterek Ege bölgesini ilhak peşinde koştu, Doğu Pontusluların bağımsızlık talebi dile getirerek yürütmeye başladığı mücadeleden oyalama ve savaştığı Ankara hükümetini zayıflatmak için yararlandı. Emperyalistlerin Ermenistan içinde özerklik önerisini destekledi.

İstanbul hükümeti, Türk çetelerinin Pontus halkına saldırılarını işgalci İngiltere’yi bahane edip işgal gerçekleştirmesin hesabıyla Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Samsun’a gönderdi. Üstelik bunu “huzur ve düzen” i sağlamak için İstanbul işgalcisi İngiliz yetkilisinden vize alarak gönderdi yaptı.

Mustafa Kemal ve arkadaşları bu imkanı işgali kaldırmak amacıyla örgütlenme yapmak için kullandı. 19 Mayıs Samsun’a çıkış öyküsü böyle başladı.

M. Kemal ve arkadaşları, tehcire ve öldürmelere karşı ortaya çıkmış Pontus silahlı gruplarını bastırmak için Topal Osman dâhil İttihatçı çeteleri Pontuslulara karşı kullanmakla işe başladı. Aynı zamanda savaşta Osmanlı/İTC’nin yenilgisiyle sürgünlerin geri dönmeleri ve topraklarını geri almalarına karşı Türk ve Müslüman köylüler de çetelere kısmen destek verdi.

Kemalistlerin politikası daha işgale karşı savaşı başlatmadan Pontuslulardan başlayarak, azınlık halkların talep ve direnişlerini ve olası direniş tehlikesini ezmek içeriğine sahipti. Bu, onların Türk-Müslüman burjuvazinin, işgal koşulları varken bile içte alt sınıflar ile ezilen ulus/ulusal topluluklar karşısında iktidar tekelini güvencelemek ve halk sınıflarına/halklara demokrasi tanımayan karşıdevrimci çizgisinden kaynaklanıyordu. İttifak içinde oldukları feodal eşrafın çıkarı da bu politikayı gerektiriyordu.

Ek olarak Kemalist kadroların İttihat Terakki’den ve emperyalist savaşın kurmay subaylığından gelen egemen sınıf alışkanlıkları, ezilenlere karşı karşıdevrimci duyarlılık ve deneyimleri vardı.

Kemalistler hemen baştan itibaren bu deneyimlerine de dayanarak işçi sınıfının temsilcisi komünistlere, ezilen uluslardan Pontuslulara ve Koçgiri Kürtlerine ve işgale karşı örgütlü direnişteki Çerkez Ethem kuvvetlerine karşı -işgalden kurtuluşun öncülüğüne aday olabileceği veya iktidara ortak olabileceği kaygısıyla- saldırıya geçti.

M. Kemal, Samsun’a gelir gelmez Pontuslulara karşı saldırıyı Topal Osman çeteleriyle, savaş ve soykırım suçlusu İttihatçılarla birlikte, ordu birlikleri ve Sakallı Nurettin paşaya kurdurduğu Merkez Ordusu aracılığıyla başlattı.

İttihatçıların, Amele taburlarında toplama, kitlesel sürgün, çetelerle ve Teşkilatı Mahsusacılarla köyleri yakma ve köylüleri öldürme, ordu birlikleriyle saldırı yöntemleriyle başlattıkları soykırımı, M. Kemal de devam ettirdi. Önce Topal Osman ve eski İttihatçıların örgütlediği çetelerle, Rumların silahlı gruplarına ve sivil halka saldırdı. Ardından 9 Aralık 1920’de çıkardığı kararnameyle Sakallı Nurettin komutasında Merkez Ordusu’nu kurdu. Fakat Merkez Ordusu 1921’in ilk aylarında Koçgiri Kürtlerini ezmekle daha çok meşgul olduğu için Doğu Pontus’ta ancak o yılın ikinci yarısında etkili askeri saldırılarını yoğunlaştırabildi.

M. Kemal, o yıl önce Pontus Rum halkından eli silah tutabileceklere yönelik tehcir kararı aldırttı ve Merkez Ordusu’na uygulatması için 23 Haziran 1921’de Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a talimat verdirdi:

Bakanlar Kurulu eli silah tutan Rumların Karadeniz kıyısından uzaklaştırılmasına karar vermiştir; bu karar uygulamaya konulmak üzere size hemen bildirilecektir. Rumların çeteciliğe katılmak üzere dağılmalarını önlemek için gereken önlemleri almanızı rica ederim.2

Bir süre sonra da eli silah tutanların dışında kalanlar, kadın ve çocuklar da sürgüne tabi tutuldu. Karar, Müslüman eşrafın protestosuyla karşılaşınca bir kaç ay uygulanamaz ama Yunan ordusunun Eskişehir işgaliyle Eylül ayında uygulanır.

Kitlesel sürgün pratikte gerçekleştirildi ve Kemalistlerce kitlesel katliamlar başlatıldı.

Yerasimos, çok ihtiyatlıca sorunu ele almasına rağmen, kafilelerde, her birinde bini ve yüzleri aşan katliamları ele alır. 3

Ayrıca biri katliamları gerçekleştiren Kemalist, diğeri Bolşevik komutan iki tanıktan reddedilemez kanıt olarak aktarmak gerçeğe kesinlik kazandırır:

BMM’de gizli celsede yaptığı acımasız katliamları siviller açısından soruşturulan Sakallı Nurettin övünerek itiraf eder:

Fikrimizce, memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır. Bu yüzden erkeklerle aynı şeyi yaptık. Çocuklarından da ayırmadık.4

O tarihte Kemalistlere altın yardımı getirerek görüşmelerde bulunan Kızıl Ordu komutanlarından Frunze’nin tehcire ve tehcirdeki ölümlere ilişkin izlenimleri uygulanan dehşeti gözler önüne seriyor: Samsun, Sinop ve Amasya’da yaşayan 200 bin Rum’dan yalnızca dağlarda dolaşan birkaç çete kaldı. Yaşlılar, kadınlar ve çocukların hemen hepsi ülkenin başka yerlerine, Diyarbakır, Harput, Konya bölgelerine göç ettiler. Bunlar öyle bir zamanda ve öylesine yokluk içinde gittiler ki, yeni yerlerinde yoksulluk ve kölelik hayatı yaşayan, sürünen bütün bu kitleden birkaç bin kişinin bile sağ kalmadığını söylemek mümkün!”5

Sürgün yerlerinde ve yurtlarında sağ kalan Pontusluları, Kemalistler Yunan Hükümeti ile anlaşma yaparak, 1923 yılında mübadeleye tabi tutarak sorunu “hallettiler”!

Pontus Rumları arasında hâkim olan siyasi başlıca iki eğilim vardı. Samsun/Amasya Metropoliti Ghermanos, ayrılma yanlısı ve Yunanistan burjuvazisiyle sıkı bağ içinde olmayı öngören bir çizgi izliyordu. Burjuva liberal eğilimi temsil ediyordu.

Trabzon Metropoliti Hrisantos ise, daha dini bir çizgide ve eski Bizans geleneğinin devamını yaşatma çizgisinde Osmanlı, İttihat Terakki ve Kemalistlerle uzlaşma yanlısıydı.

Ticaretle, madencilikle manifaktürle uğraşan burjuva kesim var olmasına, eğitimli küçük burjuvazi bir hayli gelişkin olmasına rağmen, yine de din görevlilerinin siyasi ve ideolojik etkisi hâkimdi.

Halkın İttihatçılar döneminde de, Kemalistler döneminde de, sürgünlere ve katliamlara karşı silahlanarak dağlık alanlara çıkan kesimi bağımsızlıkçı eğilim taşımasına ve görece bağımsız hareket etmesine rağmen, Doğu Pontus’taki Amasya Metropolit Ghermanos Karavangelis ve eşrafın etkisi altındaydı.

Doğrudan bağımsız devlet talebini dile getiren bir kesim vardı. Bağımsızlık talebini deklere etmek için, tüccar olan ve eski Giresun Belediye başkanının oğlu K. Konstantinidis Marsilya’da kongre toplamak istedi. Fakat bu talebi en çok savunan Pontusluların bulunduğu Atina’dakiler gelemeyince, bulundukları Atina’da topladıkları kongre ile deklere ettiler.

4 Şubat 1918'de Marsilya'ya gelemeyen Pontuslular, katılmaksızın toplanan kongrede Troçki’ye hitaben bir mektup gönderilerek Sinop'un doğusunda bağımsız bir devlet talebi iletildi. Bu mektup müttefikler ve Fransa tarafından iyi karşılanmadı.”6

Konstantin Kostantinidis, Çarlık Rusyası’nda Bolşevikler tarafından program edinilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) ilkesinin Pontuslular için de uygulanması ve bağımsız Pontus devletinin kurulmasını talep etti.

Hatta Troçki’ye mektup yazarak kararın Bolşevik yönetim tarafından da tanınmasını ve Trabzon’un Türklere verilmemesini  istedi. Fakat Konstantinidis ve bu karara katılan diaspora Pontusluları, ne

Pontus gerillalarını ne de köylü halkı etkileyecek bağlara ve örgütlülüğe sahipti. Bu nedenle de  kağıt üzerinde kalan bir karar oldu. Bolşevikler’den de çağrıya yanıt gelmedi.

Temel Demirer Pontus direnişçilerine ilişkin şu aktarmayı yapıyor: “Türkiye’deki resmi tarihçilerin verdiği sayıya göre, 1918-1923 kesitinde Pontos dağlarının tümünde toplam 25 bin partizan bulunurken; bunların yarısı kadındı.”7

Pontus direnişçileri Doğu Pontus’taydılar ve nüfusa oranla nispeten güçlüydüler. Emperyalist devletlerin ve Yunanistan devletinin uzantısı değillerdi. İşgalciler, Yunan ordusunun işgalinin başarısı için Pontus direnişinin sürmesini istiyor ve yararlanıyorlardı. Metropolit Ghermanos bu amaçla gerillalarla görüşüyor ve destek de veriyordu.

Yunanistan ve başbakan Venezilos ile İngiliz emperyalizmi, bağımsız Pontus devletinden yana değillerdi. Bu nedenle Pontus gerilla direnişine askeri ve siyasi destek vermediler. Siyaseten Ermenistan içinde özerk Pontus bölgesini dile getirdiler. Ermenistan ve özerk Pontus siyasetini de, çıkarlarına yaradığı sürece dillendirdiler. Ama gerçekte böyle hedefleri de yoktu.

İki gücün de hedefi Yunanistan işgalinin zafer kazanması yoluyla, Ege Rumlarının yaşadığı bölgeleri Yunanistan’a ilhak ettirmek, İngilizlerin İstanbul işgalini sürdürebilmekti.

O koşullarda gerek işgale karşı savaşın sürmesi, gerekse Sovyetler Birliği’ne karşı İngiliz emperyalizminin Türk güçlerini yanına çekme isteği, Lozan Anlaşması’na yol açtı. Lozan’da Musul sorununun  konferansla/savaşsız çözümlenmesi kararı benimsenince, İngiliz emperyalizmi Türk burjuvazisiyle uzlaşmayı çıkarlarına daha uygun gördü. Sonuçta İngiliz emperyalistleri, Ermenistan, Kürdistan özerk bölgeleri ve Ermenistan özerkliği içinde özerk Pontus fikrini de elbette bir kenara bıraktı.

Sonuç olarak nispeten güçlü olmalarına rağmen Pontus direnişçileri, halkçı ve kararlı bir siyasi önderlikten yoksundu. Bu nedenle de, Metropolitlerin temsilciliğindeki eşrafın, tüccarların öncülüğün aşamadılar.  O çizgi de  emperyalistlerin ve Yunan burjuvazisinin oyalamalarını aşamadı.

Soykırımın ve yurdundan sürmenin adını koymak

Soykırımda öldürülenlerin sayısı üzerine tartışmak acı verici. Fakat tarihteki gerçeğin bilinmesi açısından gerekli. Öldürülen ve tehcir yollarında ölen ve öldürülen, idam edilen Pontusluların sayısına ilişkin ileri sürülenler bilgiler 70 bin ile 353 bin arasında değişiyor. Değişik yazarlarca farklı rakamlar veriliyor.

S. Yerasimos 65-70 bin arasında Pontuslunun öldüğünü belirtiyor. “Amasya İstiklal mahkemesin”nin “büyük bir gözdağı vermek” amacıyla “21 Eylül’de (1921-bn) Amasya'da 174'ü Rum 177 kişiye ölüm cezası vererek idam etti”ğini de belirtiyor.8

Tamer Çilingir Alexander Papadopoulus’tan aktararak İTC iktidarından 1921 Ekim’ine kadar 303 bin 238  Pontuslunun öldüğünü belirtiyor.9

Sait Çetinoğlu, Pontus Merkez Birliği’nin 1922 yılında Atina’da hesapladığı istatistiklere dayanarak, 1914 ile 1922 arası 232 bin 556, Birinci Dünya Savaşı döneminde olmak üzere toplam 303 bin 238 kişinin hayatını kaybettiğini ileri sürüyor. 1924 baharına kadar ise çoğunluğunu çocuk ve kadınların oluşturduğu 50 bin kişinin daha katledildiğini belirtiyor. Bunlara mübadele sırasında yaşanan insan kayıplarının  dahil olmadığını ekliyor.10

Temel Demirer ise 353 bin Rum’un acımasızca katledildiğini, “sadece Karadeniz’de 200 bine yakın Rum’un ‘mübadele’ adı altında sürgün edildiği”ni vurguluyor.11

Kemalistler, İttihat Terakki’nin başlattığı soykırımın ikinci yarısını tamamladı. 200 bini aşkın Pontusluyu İTC  katlettiyse, 100 bini aşkın Pontusluyu da Kemalistler katletti. 

Emperyalistler sınıfsal karakterleri gereği Lozan’da çıkarlarını esas aldı. Kemalistlerin önerdiği karşılıklı mübadeleyi onayladılar. Hristiyan halklara ulusal dillerinde eğitim görme ve ibadethanelerini kullanma ve koruma dışında başka bir hak verilmesini zorlamadılar. Üstelik  Rumlar ve Ermeniler açısından bunlar fiilen yalnızca İstanbul’da imkan dahiline girebildi, Pontus’ta hiç olmadı. Müslümanlaşmış Rumlar zaten büyük oranda Türkleştirileceklerdi. Hristiyanların sağ kalanları ise tümden mübadeleyle göç ettirildi.

İstanbul Rumları dışındakiler de mübadele ile göç ettirilirken aynı zamanda Kemalistlerin Sakallı Nurettin Paşa’yı memur ederek İzmir yangınıyla katliama da uğratıldılar. Sonuçta yalnızca İstanbul Rumları anadillerinde eğitimden yararlanacaklardı. Hristiyan Süryanilerin adı bile zikredilmedi, anadilinde eğitim fiilen ve yasal olarak yasaktı.

Lozan’da ad verilmeden diğer Müslüman ulus ve ulusal topluluklar için de dillerinde yayın yapabilecekleri söyleniyordu ama ne emperyalistler bu durumu kullanacaklardı ne de Kemalistler  bu maddenin uygulanmasına izin verecekti.

Pontus Direnişi Emperyalizmin ve Yunan Burjuvazisinin Uzantısı mıydı?

Kemalistler ve bilumum milliyetçiler, Pontusluların soykırıma uğratılmasına haklılık gerekçesi olarak bu tezi yükseltiyor.

Öncelikle vurgulayalım ki, İngiliz emperyalistlerinin Kemalistlerin direnişini zayıflatmak için  Pontusluların direnişinden yararlanmaya çalışmış olması, ne onların soykırımını haklı çıkarır ne de Pontusluların ulusal direnişini haksız kılar. Kaldı ki Pontusluların silahlanarak verdikleri direniş hiç bir zaman işgal kuvvetleriyle doğrudan birlik içinde olmamıştır.

Soykırıma uğrayan Ermeniler gibi onlar da emperyalistlerin kendilerini korumaları beklentisi taşımışlardır o kadar.

Lafta özerklik hakkını ileri sürerek veya Hristiyan halkları koruma çabası içinde görünerek, onların kendilerini koruma ve silahlı direnişle ulusal hakları için mücadelelerini, işgalini kolaylaştırmak  için yararlanmaya çalıştılar. Emperyalistler, Kemalistlerin işgale karşı öncülük ettiği direnişi yenilgiye uğratamayınca ve Kemalistleri SB’nin müttefikliğine itmemek için, Kemalistlerle uzlaştılar, Hristiyan halkların sözüm ona haklarını savunma ve koruma iddiasını bir yana bıraktılar.

Bu, ezilen ulusların ve Pontusluların emperyalist devletlerden soykırımı önlemeleri beklentisine  kapılmalarının bir kez daha ağır sonuçlarını gösterdi. Fakat Pontusluların soykırıma karşı ve ulusal hakları için direnişinin haklı ve demokratik içerikli olduğunu ortadan kaldırmaz. Lenin de bunu vurgular: “Nasıl ki, örneğin Latin ülkelerde olduğu gibi cumhuriyetçi sloganların halkın aldatılması ve mali soygun amacıyla burjuvazi tarafından kullanılması durumları, sosyal-demokratların cumhuriyetçiliklerinden vazgeçmeleri için bir neden olamazsa, aynı şekilde bir emperyalist devlete karşı ulusal kurtuluş savaşımından, bazı durumlarda bir başka "büyük" devlet tarafından aynı ölçüde emperyalist amaçları için yararlanılması hali de, sosyal-demokratların, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını reddetmelerine neden olamaz.”12

Nitekim TKP liderleri, Kemalistlerce öldürülmeden birkaç ay önce yazdıkları ve kuruluş kongresinde onaylattıkları programda, emperyalizmin yararlanma çabasına karşı da proletaryanın çözümünü kararlılıkla formüle ettiler: f) Dil ve kültür açısından her milletin tam hürriyetini temin eder ve bu itibarla bir veya diğer millete ait olan her türlü ayrıcalığı ortadan kaldırır.

(be) TKP hükümet teşkilatında muhtelif milletlere mensup işçi ve köylü şûrâlar cumhuriyeti oluşturulmasını kabul ve “özgür milletlerin özgür birliği” esasında olmak üzere federasyon usulünü tercih eder.13

Pontus halkı yüksek eğitim oranına ve aydınlarının görece geniş kesim oluşturmasına  rağmen  direnişini devrimci önderliğe kavuşturmayı başaramadı. Batı Pontuslular, binlerce gerilla çıkarmalarına, kadın direnişçilere  sahip olmalarına rağmen, Metropolit Ghermanos’un hegemonyasını çok aşamadı.

Batı Pontus’ta, Rus kuvvetlerinin gelmesiyle birlikte şehir yönetimini İttihatçı valinin “güveni” ile alan Hrisantos, Ekim Devrimi’yle Rus kuvvetleri çekilirken Batum merkezli kurulan Sovyetlerin benzerinin Trabzon’da kurulmasına katıldı. Ama bu devrimci değil, eşrafın ve din adamlarının yer aldığı, muhtemelen Gürcü Menşeviklerin hegemonyasındaki Gürcistan Sovyetlerinin benzeri kaba  bir örgütlenmeydi. Sonuçta dağıldı ve Doğu Pontusluları büyük mübadeleden kurtaramadı.

Katliamlar, tehcir ve mübadeleden kalan küçük çaplı nüfusa sahip Rum ve Ermeni halkımız Lozan Antlaşması’yla anadillerinde eğitim hakkını aldı. Ama özellikle tarih derslerinde Türk burjuva devletinin şovenist müfredatı ve denetimi sürekli oldu. Ne kendileri müfredatı belirleyebildi ne de örgün eğitimde kendilerine yapılan soykırım ve katliamları müfredata koyabildiler. Fiili hayatta hep Türk şovenizminin lincine maruz kalmaktan korktular ve müfredata kendilerine uygulanan tarihsel haksızlık ve zulmü koyamadılar.

Linç, Kovma ve Mülklere El Koyma Sürekliliği

M. Kemal İttihatçılar emperyalistler tarafından soykırımla suçlandıkları dönemde İttihatçılardan farklı olduğunu emperyalist dünyaya anlatmak için İttihatçılar “kötü şeyler yaptılar”, “felaket yaşattılar” diyen demeçler verdi. Bu nedenle Ermeni Soykırımı’nı doğrudan onaylayan demeçlerden kaçındı. Fakat katliam suçlularını, Malta sürgünleri ve diğer bazılarını kuracağı rejimde görevlendirerek zımni olarak İTC ve çizgisinin mirasçılığını göstermiş oldu. (Sonraki iktidarlar ise Talat ve Enver’e bile doğrudan sahip çıkarak, onların naaşını ülkeye getirip Şişli’de Hürriyet-i Ebediye tepesine onurlarına anıt dikerek, Ermenilere yaptıkları soykırıma resmen de sahip çıktılar. Perinçek ve HKP de sol ve sosyalizm adına soykırıma ve suçlularına sahip çıkan utanca battılar.) 

Fakat, M. Kemal Pontuslulara yapılan ve kendisinin devam ettirdiği soykırımı inkar etti. Nutuk’ta onları emperyalist işgalcilerin kolu olarak suçladığı gibi İzmir’den işgalci Yunan ordusu çekildikten sonra yine Sakallı Nurettin komutasında Rum ve Ermeni mahallelerini yok eden yangın ve linç ile sivil katliamı yaptırmaktan geri durmadı.

Lozan Antlaşması’ndaki Gökçeada otonomisini ne Kemalistler ne de sonraki hükümetler uyguladı.

Sonuçta Gökçeada’ya nüfus yerleştirerek Rum halkımızı baskı ve tehditle kovarak azınlığa düşürdüler. Esasen Hristiyan veya Müslüman diğer halkların adı verilmeksizin azınlık halkların  kendi dillerinde eğitim yapmaları da antlaşmada geçiyordu. Emperyalistler ve Kemalistler bunu zaten  kağıt üstünde kalsın diye koymuşlardı. Kemalistler uygulamadılar.

Hristiyan, Yahudi, Müslüman olmayan halkları lince uğratma ve kovma, mülkiyetlerini Türk burjuvalara devretme, Müslüman halkları Türkleştirme politikasına kararlılıkla devam ettirdiler.

Soykırıma uğratılan Ermeni ve Pontusluların, lince uğratılan ve kovulan Rumların malları, emval-i metruke olarak Türk ve Müslüman burjuvalarına ve eşrafına dağıtıldı.

İTC iktidarı soykırımı uygularken 26 Mayıs 1915’te tasfiye yasasını da çıkarıyor. Tehcir edilenlerin mallarının hazineye devredileceği ve satılanın karşılığının mal sandığına yatırılacağı, gelen muhacirlere dağıtılacağı hükümlerini kapsıyor. Yasa “geçici” kaydı düşüyor ama fiilen kalıcı  oluyor. Emperyalist savaşta yenilgi nedeniyle 8 Ocak 1920’de İstanbul hükümeti zararların telafisi  kararnamesi çıkarıyor, uygulanmıyor. Hatta bu kararname, 14 Eylül 1922’de Mecliste yürürlükten kaldırılıyor. Böylece mülkiyete el koyma yasal hale yeniden getiriliyor. 5 Nisan 1923’de 333 numaralı bu kanun tekrar görüşülüyor ve 8 Kasım 1988’e kadar yürürlükte kalıyor. (Nevzat Onaran’ın Emval-i Metruke başlıklı makale  ve kitapları konuyu belgeleriyle ele alıyor)

Rum halkı ve burjuvalarının mallarına da el konuyor hem de hiçbir yasası çıkarılmadan muhtemelen o yıllarda çıkartılan kararnameler yeterli görülerek yapılıyor bu.

Yahudi halkı başlangıçta hedef alınmamış, zaten sayıca çok daha küçük “tehlikesiz” bir azınlık olarak kapitalist gelişme için yararlanılmaya çalışılmış. 

Ama Kemalist burjuvazinin ırkçılığı teorize ettiği bir dönemde 1934’de Trakya linci ve sonrasında Varlık Vergisi yoluyla onlar da lincin ve mülklerini Türk burjuvazisinin eline geçiren devlet eliyle gasbın hedefi haline getirildi. Varlık Vergisi elbette Yahudi, Rum ve Ermenilerin elinden sermayeyi Türk burjuvazinin eline geçirmenin aracıydı. Devlet, ağır vergileriödemeyenleri Aşkale kamplarında  taş kırma angaryasına da tabi tuttu. Sermaye mülkiyetine Türk burjuvazisi el koyarken Hristiyan ve Yahudi halklarımız linçlerin ve tehdidin karşılığının “kaçmak” olduğu sonucunu çıkararak adım adım göç etti.

Menderes-Bayar diktatörlüğü 6-7 Eylül 1955 kanlı linciyle İstanbul Rumları ve Ermenilerini kovmaya girişti. Üstelik komünizm düşmanlığını sergileyerek örgütlediği katliam, linç ve malları yağmalamayı komünistlere yükleyen yargılama bile yaptı. Oysa dönemin askeri yetkililerinden Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül’ü çok iyi özetlemişti: 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi, Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı.”14

1960 darbesiyle yeniden koalisyonla iktidara gelen İnönü bu kez İstanbul Rumlarını Kıbrıs olaylarını bahane ederek yasa çıkarıp tehcir etti.

Menderes de İnönü de kovduklarının sermayelerine, mülklerine ve vakıf mallarına el koymayı ihmal etmedi.

Gerek İttihatçıların gerekse Kemalistler ve ardıllarının Müslüman olmayan burjuvaların mallarına el koymaya karşı devrimci hareketin tutumu, ideolojik uzlaşmayı içeriyordu. Analizlerde sanki Galata bankerleri ve çok küçük bir bölümü dışında kalan Müslüman olmayan burjuvalar yerli burjuvazi değilmiş fikri egemen haldeydi. Oysa onlar yerliydiler ve sadece Türk değillerdi. Dahası bugünkü devlet sınırları içinde kapitalizmin gelişmesini temsil ediyorlardı.

Kıbrıs işgali ve savaşı döneminde 1974’de bu kez Süryanilere Midyat’ta linç düzenlediler. Ezîdî halka ise tekil linç ve kovma sürekli uygulandı.

Artık Müslüman olmayan halklar çok küçük sayılarla ifade edilecek azınlıklar haline gelmişti. Artık ne özerklik ve ayrılma “tehlikesi” yaratabilirlerdi ne de şoven milliyetçi ve mukaddesatçı burjuva hükümetlerin, iktidarların karşısında devrimci ve demokratik önemli bir güç meydana getirebilirlerdi.

Fakat bu kez de emperyalist dünyanın hakim gücü ABD emperyalizminin komünizm ve halklara düşmanlığını geliştirme, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da gelişen devrimci mücadele ve  kitle mücadelelerine karşı, Türk ve Müslüman halkları Türkçü ve  İslamcı ideolojiyle zehirlemek, faşizmin ve gericiliğin kitle desteği, saldırgan gücü haline getirmek için, Alevileri ve Müslüman olmayan halkları düşman göstermeye ihtiyaç vardı. Bunu Türk burjuvazisinin hemen bütün klikleri milliyetçi, Türkçü ve İslamcı ideolojik biçimler altında sürekli yaptılar, maalesef başarılı da oldular.

Kürdistan devrimi gelişince bu kez öne alarak  Kürtlere düşmanlık, linç ve tehciri buna eklediler.

Sonuç olarak; Kemalistler  daha emperyalist işgale karşı mücadelenin başlangıcında Müslüman olmayan halklara karşı Türk burjuvazisinin şovenist saldırı çizgisini benimsemişlerdi. Diğer alanlardaki farklılıklarını bir yana bırakarak söyleyecek olursak bu İttihat Terakki’nin politikasıydı. Tabii ki Türk burjuvazisini bu kez de işgalden kurtaracakları alanın pazarının hakimi kılma amacından kaynaklanıyordu.

Bu nedenle Pontus halkına karşı soykırım, tehcir ve yurdundan kovma suçu işlediler. Tabii ki kadrolarını büyük oranda Osmanlı askeri bürokrasisinden -ki zaten bu bürokrasi İttihatçıların hegemonyasındaydı– devşirdiler. Gerek komünist liderleri ve Koçgiri Kürtlerini katlederken gerekse Pontus soykırımı ve tehcirinde İttihatçılara bağlı kalan Teşkilat-ı Mahsusa’cı ve diğer İttihatçılarla işbirliği yaptılar. Adeta İttihat Terakki’nin Pantürkist liderlerini, Pantürkizmde izlemediler  ama bugünkü devlet sınırları içinde kalan Müslüman olmayan halkların “kökünü kurutma” işini zaman bulamadıkları için tamamlayamadıklarını tamamlamaya giriştiler.

Cumhuriyet ilanına giderken Pontus soykırımı ve tehcirini tamamladılar.

Egemen sınıflarının ve onlar vasıtasıyla desteğini aldıkları Kürtlere ve Müslüman ulusal topluluklara ilişkin asimilasyoncu Türkleştirme politikasına sahiplerdi. “Barışçı” yolla ama zorunlu ve rızasına aykırı olarak tabii ki. Nitekim rıza göstermeyip direndikleri zaman ve yerde, Koçgiri Kürtlerine yaptıklarının daha vahşisini yapacaklardı, soykırımla boyun eğdireceklerdi.

Komünistlerden diğer halkçı ve ezilen sınıf siyasi temsilcilerine değin bütün halkçı muhalifleri henüz işgale karşı savaş süreci içinde ezdiler.

Bunlar Türk burjuvazinin iktidar tekelinin inşası ve uzun erimli güvencesi için homojen bir Türk ulusu yaratma politikasının değişik yüzleri ve işleriydi.

Bu politikanın ilk evresini başardıktan hemen sonra cumhuriyeti ilanları sadece kapitalist emperyalizmin çağdaş yapısıyla bütünleşmek için modernizmin bir gereği olmakla kalmadı. Kemalist kliğin ve Türk burjuvazisinin iktidar tekelinin de demir yumrukla ilanıydı ve demir yumruğu dış dünyaya modern bir yüzle örtmenin aracıydı.

Türk burjuvazisinin cumhuriyetinin değişik iktidarları, Müslüman olmayan halklarımızın üzerinde  aynı politikayı bu kez elbette Türk halkına şovenist ve İslamcı ideolojinin gözü dönük hale getirip zehrini içirmek ihtiyacı doğrultusunda uyguladı. Bunun için yeni Müslüman olmayanlara soykırım uygulamaya ihtiyaç yoktu. Çünkü yurtları elinden alınarak büyük çoğunluğu kovulmuştu. Soykırım yapacak seviyede Müslüman olmayan halk kalmamıştı. Linç ve ajitasyon, az sayıdaki Müslüman olmayan halklarımızı kovmaya da yetiyordu, Türk ve Müslüman inançtan halkı gericileştirmek, faşistleştirmek için de bu yeterliydi. Ezîdî halkımız dahil Müslüman olmayan halklarımıza bunlar da değişen şiddet dozlarında uygulandı. Bugün Erdoğan faşizmi Ayasofya ve “Müslüman mahallesi” gösterileriyle, “tek”li ajitasyonla, Rojava ve Kuzey Suriye işgalinde Müslüman olmayan halklara karşı IŞİD, El Nusral, ÖSO ve diğer İslamcı, Türkçü çetelerle katliamlara girişiyor. Bu yolla da içte linçleri ve saldırganlığı kışkırtmaya devam ediyor.

Türk burjuvazisi için, tam asimile edemediği, özerklik vaadini de tutmadığı için en azından yurtsever Kürt aydınları ile Kürt egemenlerinin bazı bölüklerinin hoşnutsuzluğunu ve direnişi soykırıma varan saldırılarla ezmek istedi. Bu süreç devam ederken Müslüman olmayan halklara karşı ajitasyon, linç ve kovma kampanyalarını sürdürdü. Buna Kürtleri de ekledi, hedef haline getirdi.

Müslüman olmayan halklar artık çok az sayıdaki azınlık topluluklar olması nedeniyle öldürme işini  tek tek öldürme biçiminde şovenizmi yükseltme ihtiyacı çok yüksek ise başvuruyorlar.

Bu ihtiyaç daha çok da ‘60-80 arası yükselen komünist ve devrimci hareketi ezmek, bugün ise  Kürt özgürlük mücadelesini ezmek için ortaya çıkıyor. 

Cumhuriyet yüz yıl boyunca Müslüman olmayan halklarımız için demokrasi ve ulusal hakların gasbı, linç, katlim ve şovenist histeriyi kışkırtmak anlamına geldi.

Yüzyıllık süreç bir kez daha kanıtladı ki sosyalizmin proletarya enternasyonalizmi halkları ulusal ve inançsal özgürlük içinde bir arada tutabilir.

 

Notlar

1 https://yakindoguyazilari.com/sait-cetinoglu-yazi-pontos-bagimsizlik-hareketi-ve-pontos-soykirimi/

2 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Çev. Şirin Tekeli, İletişim 2010, s 412, akt. https://www.saitcetinoglu.com/pontos-soykiriminin-bir-baska-yuzu/#_edn62

3 a.g.y.

4 Türkan Balaban, T. Demirer “Pontos Soykırımının Asıl Kurbanı Kadınlardı”, 18 Mayıs 2019. http://siyasihaber4.org/pontos-soykiriminin-asil-kurbani-kadinlardi, kaynağından aktrn. T. Demirer,  https://www.nupel.tv/temel-demirer-bizim-hikayemiz-pontos-meselesi-228474.html

5 Ukraynalı Devrimci Lider Frunze’nin Türkiye Anıları, çev: Ahmet Ekeş, Cem Yay., 1978, s.107 Aktaran; Temel Demirer “Bizim Hikayemiz(!)”; Pontos Meselesi,   https://www.nupel.tv/temel-demirer-bizim-hikayemiz-pontos-meselesi-228474.html)

6 https://turuz.com/storage/Turkologi/2018/3233-Pontus_Meselesi-1912-1923-Stefanos_Yerasimos-60s.pdf

7 https://www.nupel.tv/temel-demirer-bizim-hikayemiz-pontos-meselesi-228474.html 

8 Bknz. Pontus Meselesi (1912 – 1923)

9 https://artigercek.com/guncel/19-mayis-1919-pontos-rum-soykirimi-94921h, Pontos Trajedisi 1914-1922 Kara Kitap,  Pencere Yayınları, Ocak 2013, Sf. 194

10 https://yakindoguyazilari.com/sait-cetinoglu-yazi-pontos-bagimsizlik-hareketi-ve-pontos-soykirimi/

11 a.g.m.

12 Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, 6. baskı, sf. 146

13 https://www.tkp-online.org/?q=content/tkp-birinci-program%C4%B1-g%C3%BCn%C3%BCm%C3%BCz-t%C3%BCrk%C3%A7esi

14 S. Yirmibeşoğlu (F. Güllapoğlu’nun Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ile görüşmesi; “Türk Gladio"su İçin Bazı İpuçları”, Tempo Dergisi, S.24, 9-15 Haziran 1991, s.24-27, aktaran; Temel Demirer, a.g.m.

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi