47. Yılında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)

FHKC (kısaca Halk Cephesi) George Habbaş, Wadi Haddad ve yoldaşları tarafından 11 Aralık 1967’de kuruldu. Şu örgütlerden oluşuyordu: “Geri Dönüş’ün Kahramanları, Filistin Özgürlük Cephesi Müfrezeleri (Şehit Abdal Latif Shrour’un örgütü Şehit Kassam’ın örgütü Şehit Abdül Kadir El Hüseyni’nin örgütü), Filistin’in Özgürlüğü İçin Ulusal Cephe (Gençlik İntikam Örgütü) ve ülkedeki bir dizi örgüt.” (1)

“FHKC, başlangıçta ‘Dönüş Kahramanları ’ (Abdal Al-Awda), ‘Filistin Kurtuluş Cephesi ’ ve cephe içinde dördüncü bir grup biçimini alacak bağımsız unsurlar ile Milli Arap Hareketi’nin Filistin kolunun birliği olarak ortaya çıktı.”

Kurulduğunda ileri ve devrimci örgütlerin cephesiydi. Çok geçmeden Şubat 1969’daki 1. Kongesi’nde bazı örgütler cepheden ayrıldılar.

“'Filistin Kurtuluş Cephesi ’FHKC’den bir bağımsız grup ile birlikte kopuştu. Cephe, MAH’ın (Milli Arap Hareketi) Filistin kolu ve ‘Dönüş Kahramanları’nın birliği olarak varlığını devam ettirdi.”(2)

Halk Cephesi’nden ayrılanlar, Naif Hawatme liderliğinde Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’ni ve salt ulusalcı olanlar Ahmet Cibril liderliğinde Suriye yanlısı Genel Komutanlık’ı kurdular.

Halk Cephesi, bu ayrılıklardan sonra 1969’daki 1. Kongresi’nden itibaren esasen Habbaş ve yoldaşlarının Kongre’de belirleyip kararlaştırdıkları çizginin partisine, savaşçısına dönüştü. Halk Cephesi’nin militan savaşçı çizgisinden etkilenip katılanlar, ideolojisiyle donandılar.

Halk Cephesi’nin Öncelleri

Habbaş, Haddad ve yoldaşları, Halk Cephesi’nden önceki dönemde 1948’deki El-Nakba’dan hemen sonra, Filistinli, Suriyeli, Lübnanlı, Kuveytli, Mısırlı öğrencilerden oluşan Kata’ib al-Fida’al Arabi’yi (Arap Komando Müfrezesi) kurdular. Filistin’in ulusal kurtuluşu amacıyla silahlı eylemlere başlayan Arap Komando Müfrezesi, eylemlerinde aciliyet olarak öncelikle işbirlikçi hainleri, sonra İngiliz emperyalistlerini ve en son İsrail siyonistlerini hedef alıyordu. Çok sayıda silahlı eyleme girişti. Militanlarının bireysel tercihlerine göre disiplinsiz eylemlere girişmeleri ve bu durumun yarattığı sonuçlar üzerine hareket, Habbaş liderliğinde, Milli Arap Hareketi’ne (MAH) dönüştürüldü. Habbaş bu deneyi şöyle anlatıyor:

“...Doğrudan eylem -hızlı ve etkili eylem-fikrinin cazibesine kapılmıştık.

(...) Fakat Hüseyin Tevfik, Suriye Devlet Başkanı Şişhakli’ye yönelik başarısız bir suikast girişiminden sonra -bizim onayımız olmaksızın gerçekleştirilmişti bu suikast, büyük ihtimalle diğer partilerin emri ileFilistin’in bu tür taktiklerle kurtulabileceğini umut etmenin mantıksız olduğunu düşünmeye başladım ve siyasi bir hareket başlatmanın zamanının geldiğini düşündüm.

(...) Böylece Milli Arap Hareketi (MAH) çekirdeği oluşmaya başladı.”(3)

(Edip Al-Shishakli, 1953-‘54 yıllarında Suriye başkanı idi).

Halk Cephesi, bu geçmiş mücadelelere ve mücadelelerden çıkarılan derslere dayanan ve önceleyen yurtsever örgütlerin evrimiyle, onlardan kopuşlarla varılan bir aşamaydı. Aynı süreç fikirsel bakımdan da gelişme ve kopuşları içeriyordu.

Arap Komando Müfrezesi ve MAH, Arap yurtsever hareketleri olup, esasen küçük burjuva sınıf temeline dayanıyorlardı. Hain olmayan ve Arap burjuva milliyetçisi sınıflarla ittifak öngörüyorlardı. Ateşli militan yurtseverlik bu hareketlerin temel bir özelliğiyken diğer temel özelliği, hain olmayan Arap burjuva iktidar ve sınıflarıyla işçi-emekçi-ezilen sınıflar arasında milli birlik öngörmeleriydi.

1967 yenilgisi, Nasır, Baasçılık gibi milliyetçi iktidarların da uzlaşıcı eğilimleri, MAH’ı ve liderlerini yeni arayışlara, geçmiş çizgilerini devrimci yadsımaya tabii tutmaya götürdü.

1967, Nasır liderliğinde ulusalcı Arap devletlerinin 6 gün savaşında İsrail savaş makinasından ağır yenilgi aldıkları zamandı. Bu yenilgi, Filistinli yurtsever örgütlerin saflarında, İsrail siyonizmine ve emperyalizme karşı mücadelede “devletin savaşı” ve ona yedeklenme yerine, Filistin ve Arap halklarının uzun süreli savaş fikrini öne geçirdi. Bu düşünceyle MAH, Filistin Halk Cephesi’ne dönüştürüldü.

Önceki dönemde Nasır’dan etkilenen Habbaş ve arkadaşları, Nasır’ın milliyetçiliği sosyalizm söylemiyle sunmasından etkilenerek Marksizmi incelemeye başladılar, sosyalizmi benimsediler.

Sosyalizmi ilk gündeme aldıkları 1959 yılında, Habbaş ve yoldaşlarının düşünce ve çizgisindeki değişimi Habbaş’tan dinleyelim:

“1959’un ilk günlerinde, ... Beyrut’ta Muhsin İbrahim’in yönettiği bir kültürel komite kurduk. MAH yönetimi ve kültürel komite arasında bir tartışmanın ardından sosyalizmin gündeme alınması ve ‘intikam ’ teriminin ‘Filistin’in kazanılması ’ ile değiştirilmesi kararları alındı. Böylece MAH’ın şiarı ‘Birlik, Kurtuluş, Sosyalizm ve Filistin’in Kazanılması’ oldu. Son değişiklik, kültürel komitenin ‘intikam ’ teriminin haklı olmadığı yönündeki eleştirisi üzerine geldi. Komite ayrıca Yahudilerle, siyonistler arasındaki farklılığın da göz önünde bulundurulmasını istedi.”(4) (boldlar bize ait).

1967’de ise Habbaş başta gelmek üzere Halk Cephesi’nin kurucu liderleri, Marksist Leninist eserleri daha köklü olarak incelediler. Habbaş, Suriye’de cezaevinde tecritteyken yaptığı bu incelemeyi şöyle anlatıyor: “Tüm bu süreci Marks ve Engels’in, Lenin’in toplu eserlerini, Ho Chi Minh ile Mao’nun eserlerini okuyarak geçirdim. Halk Cephesi’nin İkinci Ulusal Kongresi’nin deklarasyonunu yazdım.”(5)

Halk Cephesi’nin liderlerinin, sosyalizmi savunmaya başlamalarını etkileyen vesileyle, onlardaki Marksizm Leninizmi inceleme niteliği ve derinliği arasındaki fark ve çelişki çok büyüktür ve bu süreçteki en ilgi çekici gerçek budur. 1960 başlarında, Nasırcı ulusalcılığın korparatizmi sosyalizm olarak savunmasından etkilenerek sosyalizmi kabaca savundular. 1967 yenilgisiyle gerçekten, içten ve köklü bir çabayla Marksizimi Leninizmi incelemeye giriştiler. Çin, Vietnam devrim deneylerinden yararlanarak Filistin ulusal devriminin stratejisini oluşturdular.

Sosyalizm lafzından etkilendikleri Nasırcı Arap ulusalcılığı burjuva nitelikteydi ve sosyalistlere, işçi-emekçi hareketine diktatörlük uyguluyordu. Nasırcılığın sosyalizm lafzından etkilenerek sosyalizme yönelmiş Halk Cephesi kurucu liderlerinin Marksizmi benimsemeleri arasındaki paradoks, ikincilerin koşulları ve devrimci niteliklerinden geliyordu. Halk Cephesi kurucu liderlerinin, siyonizme ve emperyalizme karşı savaşın ateşi altında dövüşmelerinden, Filistinli yoksul halka dayanıyor olmalarından ve ona bağlılıklarından ve ulusal kurtuluş devrimlerine de en tutarlı önderlik edenlerin (yakın tarihte Çin, Vietnam) Marksist Leninist partiler olmaları gerçeğinden etkilenmelerinden kaynaklanıyordu.

Şubat 1969 tarihli 1. Kongresi’nde onayladığı ‘Filistin’in Kurtuluşu Stratejisi’nde, Halk Cephesi, bu düşünsel sıçramayı yansıttı.

“Yaşam koşulları ve devrimi sonuna kadar götürme kapasiteleri nedeniyle devrimin temel güçleri, işçiler ve köylülerdir.”(6)

Halk Cephesi, kuruluşundan bu yana temel özelliklerinin başında gelen teori pratik birliği, başka bir ifadeyle tarihi yazan değil yapan bir parti olma niteliği nedeniyle, alıntıda dile getirdiği stratejisine bağlı kaldı. Bu emekçi, halkçı stratejisinden hiçbir zaman uzaklaşmadı.

1967 savaşı yenilgisi, Halk Cephesi kurucularını, Arap ulusalcı devletine değil, Filistin ve Arap halklarının emekçi ve yoksul kitlelerinin potansiyel devrimci gücüne güvenme, dayanma stratejisine sıçratmıştı. Bununla ulusal kurtuluş ve halk devrimlerine önderlik eden komünist partilerin devrimci deneylerini, görüş ve stratejilerini incelediler. Filistin’in Kurtuluşu Stratejisi belgesinde ortaya koydukları yeni görüşleriyle Halk Cephesi zorlu devrimci görevlerini yerine getirmeye devam etti.

O günden bugüne geçen uzun ve zor süreç boyunca, devrimin en ağır görevlerini omuzlayan, İsrail siyonist savaş makinasının faşist katliamlarını, imha için saldırılarını, feda ruhuyla direnerek karşılayan Halk Cephesi, emekçi sınıflara, Filistin’in yoksul sınıflarına bağlı kaldı. Ürdün gericiliğinden gelen kitlesel katliamlar da, Suriye Baasçılığından gelen bastırma çabaları da, Halk Cephesi’ni bu çizgisinden vazgeçiremedi. Öğrenci gençlik ile sürgünde kamplardaki Filistinli işçi ve emekçilerden kadro ve militan akışını sağladı. Filistinli emekçilerin sınıf çıkarlarına her zaman bağlı kaldı. Kamplardaki yoksul emekçi Filistinliler ile Halk Cephesi’nin güçlü bağını, Habbaş’a olan sevginin yüksekliğini bir Filistinli iyi tarif ediyor:

“Mülteci kampları ... ona büyük saygı ve sevgi besledi. Mülteci kamplarında insanların başka hiç kimseyi böyle karşıladığına tanık olmadım”(T)

Halk Cephesi’nin bu stratejisine bağlılığı, Filistin, bölge ve dünyadaki büyük siyasi iniş çıkışların, ağır savaşların ve katliamların sınavından geçerek kanıtlanmakla kalmadı, sağlam bir niteliğine dönüştü.

1970 Kara Eylül’ünde, İngiliz ABD ajanı küçük kral Hüseyin’in Ürdün’deki yok edici katliamlarına karşı en önde savaşan Halk Cephesi’ydi. 1970’li yıllarda uluslararası alanda askeri eylemlere başvururken, sınırlardan sızarak işgal altında askeri eylemler gerçekleştirirken de Halk Cephesi Filistinli emekçilere bağlılığını sürdürdü. 1975’te Lübnan iç savaşında, ABD-İsrail işbirlikçisi gerici güçlere karşı Lübnan Ulusal Cephesi’ni destekledi. 1982’de İsrail’in Beyrut işgali ve katliamlarına karşı dövüşerek yenildikten sonra, El Fetih’in emperyalistlere bir nevi boyun eğerek silahsızlanma ve Tunus’a sürgün edilmeyi kabul etmesinin tersine Halk Cephesi reddetti. Bölgede kalıp yeniden savaşma kararlılığı gösterdi. Halk Cephesi’yle El Fetih arasındaki uzlaşmaz savaşçılıktaki bu farklılık, her ikisinin niteliksel ayrımını yansıtıyor ve Halk Cephesi’inin Filistin emekçi sınıflarının temsilcisi olduğunu gösteriyordu.

Yine 1990’lardaki Oslo uzlaşması sonrası süreçte, yalnızca El Fetih yöneticilerinde değil, Filistin’in aydın gençlik ve kent küçük burjuvazisinin saflarında da yaygınca görülen emperyalizmle uzlaşma liberal atmosferi altında da Halk Cephesi, emekçilere dayanan devrimci kararlılığını sürdürdü. Ne emperyalizmin demokratikleşebileceği hayaline prim verdi, ne Arap gerici-burjuva hükümetlerine boyun eğdi, ne de “sol”un liberalleşmesi akımına taviz verdi.

Yenilgi olarak değerlendirdiği Oslo anlaşmasından sonra, İsrail savaş makinasının faşist yok edici saldırılarını göze alarak, Halk Cephesi’nin liderleri ve kadrolarının büyük bölümü Batı Şeria ve Gazze’deki yoksul emekçi Filistinliler arasında örgütlenmeye gittiler. Halk Cephesi, genel sekreteri Ebu Ali Mustafa’yı bu çalışmada 27 Ağustos 2001’de şehit verdi.

Filistin Burjuvazisine Hayal Beslememek

Halk Cephesi ilk kurulduğunda, Filistin burjuvazisi ve Filistinli burjuvalar, ticaret ve bankacılık alanında var olan zayıf bir sınıftı. Buna rağmen Halk Cephesi zayıf burjuvaziye ilişkin bile hiç bir hayal üretmeyecek net tespitler yaptı. Ulusal kurtuluş devriminde de halk tabakalarının burjuvaziden bağımsız mücadelesine güvendi. Bu zayıf burjuvaziye ilişkin Filistin’in Kurtuluşu Stratejisi’nde (FKS) vurgulanan şuydu:

“Stratejik bakımdan ve onun anavatanımızdaki çıkarlarına son verme amacındaki ve dolayısıyla burjuvazinin sermaye kaynaklarının yıkımı demek olan devrime karşıdır.

İsrail’e karşı savaşımız emperyalizme karşı savaş olduğu için bu sınıf, kendi çıkarları dolayısıyla emperyalizmin safında, yani devrime karşı konumlanır.”(8)

Halk Cephesi, 1936-1939 devrimci deneyimindeki ayaklanmanın derslerinden bu sınıfa ilişkin sonuçlar çıkarıyordu. Gençler kentlerde, kırlarda, gerilla eylemleri yürütürlerken "geleneksel buıjuva liderlerin İsrailli liderlerle müzakereler yürütmesi, buıjuvazinin politikacısının ne olacağını da somutluyordu.

Sürgündeki “Filistin burjuvazisi, gerilla eylemleri... şimdiki sınırlar içinde kaldığı müddetçe... desteklemektedir. Ancak, Filistin ıılıısal hareketinin devrimci gelişimi açıkça emperyalizmi tehdit eder konuma geldiğinde, bu burjuvazinin kendi sınıfsal çıkarlarını korumak doğrultusunda hareket edeceğini de gözardı etmemeliyiz.

Bazı kesimler, devrim safında yer alabilir ve ona karşı olmaktan imtina edebilir. Ama böylesi istisna durumlar, bu sınıfın devrimle karşı karşıya geldiğinde alacağı konumlara dair genel yasaların bakış açısını yitirmemize neden olmamalıdır.”(9)

Zayıf burjuvazi ve liderlerinin, emperyalizm ve siyonist işgalcilerle uzlaşacağı konusunda kararlılık gösteren Halk Cephesi, “Devrimin.. temel güçleri, Filistin küçük buıjuvazisi ile ittifak halindeki işçiler ve köylüler”,“kamplarda, köylerde ve yoksul kent varoşlarında yaşayanlar" tespitini yaptı. Halk Cephesi bu sınıflara dayanarak, “İsrail’e, emperyalizme ve gericiliğe karşı ulusal mücadeleyi" yükseltme ve uzun süreli halk savaşı stratejisiyle mücadele çizgisi izledi. O dönemde (kurulduğu yıllarda) dünya devrimci hareketi saflarında, sömürge ve yeni sömürge ülkeler için ileri sürülen ve yaygınca savunulan “milli burjuvazinin" “antiemperyalist rolü" gibi bir teoriye itibar etmedi.

Dünya Emperyalizmi, Siyonizm Ve Arap Gericiliğine Karşı Uzlaşmazlık

Halk Cephesi, sömürgeci ve işgalci İsrail siyonizmini doğal olarak devrimin temel düşmanı olarak ele alıyordu:

“Arap dünyasının devrimci hareketi, doğal olarak İsrail’i yok etmek isteyecektir. Çünkü İsrail, bu Arap dünyasının bir parçasını gasp eden ve diğer parçaları için büyük tehdit oluşturan bir güçtür."

Halk Cephesi, siyonizm karşısındaki kararlılığını vurgularken, emperyalizme ilişkin yanıltıcı uzlaşıcılığa hiç bir zaman düşmedi:

“İsrail, emperyalizmin varlığını ve çıkarlarını topraklarımızda koruyan temel güç ve üstür” tespitini yaptı. İsrail’i, dünya siyonizmini ve dünya emperyalizmini devrimin temel düşmanları olarak ilan etti. “Düşmanımız, İsrail, siyonizm ve dünya emperyalizmidir.”(l0)

Halk Cephesi’nin emperyalizme karşı mücadele kararlılığı, emperyalist sistemi yalnızca “dışsal” bir saldırı gücü olarak değil sistemin eklentisi ve dayanağı olan Arap gerici sınıflarıyla birlikte ele alan kavrayışına dayanıyor. Halk Cephesi kurulduğundan bugüne bu kavrayışa sahiptir.

“Arap dünyasının milyonerleri; tacirleri, bankerleri, feodal ağaları, büyük işletme sahipleri, krallar, emirler, şeyhler de dahil olmak üzere, milyonlarını dünya kapitalizmi ile etkileşim ve bağlantı içinde elde etmişlerdir. (...)

Bu demek oluyor ki; topraklarımızda emperyalist sömürgeyi parçalamak için yürütülen gerçek kurtuluş savaşında, Arap gericiliği kendi çıkarlarının safında yer almaktan başka bir şey yapamaz”

Bu tespitlere bağlı olarak, büyük kapitalist ve feodal Arap güçlerini ve onların temsilcileri olan “gerici Arap rejimleri”ni, Filistin (ve Arap) devriminin “esasen düşman kampında duran ve net olarak tanımlamak zorunda” oldukları “bir dördüncü”(11) düşman gücü olarak ilan etti.

Arap Milliyetçi/Ulusalcı Rejimlerine İlişkin Yanılgılar

Halk Cephesi, küçük burjuvazi kavramıyla kent küçük burjuvazisini kast ediyordu: “Zanaatkarlar, öğretmenler, öğrenciler, hukukçular, mühendisler, sağlıkçılar, küçük esnaf, memurlar gibi eğitimli gruplar.” Küçük burjuvaziyi, “devrim için ittifak” gücü olarak görüyor, “onun program ve stratejisinin önderliği ele almasına izin verilmemeli” diyordu.(12) Bununla, El Fetih’in niteliğini vurgulamaya çalışıyor, o gün “Filistin ulusal hareketinin başında küçük burjuvazinin yer aldığını”, onunla ittifak ve önderlik mücadelesini iç içe yürütmek gerektiği bilincini yayıyordu. Filistin küçük burjuvazisinin silahlı mücadele bayrağı yükseltmesini, onun, diğer bazı Arap ülkelerindeki (Nasır, Baas vb.) küçük burjuvaziden farklı (Halk Cephesi bu burjuva ulusalcı rejimleri küçük burjuvazinin iktidarları diye niteliyordu) olarak görüyordu.

El Fetih’e ilişkin Halk Cephesi’nin değerlendirme ve kaygıları yerindeydi. Kuşkusuz El Fetih, ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten (o zaman) devrimci bir güç olmasına rağmen, halkçılığa ve mücadele eden güçler arasında demokratikliğe yeterince sahip değildi. Başlangıçta bu yanını yeterince görememesi Halk Cephesi’nin anlaşılır eksikliğiydi. Fakat mücadele süreci içinde, FKÖ’de cephesel birlik içinde bulunuyorlarken, Arafat ve El Fetih yönetiminin 1970’lerin ikinci yarısından itibaren uzlaşma yolu aradığını fark etti. Gerek bu uzlaşıcılığa ve bunun 1982 yenilgisi sonrası yansıyan biçimine, gerekse cephe içinde Arafat’ın antidemokratik tarzına karşı tavır aldı, mücadele yürüttü.

Oslo uzlaşmasını yaparken de Arafat, antidemokratik yönetimini FKÖ’de sürdürdü, FKÖ’yü tek başına temsil ediyor olarak davrandı. Uzlaşmada uyguladığı bütün politikalar FKÖ’nün kolektif kararlan değil, Arafat ve El Fetih’in politikalarıydılar.

1970’lerin ikinci yarısından başlayarak, Halk Cephesi, FKÖ içinde Arafat/El Fetih uzlaşıcılığına karşı tavır aldı, bunu “çatışma”ya dönüştürmeden Oslo süreci boyunca da sürdürdü.

Ancak, özellikle Filistin Özerk Yönetimi döneminde, El Fetih yöneticilerinin aşırı çürüme içine batmaları ve siyonist sömürgeciler ile ABD’nin baskısıyla savaşan güçleri tutuklamaları, El Fetih’in kitleler üzerindeki hegomanyasının yıkılmasına yol açtı. Halk Cephesi bu çürüme ve gerici tutumlara karşı, özellikle Abbas yönetiminin ABD-İsrail’le işbirlikçiliğine karşı tavır aldı, çatışmaya vardırmadan mücadele yürüttü. Bu tavrı, siyonist sömürgecilere karşı mücadelesiyle birlikte, Halk Cephesi’nin politik etkisini yeniden geliştiriyor. Ancak, Halk Cephesi, El Fetih’in alternatifi olarak Hamas’ın gelişmesini engelleyemedi, kendisi asıl alternatif durumuna geçemedi.

Arap ulusalcı (Nasır, Baas, Kaddafi vb.) burjuva iktidarlarına karşı beklenti ve politikaları açısından Halk Cephesi’nin önemli yanılgıları da oldu. Filistin devrimini, Arap halklarının devrimiyle birleştirme politikasına sahip olduğunu dikkate aldığımızda bu alandaki hata ve eksiklikler önemlidir. Başta Nasır olmak üzere, Baas, Kaddafi gibi Arap ulusalcısı iktidarlar, Arap burjuvazilerinin feodal rejimleri devirerek, her biri değişik düzeylerde olmak üzere ulusallaştırmalar yaparak, burjuva modernleşmeye ve kalkınmaya önderlik etme programına sahiptiler. Ancak söz konusu ulusalcı rejimler, ulusallaştırmaları sosyalizm olarak, iktidarlarını halkın, ulusun iktidarı olarak gösterip, işçilerin ve emekçilerin burjuvaziden bağımsız devrimci hareketinin gelişmesini engellediler. Dahası, devrimci ve komünist harekete diktatörlük uygulamaları, “darbeci” olmalarından daha çok bu sınıfsal niteliklerinden kaynaklanıyordu. Ayrıca ezilen ulusal toplulukların ve halkların var olduğu yerlerde (Irak, Cezayir, Suriye) şovenist diktatörlükler olarak da niteliklerini gösterdiler. Baascılığın Irak kolu, Kürtlere ve Şiilere karşı katliamcılığıyla, soykırımcılığıyla ünlüydü.

Bu iktidarlar, öngördükleri Arap birliğini sağlamada da başarısız oldular. Nasır liderliğinde Mısır ve Suriye’nin birliği olan BAC’ın (Birleşik Arap Cumhuriyeti), Irak’ı da içine almayı hedeflemesine rağmen bu gerçekleştirilemedi, kendisi de (1959’dan 1961’e) 3 yıl sonra dağıldı. Burjuvaziler arasındaki rekabet bu ulusalcı iktidarlar içinde baskın çıktı.

Arap ulusalcısı iktidarların evrimi batılı emperyalistlerle uzlaşma ve işbirliği yönünde olmuştur. Nasırcı parti ve iktidar, ABD’ci Enver Sedat ve Mübarek diktatörlüklerine dönüştü. Hafız Esad, 1975’te Lübnan iç savaşında Ulusal Cephenin iktidarı almasını engellemek için Lübnan gericilerinin Tel Zaratar’daki katliamını tanklarıyla korudu ve 1991 Irak-ABD savaşında ABD’ye diplomatik destek vermekten geri durmadı. ABD’yle işbirliği yaptı. Kısaca, bu ulusalcı iktidarlar, her biri değişik derecede ve hızla emperyalistlerle uzlaşma ve işbirliği yönünde gelişmişler, diktatörlükleri altında işçi ve emekçi hareketlerinin gelişmesini ezerek, boğarak antiemperyalist halkçı devrimleri engellemişlerdir.

Halk Cephesi, Nasır ulusalcılığını “devrimci” nitelemekle, Arap halkları içinde komünist hareketin ve bağımsız işçi ve emekçi hareketlerinin gelişmesine katkısını sınırlamıştır.

Enternasyonalistliği Ve Eylemciliği

Kabul edilmesi gerekir ki Halk Cephesi, bölgede ve dünyada ABD liderliğindeki emperyalist ve işbirlikçi güçlere karşı, devrimci ve komünist güçlerle enternasyonalist dayanışma içindeydi. Eylemli, örgütsel dayanışmasını bugüne kadar sürdürdü.

1971 devrimci hareketi, 12 Eylül darbesi sonrası devrimci ve Kürt yurtsever hareket, Halk Cephesi’yle doğrudan dayanışma içinde oldu, eğitim aldı.

İran devrimci hareketiyle de benzer bir dayanışma içinde oldu. “Fedailer ... Filistin ve Dofar’lı (Umman) devrimcilerle yan yana dövüşüp öldüler.”(13)

Avrupa’dan El Salvador gibi Latin Amerika ülkelerine değin dünyanın pek çok yerindeki devrimci hareketlerle Halk Cephesi enternasyonalist dayanışma içinde oldu. Halk Cephesi, enternasyonalist çizgisini bugün de sürdürüyor. Emperyalist küreselleşmeye karşı mücadelede Habbaş’ın söyledikleri bu gerçeği yeniden kanıtlıyor:

“Kapitalist küreselcilik, halkların ve emekçilerin ayrımsız tümünün birden karşısında olan ilk düşmandır"(14) “Uluslararası alanda, küreselleşmeye karşı eylemlerin artışını desteklediğimizi belirtmek çok önemlidir. Bu hareketler, bizim halkımız gibi sömürgeciliğin ve Amerikan hegemonyasının pek çok biçiminden hala zarar gören halklar için muazzam bir destek sağlayabilir."(15)

Halk Cephesi, Oslo uzlaşmasıyla hedeflenenin, yalnızca İntifada’yı sonlandırmak olmadığını Arap dünyası sermayesi ile İsrail sermayesinin, Filistinli burjuvalar aracılığıyla entegrasyonu olduğunu da vurguluyordu: “İsrail, Filistin kompradorlarını Arap pazarlarında bir köprü olarak kullanma emelleri besliyor. Ortaya çıkmakta olan Ortadoğu düzeni çerçevesinde, bu kompradorları kullanma fırsatı çoğalıyor.”(16)

“İsrail gözlerini, Arap petrol ve su kaynakları ile teknolojiye ve tüketim mallarına eşit derecede susamış Arap pazarlarına dikmiştir. ... Arap başkentlerindeki belli asalak sınıf oluşumları, ... Avrupa’nın sunabileceği herşeyin İsrail’de bulunduğunu, aradaki tek farkın Tel Aviv’e mesafenin kısalığı olduğunu düşünüyorlar" (17) “1991 Madrid Konferansı’nda başlayan Ortadoğu barış süreci, siyonistlerle Arapların ilişkilerini normalleştirmeye ve Arap toplumu, ekonomisi, siyaseti ve kültürünü Amerikan çıkarları ve İsrail yayılmacılığına uygun olarak yeniden yapılandırmaya koyulurken; bireyselciliği, bütün engelleri dümdüz eden bir buldozer gibi kullanmaktadır"

“İsrail’i bölgede lider yapacak ... Yeni Ortadoğu programını ve hem de benzer... Akdeniz programını, küreselciliğin dosyasındaki iki başlıktan ibaret görebiliriz. Birincisi, Amerikan-siyonist görüşleriyle daha uyumluyken; ikincisi, Avrupa kapitalist görüşlerine daha paraleldir. Birinci programın baskın ve yürürlükte olduğunu belirlemeliyiz. ...Dünya sermayesinin farklı kanatları arasındaki bağlantının da farkında olmamız gerekiyor."(18)

Halk Cephesi, ekonomik, politik, toplumsal bakımdan bölgenin emperyalist sistemle daha üst düzeyde entegrasyonu projesini, Yeni Ortadoğu Projisi olarak doğru algıladı. (Ayrıca Akdeniz bölge projesinin AB’ye entegrasyon anlamına geldiğine ilişkin kavrayışı da doğruydu.) Ekonomik-politik bakımdan bu projenin İsrail siyonist burjuvazisinin çıkarına olduğunu vurguladı. Ayrıca barış sürecinin, Yeni Ortadoğu Projesine ve siyonist devletin işgaline uluslararası meşruiyet kazandırmasına hizmet ettiğini belirtti. Siyonist sömürgeciliğin, tekellerin bölgedeki egemenliklerini güçlendirmesinden pay koparacağını öngördü.

Halk Cephesi kurulduğundan bu yana, burjuva ulusalcılardan ve radikal İslamcılardan farklı olarak Yahudi halk ile siyonistler arasındaki ayrımı her zaman vurguladı. Yahudi halkı siyonistlerden uzaklaştırma politikasını benimsedi. 18 Kasım 2014’teki Har Nof Enstitüsü eylemi sonrasında dahi, Müslüman ve Yahudi halklara yaptığı çağrılarda bu çizgiyi vurgulamaktan geri durmadı:

“FHKC aynı zamanda 1,5 milyar Müslüman kardeşimize mesajını iletmek istiyor: Bizim savaşımız Yahudiler ile değildir ve dine dayalı değildir; adalet, kurtuluş ve anayurda dönüş içindir ve sizin de mücadelenizdir.

Dünya genelindeki Yahudi halkına bugünkü mesajımız ise, Filistin-İsrail çatışmasının asla Müslümanlar ile Yahudiler arasında bir çatışma olmadığıdır. (...) Sizinle aramıza giren bu sömürgeci projedir. Dünya genelinde binlerce Yahudi’nin bu mücadelenin gerçek ve samimi sesi olduğunu, boykot hareketlerine öncülük ettiklerini ve her gün Filistin kurtuluş mücadelesine katıldığını biliyoruz. Onların hepsini ayrı ayrı selamlıyoruz. (...) Ezenin değil, ezilenin yanında saf tutmalısınız, sizin adınıza halkımızı ezen siyonist suçlulara karşı sesinizi yükseltmelisiniz. ”

Sonuç olarak; Filistin devriminde, Arap halklarının mücadelesinde, dünya hakları ve işçi sınıfıyla mücadele birliği içinde olmayı öngördü, öngörüyor.

Halka Güven Ve Kendi Gelişiminin Yolunu Açma

Halk Cephesi’nin, Camp David’e (1979’da Mısır diktatörü Enver Sedat’ın İsrail siyonistlerini tanıdığı, ABD ve İsrail’e işbirliğine girdiği anlaşma), Madrid/Oslo ve Wadi Arakah (1994’te Ürdün-İsrail arasında yapılan, Ürdün’ün siyonistlerin resmen de tanıdığı ve ilişkisini geliştirdiği anlaşma) anlaşma ve uzlaşmalarına yönelik uzlaşmaz tutumu onun emperyalizme ve burjuva-feodal gericiliğe karşı tutarlı devrimciliğinden ve militan savaşçılığından kaynaklanıyor. Bu iki temel özelliği Halk Cephesi’nin devrimciliğini karakterize ediyor ve pek çok tayin edici yol ayrımı ve direnişte devrimci çizgisini sürdürmesine yol açıyor.

Halk Cephesi, Filistin halkının mücadele potansiyeline her zaman güvendi. 1982 yenilgisinden sonra bu kez işgal altındaki topraklarda mücadelenin patlak vereceğini öngördü. Bu öngörüşü, İntifada’nın patlak vermesiyle gerçek haline geldi. 1980’li yılların sonunda işgal altındaki topraklarda şehit vererek silahlı eylemler koymayı başardı.

Halk Cephesi, İntifada’yı ABDİsrail mihverinin Filistin halkının tüm kazanımlarını yok etme saldırganlığına karşı halkın devrimci bir yanıtı olarak kavradı. İntifadayı sürdürmeyi ve devrimci hedeflerine ulaştırmayı esas aldı. FKÖ içindeki İslamcı ve diğer bütün ulusalcı güçlerin ulusal birliğini koruyarak, geçmişte belirlenmiş ulusal kurtuluş politikalarında ısrar ederek, ABD-İsrail üstünlüğünün püskürtülmesini önerdi. İntifada’nın güçler dengesizliğini Filistinler ve Arap halkları lehine çevirdiğini, direnişe dayanan politik stratejiyle Filistin’in meşru haklarının kazanılabileceğini vurguladı. Oslo uzlaşmasını bu anlayışa dayanarak reddetti.

Geçen süreç Oslo uzlaşmasının işlevini gösterdi. Gerçekte Filistin Özerk Yönetimi adı altında gettolara sıkıştırılmış Filistinliler siyonist savaş makinasının tutsaklığı altında yaşayacaklar ve İntifada’ya son vereceklerdi. ABD-İsrail’in amaçladığı buydu. Halk Cephesi bunu reddetti.

Halk Cephesi Filistin’in meşru halklarının asgarisinden vazgeçilmemesi gerektiğini vurguladı: a) Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı b) 1967 savaşıyla işgal edilen toprakların geri verilmesi c) Yahudi yerleşimlerinin kaldırılması ve kolonyalist politikaya son verilmesi d) başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması.

Esasen bu talepler, geçmişte BM kararlarında kabul edilmişlerdi. Ancak ABD emperyalizmi ve siyonizm 1980’li yıllarda elde ettikleri üstünlüğe ve 1990’da SB’nin yıkılmasıyla sağladıkları avantajlara bağlı olarak bunlara yanaşmak istemiyorlar. İntifada’dan sonra ancak kısmi tavizlerle İntifada’yı sona erdirecek köleci bir barışı dayattılar. Köleci barışla, ABD ve emperyalizm, hem Filistin Özerk Yönetimi, Arap kralları ve burjuvazilerini İsrail siyonistleriyle işbirliğine, hem de bölgeyi ABD hegemonyasında dünya kapitalizmiyle entegrasyona götürecek amaçlar taşıyordu.

Sonraki olaylar, ABD ve İsrail stratejisinin bu olduğunu kanıtladı. Soykırımcı Şaron’un bombalarla Kudüs’e girmesinden sonra, Oslo’nun mimarı Arafat ve Filistin Özerk Yönetimi binasının savaş tank ve helikopterleriyle kuşatıldığı, Cenin, Nablus, Ramallah, Kalkilya, Beytüllahim’deki kitlesel katliamların gerçekleştirildiği 2002’deki siyonist savaş, 2006 Lübnan savaşı, 2008 sonu Gazze savaşı, bu ‘savaşla tutsak alma barışı’nı gösterdi. Bu resmi ABD’nin 2003 Irak işgali tamamladı.

Halk Cephesi, Cenin’de de, Gazze’de de en iyi savaşan güçler içinde yer aldı.

Filistin Özerk Yönetimi ve El Fetih yönetiminin reformcu uzlaşma arayışları temelinde geldiği teslimiyetçi çizgiye karşılık Halk Cephesi, irade kırılmasına uğramadı, militan savaşçı ve emekçi halka dayanma çizgisini sürdürüyor.

Oslo sürecinin halkta yarattığı beklenti, eğitimli küçük burjuvazi arasında emperyalist küreselleşmeyle uyum sağlama liberalizminin yol açtığı uzlaşmanın gelişmesi, 1990’lı yıllar sonrası bölge ve dünyada devrimci hareketin gerilemesi ve bunlar karşısında durumu tersine çevirecek bağımsız politikalar geliştirememesi, Halk Cephesi’ni bir dönem zayıf bıraktı. Geçmişte siyonistlerin FKÖ’yü etkisizleştirmek için barışçı örgütlenmesine işgal altında izin verdiği İslamcı hareket, geniş kitle ilişkilerinden yararlanarak İntifada döneminde Hamas’ı yükseltti. El Fetih, Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinde baskın alternatif haline geldi. Ayrıca İslami Cihad da gelişti. Fakat devrimci, emekçi, militan geleneği, siyonist katliamlara karşı savaşkanlığı, Halk Cephesi’ni yeniden güçlendirecektir.

Nitekim, Halk Cephesi’nin son bir yıllık pratiği ve Kudüs saldırısı karşısında geliştirdiği eylem çizgisi de buna işaret ediyor.

11 Aralık’ta 47. kuruluş yıl dönümü vesilesiyle yaptığı açıklama, baştan aşağı direniş ruhuyla, direniş şehitleri ve özgürlük tutsakları başta olmak üzere Filistin halkının ve İntifada’nın yarattığı değerleri sahiplenme, Filistin halkının direncini ve dayanıklılığını kılavuz edinme ve Filistin ulusal birliğini tüm kesimsel çıkarların önüne geçirecek bir ittifak hattından yürüme görüş açısıyla donatılmıştı.

Har Nof eyleminden sonra siyonizmin intikamcı katliamlarına karşı yapılan “İşgalcinin saldırısı sürdükçe bu tür eylemlerden daha fazlası olacaktır. FHKC, işgalin her kurumunu hedef almaya devam edecektir. Filistinliler güvende olmadığı müddetçe Kudüs’te hiç bir yer güvenli olamaz. ‘Güvenlik’ Filistin halkının sırtında inşa edilemez" açıklaması da bu militan devrimci eylem çizgisinde ısrarı gösteriyor.

Yine, Kobane direnişi karşısında uzun yıllardan sonra Kürt özgürlük mücadelesine yönelik olarak ilk defa sahiplenici açıklamalar yapması, bölgede devrimci savaşın gelişim olanakları açısından umut verici.

20 Aralık Gazze bombalaması sonrasında ise “Bütün direniş örgütleriyle bir öncü birlik şeklinde ortak çalışılmalıdır. Bu öncü birlik, ulusal bir strateji formülü ihtiyacıyla politik bir seviye yakalamalı, bu siyasi programla işgallere ve tehlikeli projelere karşı kararlılık göstermeli, müzakereleri tamamen kesmeli, bölünmeyi sonlandırmalı ve birliği restore etmelidir" diyen Halk Cephesi, bir yandan ulusal birlik konusunda somut bir strateji geliştirmeye çalışırken, dikkati direnişin temeli olan Filistin halkının dayanıklılığını sahiplenmek ve geliştirmek için toplumsal inşanın sorunlarına çekerek, yeniden Filistin devriminin en güçlü siyasi alternatifi olma yönünde ilerlediğinin ve hedeflediği birliğe bu hattan öncülük edeceğinin verilerini sunuyor.

Halk Cephesi’nin bu güncel eylem çizgisi ve 2002’deki ve 2008 sonundaki işgallere karşı savaşçı direnişçiliği, onun gelişeceğinin ateş altındaki gerçek kanıtıdır. Habbaş sonsuzluğa uğurlandığında onun için Filistinli bir işçi, “O devrim bilinciydi” demişti. Halk Cephesi, gerçekten de Filistin devriminin ruhu ve bilincidir! Filistin devriminin yaşaması Ortadoğu’da ve özellikle Arap halkları içinde devrimci gelişme için olmazsa olmaz bir etkendir. Filistin devrimi ve onun ruhu ve bilinci olan Halk Cephesi, bölgenin komünist ve devrimci hareketi tarafından özel olarak desteklenmeli, güçlendirilmeli, gelişmesine yardımcı olunmalıdır.

Dipnotlar:

1- Zafere Kadar Direniş, Kuruluş Bildirisi, Düşle Gerçek Arasında, sf. 227

2- Filistin’in Kurtuluşu Stratejisi, sf. 231

3- Devrim Devam Etmeli, sf. 26

4- Devrim Devam Etmeli, sf. 30

5- Devrim Devam Etmeli, sf 30

6- Filistin’in Kurtuluşu Stratejisi (FKS), sf. 254

7- G. Habbaş Filistin Mücadelesine Katkıları, Asad Abukhalil, sf. 204

8- FKS, sf. 255

9- FKS, sf. 256

10- FKS, sf. 239-40

11- FKS, sf. 240-41

12- FKS, sf. 249-50

13- Maziar Behrooz, Nasıl Yapılamadı İran’da Solun Yenilgisi

14- Düşle Gerçek Arasında, 590, Ocak 2000

15- İntifadayı Korumak İçin, sf. 153

16- Düşle Gerçek Arasında, sf. 94

17- Düşle Gerçek Arasında, sf. 91

18- Düşle Gerçek Arasında, sf. 90

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi