Dünyada “Barınma Hakkı” Mücadelesine Kuş Bakışı

Türkiye’de #Barınamıyoruz diyen öğrenci gençliğin, kendi deyimleriyle “Yurtsuzlar”ın sokakları ve parkları birer “konut”a çeviren eylemleri, “barınma hakkı”nı yeniden gündeme getirdi. Aslında dünyanın bir çok noktasında “barınma hakkı” mücadelesi kapsamında çeşitli yoğunluklarda hareketlenmeler yaşanıyor. Almanya’nın Berlin eyaletinde “Deutsche Wohnen & Co.”nun kamulaştırılması (1) oylamaya sunuldu, Berlinlilerin yüzde 56,4’ü “kamulaştırma” yönünde oy kullandı. Türkiye ile eş zamanlı olarak İskoçya’da da öğrencilerin “barınma hakkı” yeniden gündemleşti. Yeniden yüz yüze eğitime geçilmesiyle ortaya çıkan “kira acil durumu” öğrencilerin “kabusu” oldu.(2) Bazı ev sahipleri altı aylık kirayı peşin isterken, bazılarının ise daireleri Kasım’da gerçekleşen Dünya İklim Zirvesi (COP26) esnasında daha yüksek fiyatlara kiralatmak üzere boş bıraktıkları ortaya çıktı.

Dahası, henüz bir hareketlilik veya ayaklanma biçiminde patlak vermemiş olsa bile istisnasız bütün ülkelerde “barınma” emek-sermaye çelişkisinin belirgin bir gündemidir. “İklim adaleti”, “kadın özgürlük mücadelesi”, “LGBTİ+ hakları mücadelesi” ve “politik özgürlüklerin savunulması/kazanılması” gündemlerinin yanı sıra “yaşam pahalılığı” ile birlikte toplumsal mücadelelerin önemli bir bileşeni ve temel dönüştürücü-harekete geçirici dinamiği olarak “birliğimizi belirleyecek bir toplumsal soru”dur. Almanya eski Başbakanı Merkel’in vurguladığı “birlik” kuşkusuz “toplumsal uzlaşma”dır.

Yazı, dünyada “barınma hakkı” mücadelelerinin çeşitli mücadele biçim ve araçları ile deneyimleri kategorik olarak sunmayı amaçlıyor. Dolayısıyla “tamamlayıcı” bir tablodan ziyade, sınırlı sayıda örnekler yoluyla mücadele araç ve yöntemlerinin çeşitliliğini ortaya koyuyor. İlgili okur, referanslar yoluyla örnekleri çoğaltabilir, deneyimi özümsemek üzere derinleşebilir.

Yeniden Konut Sorununu

F. Engels, Konut Sorunu’nda konuyu tartışırken erken kapitalizmin yarattığı hızlı ve kitlesel proleterleştirmeye rağmen sanayi üretiminin, dolayısıyla yaşamın merkezine dönüşen kentlerde yeterince yaşanılabilir konut olmayışından hareketle burjuva toplum için “konut darlığı zorunlu olarak var olacaktır” (3) diyordu.

Kuşkusuz hem proleterleşme hem de metropollere kitlesel (dış ve iç) göçler, konut inşasının toplumsal ihtiyaca bağlı olarak değil, kâra bağlandığı burjuva toplumda kentlerin mevcut konut kapasitesini sürekli zorlayan faktörler olmaya devam edecek.

Emperyalizmin ilk döneminde de “barınma”dan kar elde eden ilişkiler mevcutken (“yap-sat”çılık) bunların toplam sermaye hareketinde belirleyiciliği olmadığı gibi büyük tekeller ile rekabet edemediklerinden hızlıca eriyip önemsizleştiler. “Devlet işletmesi olan TOKİ, düşük gelirlilere konut yapımını finanse ettiği gerekçesiyle lüks konut yapımını savunuyor. Fakat gerek TOKİ gerekse KİPTAŞ gibi belediye işletmeleri genellikle lüks konut üretimiyle uğraşarak sermaye birikimi yaparken, aynı zamanda devlet arazilerinin satışı ve toplu konut ihaleleri ile büyük sermayenin kârını artırmasına hizmet ediyorlar.” (4) Kuzey Kürdistan’da ise TOKİ sömürgeleştirmenin temel aracı olarak işlev görüyor. 2016’da özyönetim direnişleri sırasında yerle bir edilen kentlerin –hatta işgal edilen Efrin ve diğer Rojava kentlerinin-  tekçi yeniden yapılandırılmasını sömürgeci faşist rejim TOKİ eliyle gerçekleştirdi, gerçekleştirmeye devam ediyor.

1990'lara kadar kamu işçi ve çalışanlarına dönük lojmanlar ve afet evleri şeklinde yapılan konutlar, kentsel topraklarda kamu mülkiyetinin 1980'lere kadar yaygınlığının barınma sorununun gecekondular, kooperatifler ve belediye-kooperatif işbirlikleri yoluyla çözülmesinden ötürü barınma çok yüksek maliyet getirmiyordu.

Emperyalist merkezlerden farklı olarak Türkiye’de “sosyal konut” olgusu konut soruna çözüm olacak düzeyde gelişmedi. Avrupa’da, özellikle de Avusturya, Almanya ve Britanya’da yaygın olan “sosyal konut”laşma da 1950’lerden sonra kapitalist hızlı gelişimin (aynı zamanda emperyalist sömürgeci) birikimi ile SB’nin karşı hegemonyasında geliştirilen “sosyal devlet” projesinin en önemli unsuru olageldi. Emperyalist küreselleşmeyle –özellikle de 2008 kriziyle açığa çıkan varoluşsal krizi ile– tasfiye edilmeye başlanan (bazı ülkelerde ise edilen) “sosyal devlet”, “sosyal konut”laşmanın sonuna da işaret ediyordu.

Emperyalist küreselleşmenin karakteristik bir özelliği olarak spekülatif sermayenin toplam sermaye hareketinde belirleyici konum kazanması, konutlaşma  sektörü için de geçerlidir. Dahası bugün belli başlı büyük kentlerde “barınma sorunu” esasında ticaretin konusudur. (5) Konutlar büyük sermayenin ve bankaların temel yatırım alanıdır. “Konut stoku”nun temel kaynağı da budur.

Belli başlı metropollerde ve büyük kentlerde yapılacak bir turda her gözlemcinin gözüne “boş konut”lar çarpacaktır. Zira bugünün konut sorunu “konut darlığı”nın ötesinde var olan konutların “barınacak” insan ile, yani kiracıyla buluşmamasını kapsamaktadır. Bu aynı zamanda kentin yeniden yapılandırılması ve emekçilerin kent merkezlerinden sürülmesi ile bağlantılıdır. Dolayısıyla “konut sorunu”nun bireysel çözümü de kent merkezinin dışına taşınmaktadır.

En genel hatlarıyla çizilen bu tablodan çıkartılacak en önemli sonuç “barınma”nın kapitalist emperyalizmin en belirgin özellikleriyle iç içe geçtiği, kamusal alandan ziyade uluslararası sermayenin doğrudan müdahalesinin bir konusu olduğu ve dolayısıyla emek-sermaye çelişmesinin tam merkezinde durduğudur.

Barınma Hakkı

“Barınma hakkı”nın ne olduğunun açıklanması “mücadele biçim ve yöntemleri” ile ilgili geliştirilecek açıklama için belirleyici. Mevcut düzenin öne sürdüğü “barınma hakkı”, insan haklarının ikinci jenerasyonunun bir hakkı olarak evrensel hukukta yer edinmiştir. Birleşmiş Milletler’ce kabul edilen bu hak, yasal dayanağını Ekonomik Sosyal Ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 11. maddesinde bulur. Ayrıca bir çok burjuva devlet “barınma hakkı”nı kendi anayasalarına da bir “temel hak” olarak almışlardır.

Burjuva düzen, tekelci kapitalizmin yükseliş süreci ve yeni-sömürgeciliğin ortaya çıkışıyla girdiği görece büyümenin ve sosyalist Sovyetler Birliği’nin emekçilere sunduğu demokratik haklar ve gelişen yaşam koşullarının baskısıyla vermek zorunda kaldığı tavizler kapsamındaki haklar, işçi ve toplumsal hareketlerin talepleri ve bunlar için mücadeleye girişmeleri ile kazanılmıştır.

Ne var ki bu “hak”, sosyalist Sovyetler Birliği ve halkçı devrimci-demokratik ülkelerin dışında realize edilmemiştir. Türkiye’de bu tipten anayasal “hak”ların aynı zamanda ağır sömürgeci ve faşist rejim gerçeğini perdelemek için kullanıldığı da eklenmeli.

Burjuva düzen emekçilere ve insanlara bir tarafta “barınma hakkı” “tanırken”, diğer tarafa büyük konut spekülatörlerine ve tekellere “konut(laşma), ticaret, spekülasyon ve kiralatma/kiralatmama özgürlüğü” tanıyor. Kuşkusuz bu iki “hak”tan sadece biri kapitalizmin gerçeğiyle örtüşür ve iki “hak” aynı anda gerçekleştirilemez.

Dolayısıyla “barınma hakkı” mücadelesinin esas muhatapları kentin büyük konut spekülatörleri/tekelleri ve onların çıkarlarını koruyan siyasal düzenleridir. Zira krizi geliştiren dinamikler ve kiraları havaya uçuran, gecekonduları ve emekçilerin “kendi evleri”ni “mega projeler”de eriten büyük sermayeye sahip konut üreticileri ve yatırımcılarıdır – ki bunlar da Türkiye’de uluslararası sermayeyle kaynaşmış mali oligarşidir.

“Barınma Hakkı” İçin Ekonomik Ve Politik Reform Mücadelesi

 “Barınma ücreti” bir emekçinin aylık giderinin başında geliyor, dahası ezici ağırlığı oluşturuyor.

Artan kiralara karşı “genel ücret artışı” talebi hem işçi-emekçi ücretleri hem de öğrencinin bursu bakımından “barınma hakkı” mücadelesi kapsamında da yükseltiliyor/yükseltilebilir.

“Genel ücret artışı”nın dışında geçtiğimiz yıllarda öne çıkan bir mücadele aracı “kiracı sendikaları”nın kolektif hak savunuculuğu. İşçi sınıfının kolektif ekonomik mücadele aracı olarak sendikalar “konut” düzleminde yeniden karşılığını buluyor. Emekçi kiracıların kolektif haklarının ve çıkarlarının savunulması zemininde bir araya gelen irili ufaklı semt inisiyatifine dayanan söz konusu sendikalar ve inisiyatifler, “ev sahibine” karşı bir dayanışma ağı işlevi görüyor.

ABD ve İsveç’teki örneklerin ardından Almanya’da da yaygınlaşan “kiracı sendikaları/kiracı inisiyatifleri” veya “dayanışma ağları” deneyimi incelendiğinde pratikte ve yasal düzlemde “kiracı”nın eşitsizliğine dayanan “mahkum oluş”unu ortadan kaldırmak, “kiracılar”ın gücünü birleştirmek ve kolektivize etmekteki başarısı göze çarpacaktır.

“Ev sahibi” ile sorun yaşayan herkes X kentinin Y semtinin Z sokağında kurulan “kiracı inisiyatifi”nden yardım isteyebilecek, “sendika” da hukukçusu ve eylemcisiyle mücadeleyi kolektivize ederek “ev sahibi”nin karşısına örgütlü çıkacak ve “üyesi için hak isteyecek”. Zaman zaman politik reform talepleri yükseltse de esasen “kiracı-ev sahibi” denkleminde “kiracı”nın ekonomik mücadele aracı işlevi görüyor. Almanya’nın Frankfurt kentinde kurulan “kiracı sendikası” deklarasyonunda amaçlarını şu şekilde açıklıyor: “Kiracı sendikasının üyeleri bir çok düzlemde ev sahibiyle yaşanan sorunlarda birbirine yardımcı olacak: İtiraz yazılarının birlikte yazılmasından tutalım da komşularımız ile yaşadığımız bölgemizde somut bir olumsuzluğa karşı kolektif eylemi hazırlayacağımız ev, sokak ve semt meclis toplantılarının örgütlenmesine.” (6)

Başka bir mücadele deneyimi de salgınla birlikte “kiralarını ödeyemeyen” Manchester öğrencilerinin kampüs işgalidir. Aynı zamanda “öğrenci grevi” niteliğini de taşıyan işgal eylemi kiraların 30% düşürülmesiyle başarıyla sonuçlanmıştı. (7)

Yeri gelmişken “kira grevi” üzerine durmakta fayda var. Kira grevi, Britanya merkezli bir mücadele aracı olarak özellikle de öğrenci gençlik tarafından sıkça devreye sokuluyor. Öncesi bir yana 2015’den beri farklı üniversitelerde gündemleşen grev, çoğunlukla zaferle sonuçlanıyor. Öğrenci yurt ve evlerinde veya “yurtsuz” kalanların üniversite kampüslerinde başlattığı grev, oturma eylemi, işgal, imza kampanyası, kitlesel protesto vs. araçlarla bütünleştiği ölçüde etki kazanıyor. (8)

Emekçi solun özneleri veya halk hareketi tarafından yükseltilsin fark etmez siyasal reform mücadelesinin “konut krizi” bağlamındaki üç ana talebi var.

Birincisi; kiraların düzenlenmesi. “Sınırsız kira artışı”nı önlemek üzere kiraların bölge esasına göre düzenlenmesinin iki biçimi var. Birincisi, kıyaslanabilecek konutların ortalama kira fiyatının belli bir oranı (örneğin 20%) aşmamasını veya belirli bir zaman içerisinde (örneğin 30 ay) kira fiyatlarının yükseltilmemesini içeren “kira freni” gibi regülasyonlar. İkincisi ise doğrudan bir “kira kapağı”, yani bir üst sınırın belirlenmesi.

İkincisi; “sosyal konutlaşma”. Hem devlete, hem de belediyeye yöneltilen bu talep, “yaşanılabilinir ve ödenebilinir kiralık evler” olarak da okunabilir. Genelde de bu talebin özellikle de “sosyal devlet” olgusuna ait olduğu hatırlanırsa sorunun çözümü bakımından çok karşılık bulmayacağı ortada. Dahası Türkiye’de “sosyal konutlaşma”nın temel muhatabı TOKİ olunca bu daha da geçerli. Yine de siyasal reform mücadelesinin bir konusu olarak yükseltiliyor ve yükseltilebilinir.

Halk hareketinin öne sürdüğü ve yükselttiği “kamulaştırma” talebi ise basit bir “reform” talebi olmasa da, bu biçimde yükseltildiği için bu başlık altında ele alacağız. Büyük “konut spekülatörleri ve tekelleri”nin kamulaştırılması ve “konut”ların kooperatif, belediye veya “kiracı”lara devredilmesi talebini yükselten inisiyatifler ve kampanyalar geniş bir kitle desteğine ulaşıyorlar.

Berlin’deki “DW & Co.’yu Kamulaştıralım” kampanyası eyalet çapında zorladığı referandumdan zaferle çıktı ve Berlinliler iradelerinin “büyük konut spekülatörlerinin kamulaştırılması” yönünde olduğunu beyan etti. İnsanların en temel ihtiyaçları arasında yer alan konutun mali spekülasyona tabi olmasını kabul etmeyen inisiyatif başta 'Deutsche Wohnen' tekeli gelmek üzere Berlin'de spekülasyoncuların elinde olan 3 binin üzerinde dairenin kamulaştırılmasını talep ediyor.

İsveç’te faaliyet yürüten Hyresgastforeningen de ülkenin en büyük halk hareketi olarak siyaset sahnesinde önemli ve görmezden gelinmeyecek bir özneye dönüştü. (9)

“Sağlıklı barınma”, salgınla birlikte yeniden gündemleşti. F. Engels, Konut Sorunu’nda yoksul semtler veya kötü barınma koşullarıyla salgınların ilişkisini şöyle açıklıyordu: “Modern doğa bilimi, işçilerin sıkışık bir şekilde yaşadığı sözde "yoksul semtler"in, zaman zaman kentlerimizi etkileyen bütün salgınların üreme yeri olduğunu tanıtlamıştır. Kolera, tifüs, tifo, çiçek ve diğer harap eden hastalıklar, bu işçi sınıfı çevrelerindeki pis havaya ve zehirli sulara mikroplarını saçmaktadırlar. Burada mikroplar hiç bir zaman tam olarak ölmemekte, ve koşullar izin verir vermez salgınlar haline dönüşmekte ve ardından üreme yerlerinin ötesine, kentin, kapitalistlerin yaşadığı daha havadar ve sağlıklı kısımlarına yayılmaktadır.”

Hem “sağlıklı barınma” hakkı için sürekli mücadele ve buradan kamusal “çözüm” talebi (çöp vs.), ama aynı zamanda “ev sahibi”nden konutu “yaşanabilir” tutma, “gerekli harcamaları” yapmaya zorlamayı da kapsayan bu talep, yoksulluğun ve işsizliğin emekçiler arasında belirgin konum kazandığı günümüz toplumunda “bireysel konut mülkiyet”ini ayakta tutmanın da zorluklarına işaret ediyor. Keza konutları “depreme dayanıklı” hale getirme zorunluluğu da “bireysel konut mülkiyet”ini tasfiye etmenin bir kaldıracı oluveriyor.

İdeolojide “Özel Mülkiyet”in Meşruiyet Bunalımı

“Herkese yetecek kadar konut”un oluşu, fakat bunların “barınacak” ile buluşamaması konut sorunu özelinde kapitalizmin varoluşsal krizi ve burjuva ideolojinin iflasının bir yansıması olarak “özel mülkiyet”in meşruiyet bunalımının da bir dışa vurumu.

Emperyalist merkezlerde yükselen “kamulaştırma” veya “kamusal barınma” talebi, yani “konut”un ve “barınma”nın büyük tekellerin ve spekülatörlerin “insafına” bırakılmaması, toplumun geniş kesimi tarafından paylaşılan bir görüş ve duygu. Burjuva sol dahil burjuvazinin ve ideologlarının tabularından biri olan “kamulaştırma”nın halkta bu kadar yankı ve karşılık bulması, “konut” sorununda hatta baskın görüş olması işte tam da “özel mülkiyetin” dokunulmazlığının cepheden sorgulandığını bir kez daha ortaya çıkardı.

“Barınma hakkı”, “özel mülkiyet”in “dokunulmazlığı”nı dışlayan, onunla mücadeleye girişen bir “hak”tır.

Berlin’de referandumun ortaya çıkarttığı iradeye rağmen “kamulaştırma”yı gerçekleştirmeyecek burjuva politika, bu yolla aynı zamanda emekçiler nezdinde teşhir oluyor.

Burjuva veya reformcu bir düzlemde ele alınsa bile “barınma hakkı” bugünkü kapitalizmin varoluşsal zeminini sarsan bir mücadele alanıdır. Bu bilince çıkartıldığında geniş emekçilerde boy veren kültürel-ideolojik hegemonya boşluğunu doldurmak mümkün olur, planlı ve kamusal-toplumsal ekonomiyle karakterize olan sosyalizmin “meşruluğu” kurulur, gelişir. 

“Barınma Hakkı”nı Almak

“Barınma hakkı”nın fiili meşru yolla, başka bir deyişle “doğrudan eylem”le almanın iki biçimi öne çıkıyor.

Fiili yollarla gecekondu inşaları, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da emekçilerin ve onların siyasal öznelerinin kullandıkları ve devreye soktukları bir biçim olarak biliniyor. Hem inşası, ama daha önemlisi kurulan gecekonduların yıkıma karşı savunulması devrimci hegemonya çarpışmasının bir alanı olarak da devrimci hareketin belleğinde yerini koruyor. (10)

Varoşların ve emekçi semtlerin yıkıma ve neoliberal kentsel dönüşüm projelerine karşı savunulması emekçilerin “barınma hakkı” mücadelesinin önemli bir ögesi olmaya devam ediyor.

Devlet terörü eşliğinde gerçekleştirilen yıkım sonrası emekçiler bakımından ortaya çıkan “konutsuzluk” Brezilya’da özgün bir yol açtı. Dağıtılan gecekonduların sakinleri “kent merkezleri”ne hücum etti. Bu emekçiler bakımından “kent hakkı”ndan “kent merkezi hakkı” mücadelesine geçişi ifade ediyordu. (11)

Doğrudan eylemle “barınma hakkı”nın alınmasının ikinci biçimi “işgaller”dir. Mali ekonomik sömürgelerde boş bina ve yarım bırakılmış inşaatların, harabelerin işgali öne çıkarken, emperyalist merkezlerin kentlerinde doğrudan daire ve konutların işgalleri öne çıkıyor. Bu ayrım kategorik olmadığından “konut işgalleri”ne daha yakından bakmakta fayda var.

2018’de 122 evsiz aile 14 katlı İNSS binasını işgal etti. İşgalcilerin yarısı daha öncesi Hotel Cambridge’in “boş odaları”nı işgal etmişlerdi. (12)

Yeni sömürge ülkeleri bakımından dikkat çekici konut işgal hareketinin bir vatanı da Filipinler. Kent yoksulları örgütü KADAMAY, Bulacan’da 5 bin 300 konut birimini işgal etmiş, kararlı mücadele sonucu parlamento işgalcileri tanımak zorunda bırakılmıştı. (13)

“İşgaller”in gerçekleşme biçimi soyutlanarak şöyle özetlenebilir:  “İşgal” eylemini gerçekleştirecek grup/kitle oluş(turulu)yor, uzun zamandır “boş” olan bir “konut”u seçiyor ve bu “konut”u işgal etmeye karar veriyor. Öncesinden başlayarak işgal boyunca “komşular”da sahiplenici bir ilişki sağlayacak, onlar nezdinde “meşruiyet” kazandıracak bir siyasal ajitasyon faaliyeti yürütülüyor. Aynı zamanda “nöbet” sistemiyle “işgal edilen konut”un özsavunması sağlanıyor. Toplumun/semtteki komşuların da dayanışmasını kazandığı ölçüde grup “kalmanın meşruluğunu” elde ediyor. “Meşruiyet” yayıldığı ölçüde saldırı siyasi polis bakımından zorlaşıyor. Olası bir saldırı da “boş konut”un yeniden “boşaltılması” amacıyla gerçekleştiğinden burjuva devletin ve onun siyasal polisinin sınıfsal özünü gözler önüne seriyor.

Bu alanda bütün deneyler “işgal”in kendisinin genel bir kiracı adaleti veya “konut hakkı” hareketinden yalıtık başarıya ulaşamayacağını gösteriyor. “Barınma”nın bu biçimi “basit bir konut” elde etmenin ötesinde aynı zamanda sosyal ve siyasal çekim merkezine dönüşüyor. Avrupa’nın hemen hemen bütün metropollerinde hem toplu “yaşama” hem de siyasal faaliyetin bir merkezi işlevi gören “işgal evleri/merkezleri” var.

Özellikle otonom-anarşist hareketin bir mücadele biçimi olan “konut işgalleri” bir dönemdir devrimci ve komünist gruplar ve örgütlerce de devreye sokuluyor.

Büyük mali konut spekülatörlerinin “boş evleri” dışında aynı zamanda hotel, spor salon ve tesisleri, sahalar, sinema ve tiyatrolar, büro binaları vs. de “işgal”in hedefi olabiliyor.

Kuşkusuz siyasi polis uygun bir zamanda “işgal”i dağıtmak üzere pusuda yatıyor, fakat “konut sorunu”nun fiili bir kolektivizasyonla çözülmesi hem eylemci açısından hem de onu izleyen kitleler açısından toplumsal değiştirici bir rol oynuyor. Mücadelenin yoğunluğu, özellikle de “işgal”in genel bir “konut hakkı” mücadelesine bağlanıp bağlanmaması “işgal”in başarısını belirliyor.

***

“Konut sorunu”nun mücadele biçim ve yöntemlerinin krizden en fazla etkilenen kadınlar, LGBTİ+’lar ve göçmenler/mülteciler tarafından kendi zeminlerinden çeşitlendirildiğini vurgulayalım.

Konut sorunu, kadının “evsel köleliği”ni katmerleştiren, onu “erkeğe bağımlı” kılan bir faktör olarak “kopma”nın en temel engelleri arasında yer alıyor. “Kadın sığınma evleri” genel bir kamusal hizmet olmanın dışında kadın özgürlük mücadelesinin “barınma hakkı” ekseninde temel gündemlerinden biri olmaya devam ediyor. Rojava-Kuzey Suriye’deki Kadın Köyü (Jinwar) örneği, Küba’daki kadın eksenli toplu sosyal konutlaşma ve “kadın dayanışma evleri” biçiminde kolektif evler mücadele yöntemleri örnekleri olarak sunulabilinir. “Barınma hakkı”ndan yoksun bırakılan evsiz kadınların aynı zamanda cinsel şiddete de maruz kaldıklarının altını çizelim.

LGBTİ+’lar bakımından da  “barınma sorunu” daha ağır yaşanıyor. Salgınla birlikte “evde kalın” çağrısına rağmen Bayram Sokak’ta “sokağa atılan” translar da bir daha gösterdi ki, heteroseksist toplumun bütün toplumsal çelişkileri cinsel kimlik ve yönelimleri heteroseksist olmayanda daha yıkıcı ve “yok sayıcı” bir biçimde yaşanıyor.(14) LGBTİ+’ların “yaşam hakkı”nın reddedildiği bir ülkede “barınma hakkı” da reddediliyor. Kimi ülkelerde belediyeler LGBTİ+’lara “konut kiralama”da pozitif ayrımcılık uyguluyor. LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı genel siyasi çalışmalar dışında “kolektif evler”, LGBTİ+’lar için “konut potası” da gözlemleniyor.

Son olarak mültecilerin “barınma sorunu”nu özel olarak ele almak doğru olur. Son yıllarda mültecilerin “barınma hakkı” mücadelesinin genel siyasi çalışmanın dışında özellikle de işgal evleri (Yunanistan), toplu park ve meydan işgalleri (Fransa vs.) ile sürdürüldüğünün altını çizelim. Başkaca sosyal sorunların yanı sıra aynı zamanda bir “barınma sorunu” teşkil eden, mültecilerin hapsedildikleri “toplama kampları”na karşı mücadele de aynı şekilde sürdürülüyor ve öne çıkıyor. Genelde “sağlıklı ve yaşanabilinir barınma” talebinin dışında yerlilerin mültecilerle dayanışması, onlar için talepler yükseltmesi talebin karşılanması bakımından stratejik bir yerde duruyor.

Yunanistan’ın Midilli adasında mültecilerin çadırları “ateşe verme” eylemlerinin de “barınma hakkı” mücadelesinin daha militan bir biçimi olarak dikkate alınması gerektiğini vurgulayalım.(15)

Bütün bu mücadele biçim ve yöntemleri işçi ve emekçileri, gençleri, kadınları ve LGBTİ+’ları emperyalist küreselleşme ve onun rantçı düzenine karşı mücadeleye sevk etmede, sınıf çelişkilerini beliglenleştirme ve fiili meşru zeminde mücadeleyi büyütmede işlevli olacağı, bu araçların ve yöntemlerin daha da zenginleştirilerek mücadelede kullanılmasının ihtiyacı ortada.

Zira 19. Yüzyılda olduğu gibi bugün de; “Kapitalist üretim biçimi varolmaya devam ettiği sürece, konut sorununun, ya da işçilerin yazgısını etkileyen herhangi bir başka toplumsal sorunun tek başına çözümleneceğini ummak budalalıktır. Çözüm, kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılmasında ve bütün geçim araçlarına ve iş araçlarına bizzat işçi sınıfının el koymasında yatmaktadır.”(16)

Dahası “barınma hakkı”nın toplumsal olarak kazanılmasının kapitalist üretim tarzının hüküm sürdüğü, emperyalist küreselleşme ile reform ve ekonomik mücadelenin olanaklarının daha da kısıtlandığı günümüz dünyasında daha da olanaksızlaştığı unutmamalı.

İster ekonomik isterse de ideolojik veya siyasal alanda olsun, “barınma hakkı” mücadelesinin bütün yöntem ve biçimleri Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da zorunlu olarak faşizmin yasak ve devlet terörüyle karşı karşıya kalıyor/kalacaktır. Dolayısıyla antifaşist mücadeleyle iç içe geçmeyen ve politik özgürlük mücadelesiyle bütünleşmeyen herhangi bir mücadele “kendi zemininden” olsa bile uzun vadeli gelişemez ve yaşayamaz.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da “antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrim” ile kurulacak Halk Cumhuriyeti Birliği’nde “Büyük emlak sahipleriyle, devletin mülkiyetinde bulunan tüm yapılar ve kentsel araziler ile büyük iç ve dış ticaret halk mülkiyeti haline getirilecektir. [...] Konut sorununun çözümüne, bir toplu konut seferberliğiyle ve halk mülkiyetine dönüştürülen konutların öncelikle yoksul ve bakıma gereksinen emekçilerin kullanımına sunulması yoluyla başlanacaktır. Konut, bina ve kent yapısının tümüyle depreme dayanıklı hale getirilmesi, dayanıksız yapıların tasfiyesi için çalışmalar yürütülecektir.”(17)

Zira bütün bu mücadele yöntem ve biçimleri bu amaca bağlı “kullanıldığında” devrimci ve toplumsal dönüştürücü olduğu bütün deneyimlerden çıkartılacak belirleyici sonuçtur.

Dipnotlar

1  Kampanya deneyimini incelemek için bakınız; https://www.darumenteignen.de/tr/

2 Öğrenciler durumu “nightmare”, yani kabus olarak tarif ediyorlar: https://www.bbc.com/news/uk-scotland-glasgow-west-58822372

3  F. Engels, Konut Sorunu

4 Kentin Lanetlileri, Teoride Doğrultu, Sayı 31

5 Konutların sahipleri, konutlarını sadece kiraya vermiyorlar, konutu aynı zamanda “hisse”ler yoluyla borsanın konusu haline getiriyorlar. Örneğin Berlin’de Deutsche Wohnen gibi büyük konut spekülatörlerine ait dairelerin kiracıları ortalama 177 Euro’yu doğrudan “hissedar”lara ödüyor. Avrupa’nın belli başlı metropollerinde yaşanan “konut krizi”nin analizi için bakınız; https://www.rosalux.de/fileadmin/images/EnglishWS/Alarm_bydleni_EN-1.pdf

Türkiye’de konut sorununun kimi somut görünümleri ve yönleri için incelenebilecek üç rapor:

Türkiye’de Konut Sorunu Ve Konut İhtiyacı Raporu, 2011, İnşaat Mühendisleri Odası (https://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/9ca6617c167713d_ek.pdf)

Türkiye’de Konut Sorunu Ve Konut Politikaları, 2015, Alkan/Uğurlar, (https://kentarastirmalari.org/wp-content/uploads/2020/03/01-Turkiyede_KonutSorunuVeKonutPolitikalar%C4%B1.pdf)

Sahibindex Konut Piyasası Görünümü, Kasım 2021 (https://betam.bahcesehir.edu.tr/wp-content/uploads/2021/11/sahibindex-Konut-Piyasasi-Gorunumu-Kasim-2021.pdf)

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da konut sorunun özgün dinamikleri, kentlerin yapısını ezilenler cephesinden ele alan “Kentin Lanetlileri” yazısını da yeniden hatırlatalım.

6  https://www.mietergewerkschaft.de/gewerkschaft/warum-wir-eine-mietergewerkschaft-brauchen

7 https://challenge-magazine.org/2021/09/11/a-year-of-campaigns-manchester-students-secure-historic-rent-strike-win-but-the-fight-doesnt-end/

8 Britanya’daki “kira grevi” deneyiminden yapılan soyutlamalar sonucu “kira grevi” örgütlemek isteyenler için oluşturulan “el kitabı”na buradan ulaşabilirsiniz: https://www.rent-strike.org/strategy

9 İsveç’de “barınma krizi” ve “barınma hakkı” mücadelesi hakkında bilgilenmek için: Listerborn/Molina/Richard, Claiming the right to dignity, RH Journal, Vol. 2(1). (https://radicalhousingjournal.org/wp-content/uploads/2020/05/RHJ_Issue-2.1_07_Long-read_Listerborn_119-137.pdf)

Dünyada “konut hakkı” mücadelesini izleyen, çeşitli ülke deneyimlerini bilimsel araştırmanın konusu yapan Radical Housing Journal takip edilebilinir.

10  Neoliberalizm ve Konut Sorunu, Teoride Doğrultu Sayı 19, http://marksistteori2.org/65-teoride-dogrultu/sayi-19-ocak-subat-2005/261-neoliberalizm-ve-konut-sorunu.html

11 Stevens, Occupy, resist, construct, dwell!, RH Journal, Vol. 1 (1). (https://radicalhousingjournal.org/wp-content/uploads/2019/04/07_Retrospectives_Stevens_131-149.pdf)

12 Age

13 Dizon, Philippine housing takeover, RH Journal Vol. 1 (1). (https://radicalhousingjournal.org/wp-content/uploads/2019/04/06_Retrospectives_Dizon_105-129.pdf)

14 Gökkuşağı Bülteni (87): Olcay Atik ile öğrencilerin ve LGBTİ+’ların barınma sorunları, medyascope. (https://medyascope.tv/2021/10/02/gokkusagi-bulteni-87-olcay-atik-ile-ogrencilerin-ve-lgbtilarin-barinma-sorunlari/)

15 Moria: Sınır boylarındaki yangın AB’yi yakar, ETHA, (http://etha26.com/haberdetay/deniz-boran-yazdi-moria-sinir-boylarindaki-yangin-abyi-yakar-124626)

16 F. Engels, Konut Sorunu

17  Antifaşist, Antiemperyalist, Antisömürgeci, Cins Özgürlükçü Demokratik Devrim Programı

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi